Başkanlık Muamması, İsrail Hizmetkârlığı ve “Milli İrade” Sahtekârlığı

1058
Paylaş:

Milli irade; bir toplumun birlik ve dirlik rabıtasını, bağımsızlık ve bekasını, temel insan haklarını ve refahını, devlet ve ülke çıkarlarını koruma amaçlı ittifakını ve bu değerlere ve hedeflere sahip çıkan otorite ve organizelerin ortak aklını ve vicdanını anlatan bir kavram ise, doğru bir tanım ve yaklaşımdır. Ancak; halkın çoğunluğunun tercih ve tensibini yansıtan seçim sonuçlarına “Milli İrade” etiketi yapıştırmak yanlıştır. Ve hele Hz. Peygamber Efendimizin “Allah Benim ümmetimin dalalet üzerinde ittifak etmesine müsaade etmeyecektir” mealindeki hadisi şerifi delil gösterip herhangi bir Müslüman ülkedeki oy çoğunluğunu HAK terazisi ve doğrunun tecellisi saymak tam bir saptırmaca ve istismardır. Çünkü bu hadisi şerif Kur’an ve sünneti ölçü alan ve İlayı Kelimetullah’ı amaçlayan mü’min topluluklar için manevi bir sigortadır. Yoksa; faizi, fuhşu ve kumarı mübah sayanların, Siyonist Yahudi ve Haçlı Hıristiyan kuruluşların kuyruğunda kurtuluş arayanların, ama buna rağmen dindar kahraman rolü oynayanların peşine takılanlarınasla sapıtmayacağı anlamını taşımamaktadır. Kaldı ki, Kur’an’da onlarca sarih (açık ve net) ayetle: İman ve imtihan şuurundan ve ahiret sorumluluğundan mahrum kalabalıkların ve toplumun ekseriyetini oluşturan tabakanın asla; tam ve gerçek imana yanaşmayacakları, şükretmeyip nankörlük yapacakları, vicdanlarını ve akıllarını kullanmayacakları özellikle vurgulanmaktadır. Ve zaten, yanlış kullanılan ve istismar aracı yapılan Milli İrade, yani çoğunluğun ortak tensip ve tercihleri, eğer doğru istikamete ve hidayete ulaştırıcı olsaydı, Kur’an’ın ve Resulüllah’ın gönderilmesine gerek kalmayacaktı. Hatırımızda bir demokrasi fıkrası kalmıştı. Eski Yunan’da (Atina’da), Milli İradeyi kanunlaştırmak üzere yapılan seçim sonuçları yöneticileri şaşırtmıştı. Çünkü halkın büyük çoğunluğunun ortak arzuları: 1- Erkek ve kadın hamamlarının karıştırılması, 2- Şarabın maliyet fiyatına ucuza satılması kararı çıkmıştı. Şimdi iz’an ve vicdan sahiplerine ve özellikle iman-Kur’an ehline soruyoruz: AB talimatıyla zinayı ceza olmaktan çıkaran ve porno yayınlarını serbest bırakan bir zihniyet ve hükümete destek çıkmakla, eski Atinalıların tercihleri çok mu farklıydı?

İşte yeni anayasa değişikliğinde şu maddeler yer almaktaydı:

Cumhurbaşkanı Devletin başı olacak, Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanında bulunacaktı.

Cumhurbaşkanının partisiyle ilişiği kesilmeyecek; hem parti Genel Başkanlığı hem Cumhurbaşkanlığı yapacaktı.

Cumhurbaşkanı kendi yardımcılarını ve bütün bakanları atayacaktı.

Cumhurbaşkanlığına, siyasi parti grupları, son genel seçimlerde en az yüzde 5 oy alan partiler ile en az 100 bin seçmen imzasıyla aday gösterme imkânı sağlanacaktı!

Bir kişiye en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilme şansı tanınacaktı.

Cumhurbaşkanının, OHAL kararı verip TBMM’ye sunma yetkisi bulunacaktı.

Bütçeyi Cumhurbaşkanı belirleyip Meclisin onayına sunacaktı.

Üst düzey kamu yöneticilerini bizzat Cumhurbaşkanı atayacaktı.

