Bop’un İki Kanadı: 1- Dinci Ayağı = Feto Yapılanması, 2- Siyasi ayağı = Akp İktidarı Yapıştıran Hangi Odaklarsa, Kapıştıran da Onlardı!

1066
Paylaş:

“İslam Süfyanı” (Deccal’ın Müslüman kılıklı yardımcısı); dindarlık ve halka hizmetkârlık perdesi altında şeytani faaliyetler yapacaktır. İlgili bütün hadis ve haberlerde bu gerçek özellikle vurgulanmaktadır. “Süfyan” kavramını Mustafa Kemal’e uyarlamak alakasız bir yaklaşımdır, çünkü Atatürk asla ve hiçbir ortamda dindarlığa ve İslamcılık istismarına kalkışmamıştır. BOP’un iki kanadı vardır ve süfyani tahribatı bunlar yapmaktadır: 1-Dini Ayağı: FETO yapılanmasıdır. 2-Siyasi Ayağı: AKP iktidarıdır. ABD’nin derin Yahudi odakları ve CIA gibi kurumları bu iki kanadı önce kucaklaştırmış, sonra kapıştırmıştır.

Erbakan’ın tarihi hareket ve hedeflerinin önünü tıkamak amacıyla, Din ve demokrasi istismarıyla ve senaryosu malum odaklarca hazırlanmış bir mağduriyet edebiyatıyla; bir“dış proje” olduğu kendi yandaşlarınca da itiraf edilen AKP ile, yine bir CIA cemaati olan FETÖ’cü yapılanmayı, kucaklaştırıp iktidara taşıyan da, sonra bunları kapıştıran da aynı odaklardır.

Amerika’nın (ve derin küresel odakların) AKP iktidarına karşı Fetocuları kışkırtmalarının, sezilen iki amacı vardı:

1- Türkiye’deki dini tahribatları, zaten AKP iktidarı daha iyi yaptığından, ülkede FETÖ şebekesine pek ihtiyaç kalmamıştı. Bu nedenle FETÖ’nün başta Türki Cumhuriyetler, Asya, Afrika, Balkanlar ve Kafkasya’daki ülkelerde“İslam kılıflı CIA karakolları ve Amerika’nın gönüllü konsoloslukları” gibi çalışmalarına yoğunlaştırmak kararı alınmıştı.

Bir yıl kadar önce Adil Düzeni tanıtma konferansları için gittiğimizde bizzat şahit olup farkına varmıştık ki; Kırgızistan’ın en prestijli okulları Fetullahçıların kontrolü altındaydı, hatta en stratejik devlet kadrolarına bunların eğittiği CIA elemanları oturmuşlardı. Ve yine 17 milyon nüfuslu, ama çok geniş ve verimli topraklara, zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahipKazakistan’da Fetullahçıların, CIA Karakolları gibi kullandıkları 35 lise, 3 İnternational School, 2 üniversite, 58 dershane ve dil kursları bulunmaktaydı. Turgut Özal’ın, Süleyman Demirel’in ve Bülent Ecevit’in özel imtiyaz ve iltimasıyla Türki Cumhuriyetlere yerleşen CIA-MAAT eğitimden bürokrasiye, ticaretten siyasete bir şebeke ağı kurmayı başarmışlardı.

2- AKP iktidarını biraz hırpalayıp korkutmak ve Büyük İsrail Programına (BOP planına) daha uygun ve mahkûm konuma taşımak üzere bu darbe girişimi yapılmıştı. Ancak kuvvet ve kudret sahibi Amerika değil Allah’tı. Türkiye’deki Devlet kadroları bu hazırlıkları önceden sezip, Amerika’nın hesaplarını bozacak ve aleyhine sonuçlar doğuracak basit ama stratejik manipülasyonlarla, FETÖ’cü hain kalkışmayı Milli amaçlara yarayacak sonuçlara yönlendirmeyi başarmışlardı. Sn. Cumhurbaşkanına da hangi aşamada nasıl davranacağı, hatta tepkisini hangi sözlerle açığa vuracağıkonusunda gerekli bilgiler herhalde kendisine aktarılmıştı. Gerçi birçok zamanlama hatası yapılıp en az bir ay sonra söylenmesi gereken sözlerin daha ilk gün konuşulması, sırıtmıştı. Hatırlayınız, hain darbe girişiminin henüz ilk saatlerinde Sn. Erdoğan “Telaşa gerek yok, her şerden bir hayır çıkar, bu hain girişim de pek çok yararlı sonuçlar doğuracaktır!” anlamında ifadeler kullanmışlardı… Bu tavrı “yüksek bir cesaret ve metanet”le izah etmek imkânsızdı ve insan fıtratına aykırıydı. Zira böyle büyük bir felaket karşısında böyle bir sükûnet ve teslimiyet oldukça alakasız ve abartılıydı. Örneğin zar zor bir ömür boyu kıt kanaat birikimleriyle bir TIR kamyonu alan adama “Bir kaza sonucu TIR’ın parçalandığı, yükünün dağıldığı ve şoförü olan oğlunun ağır yaralı hastaneye kaldırıldığı” haberi verilen babanın, imanı ve iradesi ne kadar güçlü olursa olsun, ilk normal tepkisi: “Allah’ım, bu beklenmedik musibet karşısında sabrımızı artır ve hasta evladımı bize bağışlayıp sağlığına ve sevdiklerine ulaştır!” olacaktır. Ama bu acı haberi alır almaz: “Her şerden bir hayır doğacaktır, bu musibet de kim bilir ne yararlı sonuçlara sebep olacaktır…”demesi anormal bir tavırdır!.. Çünkü böyle yaklaşması için, ya oldukça duyarsız ve vicdansız olmalıdır veya bu kazayı önceden beklemesi ve bir şekilde bilmesi lazımdır.

