Yalan ve Palavra Üzerine Kurulan: AKP SALTANATININ “SOSYAL TUFANI” YAKINDIR!

982
Paylaş:

Dünyamızdaki tabii hayatın hoyratça tahribatı, hızla artan ahlaki yozlaşmalar ve zulüm-sömürü çarkları yüzünden doğal tufanların (deprem, tsunami ve kasırga benzeri felaket olaylarının) çoğalması gibi; Hak davasına ve halkına rağmen iktidar hırsıyla işbirlikçiliğe razı olan AKP’nin; ekonomik, siyasi ve ahlaki yıkım icraatları nedeniyle başına gelebilecek bir “SOSYAL TUFAN” oldukça yakındır ve bu “sünnetullah = İlahi adalet kuralları” icabıdır.

Bazı ulusalcıların ve ırkçıların dolaylı AKP yandaşlığı!

AKP iktidarını ve Sn. Erdoğan’ı, başarıyla yaptığı ve hiç sakınmadığı “Din istismarcılığı” ile değil de, doğrudan Dincilik ve İslamcılıkla suçlayan ve bunların bozuk icraatları ve tahribatları bahanesiyle, her fırsatta ve dolaylı laflarla bizzat İslam’a saldıran bazı ulusalcıların ve ırkçıların asıl korkuları; aklı, vicdanı, bilimsel doğruları ve Kur’an’ı esas alan bir Adil Düzen kurulmasıdır. Böylesine olumlu ve onurlu bir düzeni bu iktidarın ve Sn. Erdoğan’ın kuramayacağını, hatta zaten bu kutlu amaca çok yaklaşan Rahmetli Erbakan’a hıyanet karşılığı iktidara ve şimdi Başkanlığa taşındığını da bu marazlı çevreler çok iyi bilip durmaktadır. Ancak bunlardan kimileri gaflet ve cehaletle, kimileri bilinçle ve istemle, ama hepsi; kararmış vicdanlarına sinmiş Din düşmanlığısebebiyle, “Dine sarıldığı ve İslam nizamına hazırlandığı” bahanesiyle Sn. Erdoğan’a sataştıkça, ona mazeret ve meşruiyet kazandırmaktadır ve bu yaklaşım dindar halkımızı AKP’nin tuzağına/toruna sürmekten başka işe yaramamaktadır. Şimdi bu iktidarı ve Sn. Erdoğan’ı; ABD Yahudi Lobilerinin, Rothchildlerin, Rockefellerin ve İsrail’in Siyonist ve emperyalist emellerine hizmet etmekle suçlayanlar; ABD ve AB’nin güdümüne girdi diye sataşanlara sormak lazımdı: Yahu bu ithamlarınızda samimi iseniz ve gerçekten bu dış merkezlerin ve işbirlikçilerinin hıyanetlerine tepkili iseniz: Rahmetli Ecevit ve Demirel dahil, bütün sağcı ve solcu partilerin ve liderlerinin ve şu anda CHP gibi muhalefetin de aynı mahfillerin güdümünde ve hizmetinde olduklarını bilmiyor olamazsınız; öyle ise niye onları saygı ile anıyor da Erdoğan’a hışımla saldırıyorsunuz? Din istismarına ve İslam’ın siyasette ve devlet yönetiminde bir araç olarak kullanılmasına karşı çıkmanız doğru ve doğal bir yaklaşımdır, ama net şekilde ve mertçe söyleyin; Kur’an’ın sarih (açık) ayetlerinin ve Hz. Resulüllah’ın sahih (gerçek) hadislerinin her konudaki buyruklarına razı mısınız, haydi siz inanmasanız bile (ki o da bir tercih hakkıdır) bunlara inanan müminlerin İlahi ve Nebevi emirleri özgürce uygulamasına hazır mısınız? Hiç sağa sola kıvırmayın ve nifak (iki yüzlülük) tavrıyla kıvranmayın!.. Bu nedenle tekrar belirtiyoruz ki, sizlerin asıl kuşku ve düşmanlığınız AKP iktidarına ve Sn. Erdoğan’a değil, bizzat İslam’adır.. Yoksa AKP’nin de, bu bozuk düzenin de ve sizlerin de, arkanızda hep aynı odakların bulunduğunu ve aynı nefsi hırslar ve dünyevi hesaplar peşinde koştuğunuzu –içinizdeki saftirikler hariç- bilmeyeniniz kalmamıştır. Bunun için açıkça söylüyoruz ki; 1- Aklı selimin, 2- Müsbet bilimin, 3- Vicdani kanaatin, 4- Tarihi deneyim ve birikimin, 5- İlahi Dinin (Kur’an-ı Kerim’in ve hadisi şeriflerin) hepsinin ittifakla; hayırlı, yararlı, iyi, güzel ve gerekli bulduğu şeyleri DOĞRU… Ama bu beş temel ölçünün ittifakla; kötü, çirkin ve zararlı bulduğu şeyleri de YANLIŞ kabul ederek, yani doğru’lara dayanarak ve yanlış’lardan sakınarak hazırlanan bir Adil Düzen‘e düşmanlık şeytanlık damarıdır.