Hem Cumhurbaşkanı hem TBMM, seçimlerin yenilenmesine karar alacaktı.

Cumhurbaşkanının, yürütme yetkisine ilişkin konularda kararname çıkarma yetkisi bulunacaktı.

HSYK’nın başkanını ve üyelerin yarısını Cumhurbaşkanı seçmiş olacaktı.

Anayasa Mahkemesinin 15 üyesinin 12’sini Cumhurbaşkanı atayacaktı.

Sayıştay’ın ön inceleme başlatması Cumhurbaşkanının iznine tabi olacaktı. (Ve kargaların bile kahkaha atacağı şekilde, halâ yargı bağımsız kalacaktı!?)

Peki soralım: bu kararı oylarıyla onaylayacak olan milletin, bu yetkilerin anlamından ve amacından haberi var mıydı?

Efendim; “Kararı millet verecek, Millete güvenin!” çığırtkanlığı yapanlar…“Milletin kararından ürkmeyin” diye bizi avutanlar… “Milletin şaşmaz sağduyusunu ve seçim sonucunu bekleyin!” diye demokrasi davulu çalanlar… İşte ANAR’ın yaptığı araştırmaya göre Cumhurbaşkanlığı sistemini getiren Anayasa değişikliğiyle ilgili vatandaşın anlayış ve yaklaşımı şunlardı:

“Bu konuda hiç bilgim yok” diyenler: Yüzde 36

“Çok az bilgim var” diyenler: Yüzde 28

“Biraz öğrendim” diyenler: Yüzde 14 civarındaydı. Yani hepsinin toplamı yüzde 78’i ancak bulmaktaydı. Bu anket sonuçlarına göre, toplumun “biraz bilen” %14’ü dışında %86’sının yapılan anayasa değişikliğinin içeriğinden ve muhtemel neticelerinden hiç haberi bulunmamaktaydı! İşte hiçbir ilgisi ve bilgisi bulunmayan bir konuda halkın hipnotize edilip yönlendirilmesi sonucu çıkan seçim sonuçları, Erbakan Hoca’nın tabiriyle “Demukratur”hilekârlığı olmaktaydı.

Şimdi kuşkularımızın asıl kaynağını ortaya koyalım:

PKK, PYD, IŞİD ve FETÖ’ye destekleri resmiyet ve aleniyet kazanmasına rağmen, halâ stratejik müttefikliğimize sadık kaldığımız, fitne ve işgal merkezi İNCİRLİK Üssünü sonuna kadar kullandırdığımız ABD ve AB ülkelerinin Türkiye’mizin güneydoğusunda ÖZERK ve FEDERATİF Kürdistan dayatmalarının yoğunlaştığı… Ve buna halkı ürkütmeyecek kılıfların hazırlandığı…

Kıbrıs’ın elimizden çıkarılması ve güya Ada’nın AB’ye sokulması uğruna, KKTC’nin bağımsızlığının ve garantörlük haklarımızın elimizden alınmasına yol açacak sinsi pazarlıkların yapıldığı ve gizli haritaların hazırlanıp dayatıldığı. (Bak. Milli Gazete, 12 Ocak 2017, Sh:6) Ama aynı Milli Gazete yazarı Ata Atun‘un, halâ “Recep T. Erdoğan’ın kahramanca manevralarla Rum tarafının planlarını boşa çıkardığı” yolunda patavatsız palavralar sıktığı… (16 Ocak 2017, Milli Gazete, Sh. 6, Cenevre Depremi)

Meclisten ve Milletten saklanarak, İsrail’le askeri işbirliği anlaşmalarının hızlandırıldığı… (12 Ocak 2017, Milli Gazete)

Yezidi’leri ve gizli Ermeni’leri de arkasına alan ve Barzani ile yapmacık kavgaya tutuşan PKK’nın ABD ve AB desteğinde Kandil’den sonra şimdi SİNCAR’da yeni bir terör ve hıyanet merkezi oluşturmaya çalıştığı…

Doların 4 liraya yaklaştığı ve AKP’nin üretime ve yerli kalkınmaya değil, faizli borca ve obezite rahatlığa dayalı ekonomi politikalarını patlatma şantajıyla köşeye sıkıştırıldığı bir hengâmede,

