21 Ekim 2019
“Fırat’ın Doğusu Türkiye için en ciddi mücadele alanıdır. Ülkemizin siyasi geleceği, 21. yüzyıl varlığı büyük oranda buraya yapılması gereken jeopolitik müdahaleye bağlıdır. Türkiye’nin sadece bir terör tehdidi altında olduğu sanılmasındı, aslında çokuluslu bir kuşatma altındaydı. Mücadele biçimi de terörle mücadelenin çok ötesinde, çokuluslu ve çok yakın bir tehditle yüzleşmeyi gerekli kılmaktadır. Bu bir harita planlamasıdır. Irak ve Suriye’den sonra, “harita”nın Türkiye ayağının masaya sürüleceğinden kimsenin şüphesi olmasındı. Eğer bu harita engellenecekse, bugün Suriye’de engellenmesi lazımdı. Sanıldığı gibi bu “harita” sadece PKK ile sınırlı bir harita değil, bir küresel hesaplaşmaydı.
1. Dünya Savaşı sonrası bölge haritalarını kimler hazırlamışsa, bugün yine onlar karşımızdaydı. 1. Dünya Savaşı sonrası bütün haritalar nasıl Türkiye’ye karşı hazırlanmışsa, bugün de Türkiye’ye karşı hazırlanmaktaydı. Eğer Fırat Kalkanı, Afrin operasyonu ve bugün Irak’ın kuzeyinde devam eden operasyonlar yapılmasaydı, bugün hiç şansımız ve imkânımız olmayacaktı. Çünkü İran sınırından Akdeniz’e kadar olan kuşak, tamamen bir Batılı işgal kuşağı olarak tamamlanmış olacaktı. İşte şimdi, bu hesabı tamamen kapatmak için Fırat’ın doğusuna müdahale acil bir ihtiyaçtır. Bunun başka da hiçbir yolu yoktur, olmadığı daha sonra da anlaşılacaktır. ABD ile yapılan anlaşmaların tamamı Türkiye’yi oyalama ve Siyonist projeye zaman kazandırma amaçlıdır. Münbiç dahil, bugüne kadar verdikleri hiçbir sözü tutmamalarının nedeni bu noktada aranmalıdır. ABD ile yapılan son anlaşmadan da sonuç çıkmayacak, zaman geçtikçe Türkiye’nin hayati güvenlik sorunu çok daha artacak, belli bir noktadan sonra “müdahale edilemez” konuma taşınacak ve TSK’nın eli kolu bağlanmış olacaktır.”[1] diyen ve tamamen katıldığımız gerçekleri dile getiren yandaş yazarların en büyük yanılgısı, bütün bu badirelerin Erdoğan kafası ve iktidarıyla aşılacağının sanılmasıydı. Yani bunların handikabı, Erdoğan’ın samimi ve cesaretli davrandığına inanmalarıydı.