Afişe olmuş yalanlar ve sahte sloganları

Sn. Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın ve Bakanların 16 Nisan referandum kampanyasında bütün mahfillerini ve “hayır” kampanyası yürütenleri “yalan” söylemekle suçlamışlardı. Oysa bu tavır kendi palavralarını pazarlama amaçlıydı. Referandum ile değiştirilmek istenen yeni Anayasa’nın nelere yol açabileceğine ilişkin eleştirileri çürütmeye yönelik açıklamalar yerine, kısaca “yalan” deyip geçiyorlardı. Çünkü kendileri de gayet iyi biliyor ki söylenenler doğru saptamalardı. Tam tersine, AKP’nin afişlerde, ilanlarda ve reklamlarda kullandığı sloganlar yalandı, yanlıştı ve gerçekleri örtmeye, perdelemeye yönelik yakıştırmalardı. Örneğin; AKP’nin kampanya afişlerinde ve gazetelerde yayımlanan ilanlarından birinde şöyle bir slogan vardı:

“Güçlü ve yetkili Meclis kuruluyor. Kanunları sadece Meclis yapıyor.”

Bu iddia, Türkiye’nin yıllardır nasıl yönetildiğini bilmeyen bir uzaylı dışında hiç kimsenin inanmayacağı ve ciddiye almayacağı bir çarpıtmaydı. Çünkü zaten bu ülkede, kanunları Meclis’ten başka kimse çıkarmamıştı. Darbelerin geçiş dönemleri bir kenara bırakılırsa, bütün kanunlar Meclis’te yapılmıştı. Herhangi bir kurum ya da kişi kanun yapmamıştı, yapamazdı. Bunlar böyle diyerek, aslında bir gerçeği örtmeye çalışıyorlardı, o da Cumhurbaşkanı’nın, kanun çıkarılmasına ihtiyaç duymadan kararnameler yoluyla ülkeyi idare etme yolu açılmaktaydı.Referandumda “evet” oyu çıkarsa değişecek 104. Madde ile Cumhurbaşkanı’na şöyle bir yetki sağlanmıştı: “Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir.” Bu kararnamenin hükümsüz hale gelebilmesi ancak Meclis’ten aynı konuda farklı bir kanun çıkarılmasıyla mümkün olacaktı. Daha önce yürütme alanına ilişkin böyle düzenlemeler, Meclis’in çıkardığı kanunlar tarafından yapılıyordu, şimdi bu işi bir kişi yapacaktı. Hatta Cumhurbaşkanı olağanüstü hal ilan etmeye gerek görürse de “kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi” vardı.

AKP’nin ilan ve afişlerinde sloganlardan biri de şöyle yazılmıştı:

“Milletin hem Meclis’i, hem hükümeti seçmesi için evet.”

Oysa böyle bir şey referanduma sunulan değişikliklerin hiçbir yerinde bulunmamaktaydı, yani tam bir aldatmacaydı. Çünkü bu yeni sistemle, Millet Meclis’i ve Cumhurbaşkanı’nı seçecek, hükümeti oluşturma Cumhurbaşkanı’nın elinde olacaktı. Hatta, Cumhurbaşkanı yardımcılarını, ki bunların sayısı belli değil, ve “bakanları” Cumhurbaşkanı kendisi atayacak, ve bunlar Meclis’in onayına tabi tutulmayacaktı. Üstelik Meclis bu atamalara karışamadığı gibi, “bakanları” ve Cumhurbaşkanı yardımcılarını denetleme, gensoru ile düşürme yetkisi bile elinden alınmaktaydı. Zaten Başkanlık sisteminde bizim bugüne kadar bildiğimiz anlamda bir “hükümet” de olmazdı. Yürütme gücü bir tek kişide toplanacaktı, yetki de sorumluluk da onda olacaktı. Parlamenter sistemin Bakanlar Kurulu’nda olduğu gibi ortak bir sorumluluk taşımayacaktı. Her biri tek tek sadece Cumhurbaşkanı’na karşı sorumlu tutulacaktı. Bu nedenle bu kişilere ABD’de “bakan” değil, sekreter diyorlardı. Ve zaten Anayasa değişikliği metninin hiçbir yerinde “hükümet” ya da “Bakanlar Kurulu” gibi ibareler de bulunmamaktaydı…”[1]

AKP’lilerin en büyük yalanlarından birisi de: “EVET” afişlerinde Erbakan Hoca’nın resimlerinin kullanılması ve Aziz hatırasının istismara kalkışılmasıydı!