Acaba Milletin %14’ünün o da birazcık bilgi sahibi olduğunu açıkladığı, %86’sının ise içeriğinden hiç haberi olmadığı bu Anayasa değişikliği ve Cumhurbaşkanlığı sistemi:

1- Meclisi, muhalefeti, Milli Güvenlik Kurumu etkinliğini ve hatta Yüksek Yargı mercilerini devre dışı bırakarak, dışarıdan dayatılacak talimatlarla PKK’ya özerklik kazandırmanın…

2- Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni küçültüp etkisiz kılmanın ve elimizden çıkarmanın…

3- Marmara ve Trakya’yı da kapsayan İSTANBUL DÜKALIĞI’nı özel bir statü ile AB’ye almanın resmen olmasa da fiilen Türkiye’den koparmanın…

4- İsrail’in zulüm ve işgallerine engel olmanın değil, Siyonist amaçlarına hizmetkârlık yapmanın kolaylaştırılmasını ve çabuklaştırılmasını mı amaçlamıştı?

Antalya Milletvekili Deniz Baykal’ın, yeni anayasa değişikliğiyle Türkiye’de rejim değişikliğine gidildiğini ve milli egemenliğin dejenere edildiğinihatırlatması ve bu konuda uzlaşma aranmamasının geleceğimizi ve güvenliğimizi tehlikeye sokacağını uyarması acaba haklı kuşkular mıydı, yoksa boş kuruntular mıydı? Sn. Deniz Baykal, yeni anayasada aceleci davranıldığını söyleyerek, iktidarı; ayıplı malı kargaşa ortamında satmaya çalışan tüccara benzetmesi anlamlıydı. Yeni anayasa teklifinde, Cumhurbaşkanının aynı zamanda iktidar partisinin de Genel Başkanı olacağını söyleyerek, Milletvekillerinin sağduyulu davranması gerektiğini vurgulamıştı. Sn. Baykal’ın: “Bu kadar büyük bir hata neden yapılmaktadır? Neden bu denli aceleci davranılmaktadır? Bu düzenlemede dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde olmayan bir şey daha vardır. Artık Cumhurbaşkanın aynı zamanda partili olacaktır. Buradaki en temel yanlış, Cumhurbaşkanı aynı zamanda Meclis’teki iktidar partisinin Genel Başkanı olmasıdır. Bu yasama ile yürütmeyi iç içe geçirmek anlamındadır. Yani Cumhurbaşkanı, tüm Türkiye’yi temsil etmesi gerekirken bir parti lideri gibi davranacaktır. Cumhurbaşkanı, AKP Genel Başkanı olacak, o da yargıyı belirleyip emrine sokacaktır. Değerli arkadaşlarım sağduyunuzu mu kaybettiniz? Bir genel başkana, Anayasa Mahkemesi üyelerini belirleme yetkisi verilebilir mi? Bu hiçbir şekilde kabul edilemez. Bir de kalkıp Cumhurbaşkanı, tarafsızlık yemini edecek. Bu nasıl bir samimiyetsizliktir. Bu açıkça parti devleti olmaktır!”uyarıları elbette tarihi bir önem taşımaktaydı.

Bu tasarıyı ele almadan önce dikkatinizi çekmek istediğim bir nokta vardır: Bu tasarıdan halkın haberi bulunmamaktadır. Anayasamızın en temel dayanaklarıyla oynayan tasarıdan halkın haberi olmaması, elbette sakıncalıdır. Bu tasarıdan, hukuk fakültelerinin, baroların, sendikaların, milletin haberi olmadan ve milleti uyarmadan, işi olupbittiye getirme çabası vardır. Hatırlarsanız iktidar çözüm süreci diye PKK’yla anlaşmak için çabalamıştı. Şimdi söyler misiniz, anayasa değişikliğini millete anlatmak için en küçük bir çaba harcanmış mıdır? tespit ve tenkitleri de haklıydı!