Bizzat Sn. Cumhurbaşkanı şunları aktarmışlardı:

“Şimdi dünyada bize akıl verenler, bu kadar (FETÖ’cü) ismi nasıl ve nereden biliyorsunuz? Nasıl olur da hemen toplayabiliyorsunuz? Bana soruyorlar bunları… Ya hu biz devletiz, Çatladıkapı Muhtarlığı değiliz. Nerde kim ne yapıyor?, bunların hepsini devlet bilmiyorsa onun istihbaratı bilmiyorsa kusura bakmasınlar…” şeklinde konuşmaktaydı. İyi de sormazlar mı:“Madem böyle her şeyden haberdar bir istihbaratınız vardı da neden FETÖ kalkışmasını ve TSK içindeki kumpaslarını vaktinde öğrenip gerekli tedbirleri almadınız?” Yoksa 15 Temmuz bir senaryo tatbikatı mıydı? Bunca insanımız neden ve nasıl kurban kılınmıştı?

Bediüzzaman’ın “yanılgı” itirafları ve asıl “Süfyan”ın Fetullah Gülen olduğu ihtarı!

“Hatta bu defa sırrı İnna ağtayna’nın remizli risalesini on üç seneden beri görmediğim halde buraya göndermek bir derece ihtiyat kaidesine muhalif olduğu gibi, herkes anlamaz, hem tevil ve tefsir lazımdır. Çünkü Lahikada bir mektupta yazmıştım ki, iki hakikat mücmelen bana ihtar edilmişti:

Birisi: Bir derece dar bir dairede bir nur gösterilmişti; geniş bir dairede mana verip kırk sene evvel “Bir nur göreceğiz” diye müjde veriyordum. Hatta Hürriyetten evvel, eski talebelerime de o müjdeyi mükerrer söylüyordum. Zannederdim ki, geniş siyaset dairesinde olacak. Halbuki bu memleketin en ziyade muhtaç olduğu imanî ve İslâmî ve hayat-ı içtimaiye-i İslâmiye dairesinde Risale-i Nur’u göreceksiniz diye hakikatten bana ihtar edilmiş; bir hiss-i kablelvuku ile musırrane ve tekrarla ben de haber veriyordum, o hak ve hakikatlı meselenin sûretini değiştiriyordum.

İkincisi: Şeâir-i İslâmiyeye ve siyaset-i İslâmiyeye darbe vuranlar on iki, on üç, on dört, on altı sene zarfında büyük darbeler yiyecekler diye bana ihtar edildi. Evvelki meselenin aksine olarak, geniş dairede vuku bulan o hâdisâtı ve büyük cemaatlere gelen o tokatları, küçük bir dairede şahıslara gelecek tokatlar suretinde mânâ vermiştim ki, tam aynen iki dairede, hem küçük, hem büyük, on iki sene sonra en müthişi dünyayı terk ettiği gibi, büyük dairede de onun gibi dehşetli cemaatler on iki, on üç, on dört, on altı tarihlerinde aynı tokatları yediler ve yiyecekler diye ihtar edildi.

Ben, tevilimle bu büyük daireyi yalnız küçükte tatbik ettiğim gibi, evvelki “nur” meselesinde de bilâkis küçük daireyi ve sırf imanî hâdise-i Nuriyeyi pek geniş daire-i siyasiyede tevilimle mânâ vermiştim. Onun için, sırr-ı İnna ağtayna’yı herkes birden anlamaz. Hem şahsî isimleri böyle mesail-i ilmiyeye girmemek lâzım olduğundan, o risale hattâ on üç seneden beri elime geçmediğinde isabet var; kardeşlerim dahi onu merak etmesinler. Biri eğer çok merak etse, o sırr-ı İnna ağtayna’nın başında “Şimdiki saniyen” ile başlayan fıkrayı ve Lâhikada geçen aynı meseleye dair fıkrayı okumak lâzımdır; yoksa hiç bakmasın.