Daha önce hıyanet ettikleri ve davasına vefasızlık gösterdikleri Erbakan Hoca’nın fotoğraflarını basıp “EVET” propagandası yapmak, ancak utanma duygusunu kökten yitirenlerin yapacağı bir sahtekârlıktı. Bu istismar ve iftiralara Kayseri’de rastlanmıştı. Referanduma sayılı günler kala Erbakan Hocamızın fotoğraflarıyla afiş yapıp, Kayseri caddelerinde “Evet” kampanyası yürütülmesine Saadet Partisi de haklı olarak karşı çıkmıştı. Milli Gazete’ye konuşan Saadet Partisi Kayseri il Başkanı Mahmut Arıkan, kimin tarafından yaptırıldığı ve asıldığı belli olmayan afişler için YSK’ya şikâyette bulunduklarını açıklamıştı.

“Amerika ve Avrupa “Başkanlığa Hayır” deyip karşı çıkıyor” iddiaları da palavraydı!

İngiliz Times’tan ‘evet’ çağrısı yapılmıştı

Çünkü İngiltere’de yayınlanan ve küresel sermayenin güdümünde bulunan The Times yazarı Roger Boyes, gazetenin 12 Nisan 2017 Çarşamba günkü sayısında yayınlanan makalede referandumdan ‘evet’ sonucu çıkmasının Ortadoğu için de olumlu bir gelişme olacağını yazmıştı. “Ortadoğu’nun daha güçlü bir Erdoğan’a ihtiyacı var” başlıklı makalesinde referandumdan ‘evet’ sonucu çıkmasının Türkiye’deki muhalifleri üzeceğini ama Ortadoğu için iyi olacağını hatırlatmıştı. Boyes’e göre, Batı’nın Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’la iyi ilişkiler kurması lazımdı. Ve bunun yolu da “Kürtlere özgürlük sağlamak”tı. “Türkiye’nin kabadayı sultanı Recep T. Erdoğan hakkında daha fazla endişelenmeli miyiz?” sorusuyla başlayan yazıda muhaliflerin, referandumdan ‘evet’ çıkması durumunda Erdoğan’ın yetkilerini istismara kalkışacağını ve medyaya yönelik baskıları artıracağını, ‘hayır’ çıkması durumunda da olağanüstü hali sonsuza kadar uzatacağını konuştuklarını aktarmıştı.

Roger Boyes yazıda şu görüşleri vurgulamıştı: “Buna rağmen bugün Ortadoğu’nun ihtiyacı olan şey, anayasal sınırları içinde hareket eden daha güçlü bir Erdoğan’dır. Erdoğan hiçbir zaman AB’nin veya Türkiye’nin şehirli liberallerinin seveceği türden bir demokrat olmayacaktır. Ama Singapur’u bir nesil içinde üçüncü dünyadan birinci dünyaya taşımayı başaran Lee Kuan Yew gibi bir otokrat olması yararlıdır. Erdoğan 1. döneminde, Arap Baharı’nda ülkelere örnek gösterilen bir modelin lideri konumundaydı. Erdoğan 2. döneminde ise derin devlet endişesi ve Suriye’deki gelişmeler nedeniyle kimseye güvenmeyen bir otokrata dönüşmüş durumdaydı. Türkiye’deki arkadaşlarım saflığımla dalga geçse de Pazar günkü referandumu kazanması durumunda Erdoğan 3. dönemini görebileceğimizi düşünüyorum. Esad rejiminin son yıllarında başkanlık yapan ve sürekli arkasını kollamak zorunda olmayan güçlü bir Türk lideri tam da ihtiyaç duyduğumuz bir gelişme sayılmalıdır.”

Hollanda ve Almanya’daki bazı huysuz, lüzumsuz ve soysuz kışkırtmaların ise “Evet oylarını artırmaya yönelik şovlar” olduğu zaten sırıtmaktaydı ve hedefine ulaşmıştı.