Başbakan Yıldırım’ın mühendis olduğunu dile getiren diğer bir milletvekilinin:“Sigortasız tesisat yapılır mı, hakemsiz maç oynanır mı? Parti devleti inşa ederseniz o ülkede iç savaş kaçınılmazdır. Başkanlık sistemi tartışmaları başladı, Dolar hedefinizin 2,5 katına fırladı. Allah esirgesin, bu Başkanlık fiilen gerçekleşse ekonomide yaşanan iç krizi düşünemiyorum. Başkanlık tartışması başladı, Türkiye kan gölüne döndü, Başkanlık Sistemi geldiğinde ne olacağını tasavvur edemiyorum.” uyarıları da elbette hesaba katılmalıydı.

MHP’nin tavrı ve hesabı ise tam bir muammaydı. Milliyetçilik vasfını öne çıkaran bir partinin böylesine karmaşık ve karanlık bir düzenlemeye destek çıkması, nasıl bir strateji icabıydı ve hangi sonuçlar ve sorumluluklar göze alınmıştı? soruları haklı olarak kafaları karıştırmaktaydı.

Evet, Cumhurbaşkanı Atatürk aynı zamanda CHP Genel Başkanı’ydı. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, nedense Cumhurbaşkanının aynı zamanda parti başkanı olmasını savunurken bunu hatırlatmıştı. “Bizim yaptığımız Atatürk anayasalarına dönmektir. Cumhurbaşkanı’na siyasi sorumluluk getirdik, yanlış mı yaptık?” diye hava atmaktaydı. Oysa Sn. Bozdağ denetim ve dengenin nasıl sağlanacağına hiç dokunmamıştı. Hâlbuki Başkanlık veya parlamenter, bir sistemin iyi işlemesinin de demokratik olmasının da ön şartı denetim ve denge mekanizmalarıdır. Çünkü sistem konuşmak, bu ilkeleri tartışmaktır. Ortada makul ve mantıklı bir taslak olmayınca, böyle tarih referanslarıyla veya “iki kaptan gemi batırır” gibi safsatalarla ülke kaosa sokulmaktaydı. Bozdağ’ın “Atatürk anayasalarına dönüyoruz” sözü kof bir sığıntıdır. Evvela 1921 Anayasası’nda Devlet Başkanlığı henüz düzenlenmemiş durumdaydı. 1924 Anayasası’nda ise Başbakan ve Bakanlar Kurulu vardı, yani tamamen parlamenter model esastı, Osmanlı anayasaları da parlamenter nitelik taşımaktaydı.

Belli ki iktidarın sıkışınca istismar ettiği tek husus, Atatürk ve İnönü’nün partili Cumhurbaşkanı olmalarıydı. Fakat o zaman rejim resmen “parti devleti”ydi, o yüzden devletin ve partinin başkanları aynı kişiler olması doğaldı. Asıl temel sorun buradaydı ve kurtuluş ve kuruluş dönemlerinizin özel ve geçici şartları dikkate alınmalıydı. Ey her fırsatta Atatürk dönemine çatan ve çamur atan kof kafalılar, hani siz ilericilik ve değişimcilik iddiasındaydınız, hani dindar demokrattınız!?. Yahu 21. yüzyılda bile halâ Devlet Başkanları için “tarafsızlık” ölçüsü olarak 1930’lar ve 40’lardaki “parti devleti” modelini örnek almanız nasıl bir tutarsızlıktı? soruları maalesef hep yanıtsız bırakılmıştı.

“Donald Trump’ın resmen göreve başladığı 20 Ocak öncesi, Türkiye’de ve Amerika’da bazı çevreler özel bir kampanya başlatmıştı. ABD’nin; Suriye’de YPG’nin, Irak ve Türkiye’de PKK’nın, FETÖ’nün desteklenmesi, 15 Temmuz’da darbe kalkışması gibi Türkiye’ye düşmanca ne kadar davranışı varsa hepsini önceki Başkan Obama’nın üzerine yıkıp yeni bir sayfa açmak istiyorlar ve “Türkiye’ye düşmanlığı ABD değil Obama yaptı” demeye çalışıyorlardı. Böylece faturayı Obama’ya kesince, her şeyden kurtulacaklarını sanıyorlardı.

Neden böyle yapıyorlardı?

Çünkü ABD… Devamını okumak için tıklayınız.

    Güncel makalelerimizden istifade etmek istiyorsanız lütfen aşağıdaki kutuya e-mail adresinizi yazarak bize gönderiniz.