O ikinci Harb-i Umumî ve o dehşetli şahsın dünyadan gitmesiyle ve şimdi de onun mesleği geri çekilmesi ve bir kısmı o mesleğin aksine din lehinde resmen çalışması ve ehl-i imanın istibdad-ı mutlakadan bir derece kurtulması ve az bir tevil ile o risaleciğin verdikleri haber aynı tarihlerde vuku bulması, o sûrenin bir lem’a-i i’câzıdır. Fakat heyecanlı tevillerim perde çekmişti; hakikat gizlenmiş.”(Emirdağ Lahikası 27. Mektup. Risale-i Nur Külliyatı.2. C. Sh. 1767-1768 Nesil Neşriyat)

Üstad Bediüzzaman Hz.leri; Kalbine doğan bazı ihtar ve ilhamları, kendi ifade ve itirafıyla;

Yanlış yorumlamış…

Alakasız şahıslara ve olaylara işaret saymış…

Yani ilham ve ihtarların tevilinde açıkça ve defalarca yanılmış…

Heyecanlı (ve hissiyatlı) tevilleriyle bazı hakikatleri gizleyip saklamış olduklarını açıkça vurgulamaktadır, samimi olarak ifade ve itiraf buyurmaktadır.

Onun bazı talebe ve takipçileri ise: Bu yanılgıları ve alakasız yorumları haşa -Allah’ın emri, Kur’an’ın haberi- gibi sayarak, bunları esas alarak başka yorumlara ve izahlara başlamış; böylece Risale-i Nurun asıl imani ve ilmi kısımları bırakılıp, böylesi indi tevillerle oyalanır olmuşlardır.

Oysa yukarıdaki kısa bölümde bile, tam beş yerde Hz. Üstat Bediüzzaman:

– “Zannederdim ki geniş siyaset dairesinde olacak (diyordum).

– O hak ve hakikatli meselenin suretini (bilmeden) değiştiriyordum.

– Büyük Cemaatlere gelecek tokatları küçük bir dairedeki (özel) şahıslara gelecekmiş gibi mana veriyordum. (Yani Süfyan diye Mustafa Kemal’i işaret ediyordum, meğer bu çok geniş ve din istismarcısı hain bir cemaat lideri (Fetullah Gülen) olacağını çok geç fark ediyordum.)

– Ben (yanlış) tevilimle bu büyük daireyi (FETÖ’cü Cemaat teşkilini) yalnız küçük’te tatbik ettiğim gibi, (Gelecekte çıkacağını gördüğüm) evvelki “nur” meselesini de, Risale-i Nur hizmetleri yerine, geniş siyaset dairesinde zannedip yanıldığımı anlıyordum.

– Hâlbuki (Atatürk gibi) özel şahsi isimleri böyle ilmi meselelere (ve ilham ve işaretlerin tevillerine) girmemek lazımmış!.. (Kanaatine varıyordum.)

Hz. Üstat bu yanılgılarından (yorum ve içtihat hatalarından) dolayı, iyi niyeti, dine ve millete hizmet gayreti ile davranıp doğruyu bulmaya çalıştıklarından, inşallah bir sevap almışlardır. Çünkü hadisi şeriflere göre, bu tür ilmi ve fikri içtihat yanılgılarında ve yorum hatalarında bir sevap, isabet etmesi durumunda iki sevap alacağı haber buyrulmaktadır. Ama, haşa, “Bediüzzaman asla yanılmaz, yanlış yapmaz, hataya kapılmaz” düşüncesiyle, Onu masum ve günahsız görmek açıkça dalalet ve sapkınlıktır. Ve zaten pek çok şaşkınlık bu düşünceden kaynaklanır. Üstelik, yukarıdaki sözlerinde, birçok tevilinde nasıl yanıldığını bizzat kendisi söyleyen Üstat Bediüzzaman’ı da yalancı çıkarmaktır. 

Erdoğan yalakalığına “Erbakancılık” kılıfı!

BOP’un dinci ayağı Fetullah Gülen’in; Kur’an’a, İslam fıkhına, akla ve vicdana aykırı zırvalarına bile nice hikmet ve keramet kılıfı uydurulmasına, Bediüzzaman Hazretlerinin, bizzat kendi itiraf ettiği; ayetlere, hadislere ve icma-ı ümmete ters düşen: (Ehli Kitabın -(Yahudi ve Hristiyanların) bir kısmının Müslümanlarla ittifak kuracakları, küfre ve zulme birlikte karşı duracakları) gibi yanılgılarına bile haşa Kur’an’ın haberi ve Hz. Peygamberin müjdesiymiş gibi yapışılmasına karşılık, şimdi bazı gruplar da Erbakan Hoca’nın, Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarıyla ilgili bütün uyarılarını “tersinden yorumlayarak” yeni bir şaşkınlık ve sapkınlık ortaya çıkarmışlardı. Bunun yüzlerce örneği vardı ama hatırladığımız kadarıyla birkaçını sıralayalım:

Fikret Bila’nın Başkent Oturumları TV programında Hocamız:

“Ey Tayyip!.. Senin İmam Hatip mezunu olman, Hanımı tesettürlü bulunman, namaz kılman, oruç tutman… Evet bunlar ahirette sevap terazine konulacak… Ama İsrail yandaşlığın, Irak’taki ABD vahşetine suç ortaklığın da terazinin diğer kefesine konulacak… 1,5 milyar Müslümanın, hatta 6 milyar insanın bu Siyonizm’in zulmü altında ezilmesine ve sömürülmesine dolaylı yardımcı olmanın vebali de koyulacak… “Efendim, ben bunların bu kadar büyük günah olduğunu bilmiyordum, böyle düşünmüyordum!” demen de seni kurtaramayacak… Çünkü Cenabı Hak: “Biz sana helalı haramı, doğruyu yanlışı, dostu düşmanı, Hakkı batılı göstermek ve öğretmek üzere Kur’an’ı Kerim’i gönderdik, hiç açıp bakmadın mı, emirlerimi hesaba katmadın mı?” buyuracak… Değil sen, hatta 7 sülalen 70 sene alnını secdeden kaldırmasa, yine de Irak’taki mazlumların ahının kefareti olmayacak…” buyurmuşlardı. Ama Erdoğan ve yalakası Erbakan istismarcılarına göre: “Erbakan Hoca Tayyip Bey’in şahsında AKP iktidarının haksızlık ve yanlışlıklarını ortaya koymak ve AKP’ye kaymasınlar diye halkımızı uyarmak için değil, tam aksine Siyonist ve masonik odakları aldatmak ve Recep Bey’in önünü açıp yolunu kolaylaştırmak niyetiyle böyle davranmıştır!..”

Ve yine Aziz Hocamız, Mirgün Cabas’la Ruşen Çakır’ın NTV’deki programında:

“AKP’yi kurduran Siyonizm’dir. Tayyip Erdoğan’ı onlar ileri sürmüş ve iktidara getirmişlerdir. Ara sıra İsrail’le restleşmesi ve sertleşmesi de toplumu oyalamak ve dindar tabanın havasını almak üzere verilen rol gereğidir” buyurmuş hatta Ruşen Çakır’ın“Ne yani, İsrail’i ağır sözlerle tenkit etmesini bile onlar mı istemektedir?” sorusu üzerineHocamız: “Elbette bütün bunlar önceden hazırlanan bir senaryonun parçasıdır. Bu gerçekleri anlamadan ülkemizde, bölgemizde ve yeryüzünde olup bitenleri kavramanız imkânsızdır. O nedenle sizlerin de uzun bir eğitime ihtiyacınız vardır!” diye latife yollu uyarmışlardı.  

Ve yine Hocamız Nedim Şener ve Uğur Dündar’ın bir TV programına katılarak: “Sn. Erbakan siz, Erdoğan’ın Siyonizm’in hizmetinde olduğunu söylüyorsunuz ama, başta Filistin’de ve tüm İslam Ülkelerinde, O kahramanlar gibi karşılanıyor?” sorusuna: “Tabi Türkiye’de olduğu gibi İslam Âleminde de, malum odakların öyle istemesi ve medyayı yönlendirmesi sonucu bu algı oluşturuluyor ve yoğun Tayyip propagandası ile Onu farklı hatta Erbakan’ın devamı sanıyor. Bakın hele, Türkiye’de AKP’nin hakikatini ve derin tahribatını yazan ve konuşan bir tek yazar-TV kaldı mı?” yanıtıyla onların da ayarını ve amacını ortaya koymuşlardı. Ama Erbakan’ın AKP iktidarı ve Erdoğan’la ilgili bütün uyarılarını “Tersinden anlamak ve tam aksiyle yorumlamak” gerektiğini savunan safsatacılara göre bunların hepsi “Erdoğan’ın işini kolaylaştırmak ve Siyonist odakları aldatmak amaçlıydı!”

Bunlar İslam Tarihinde “Bâtıni” ve “Hurufi” diye tanınan safsatacıların günümüzdeki devamıydı!

Bâtınilik: Kur’an ayetlerinin zahiri anlamlarının dışındaDevamını okumak için tıklayınız.

    Güncel makalelerimizden istifade etmek istiyorsanız lütfen aşağıdaki kutuya e-mail adresinizi yazarak bize gönderiniz.