Sayın Erdoğan 16 Temmuz gecesi, saat yarım civarlarında CNN Türk’e telefon üstünden bağlanarak yaptığı konuşmada: “Yalnız şunu özellikle söylemek istiyorum ki: Bir defa bu ülke demokratik parlamenter sisteme inanmış bir ülkedir. Duyuyor musunuz?” buyurmuşlardı. Yani “sıkıştığında TBMM’yi temel alan sistemi savunan Erdoğan, ardından kendisine bu fırsatları sağlayan bu Meclisi göstermelik konuma taşımak için çırpınmaktaydı” diye kınayanlar haklıydı. Çünkü Türkiye’deki parlamenter sistemin yerine başkanlık adı altında tek adama dayalı ilkel bir sistemin getirilmesini ABD-Yahudi Lobileri planlamıştı. Sn. Erdoğan 22 Eylül 2016’da ABD’ye gidip New York’ta Siyonist liderlele görüştükten sonra Başkanlık propagandası hız kazanmıştı.

2006 yılında Yahudi asıllı CIA görevlisi Paul Bernard Henze, Amerikan Başkanı George W. Bush’a sunduğu raporda Türkiye hakkında şunları yazmıştı:

“Türkiye’nin bu şekliyle ABD politikalarının yanında bulunacağından emin bulunamayız… Ülkeyi kuranlar, denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar… Hükümeti ikna ettiğimizde meclis, meclisi ikna ettiğimizde ordu, orduyu ikna ettiğimizde yargı karşımıza çıkıyor… Eğer ABD çıkarları, Türkiye’de federal devlet kurulmasını gerektiriyorsa; mutlaka yargı, ordu, meclis ve hükümeti tek elde toplayan başkanlık rejimine geçilmesi gerekiyor. Bir kişiyi ikna etmek, birbirini denetleyen yapıyı ikna etmekten çok daha kolay olacaktır… Eğer o kişi, ABD çıkarlarına yardım etmek konusunda tereddüt ederse; o yapıyı yıkmak da ABD için sorun olmaz!..” İşte bu belge açıkça gösteriyor ki başkanlık projesi, Amerikan planıdır.

Yeni Anayasa’nın “Eyalet sistemine ve bölge özerkliklerine kapı açtığı” kuşkularını“yalan” sayanların kendileri eğer kısır akıllı değillerse, mutlaka art maksatlıydı. Çünkü değiştirilen 123. maddesi: “Kamu tüzel kişiliği kanunla ve Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir..” şeklinde yazılmıştı. Belediyeler de “Tüzel Kişilik” kapsamındaydı. Yarın Sn. Cumhurbaşkanı tek başına çıkardığı bir kararname ile, Güneydoğu’daki belediyeler, hatta özel bir statü ile AB’ye katılımı konuşulan İstanbul Belediyesi’ne, bölgesel özerklik verilmek suretiyle, yıllardır dayatılan federasyona geçiş hazırlığına kılıf uydurulamayacağının bir garantisi var mıydı?

Milli Gazete’den Sn. İshak Beyazay’ın tespitleri oldukça anlamlıydı.

“İstanbul’a neden bu kadar çok yatırım yapılmaktadır? Oysa aynı oranda Anadolu’nun kalkınması üzerinde durulmamaktadır. İstanbul belediye başkanı iken, İstanbul için farklı düşünen Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan; başbakan ve Cumhurbaşkanı olunca neden düşüncesini değiştirdi ve en çok yatırımı İstanbul’a yapmıştır? Bunun izlerini sürerken araştırmam beni 2001 yılına götürdü ve karşıma bir Türk olan Ayla Bakallı’nın ABD’deki lobi şirketi çıktı. Ayla Bakallı uzun yıllar önce ABD’ye yerleşmiş ve orada öğretim görevlisi olarak çalışan bir hanımdır. Sadece öğretim göreviyle yetinmemiş ve kendi adıyla anılan birlobi şirketi kurmuşlardır. Kurduğu bu şirket CFR’nin yani ABD Dış İlişkiler Konseyi’nin denetiminde çalışmaktadır. Bu şirket Abromowitz tarafından gönderilen memorandumla önem kazanmaktadır. Memorandum: Kısaca açıklarsak uyarı yazısı, diplomatik nota, muhtıra anlamındadır. Ayla Bakallı bu uyarı yazısında şunları hatırlatmıştı;

“Mr. Recep Tayip Erdoğan,

Sizin küreselleşme ile demokrasi ilişkilerini bağdaştırma yönündeki adımlarınız, Türkiye’ye kriz sırasında destek olan uluslararası güçler tarafından da olumlu karşılanmıştır. Ankara… Devamını okumak için tıklayınız.


[1] Bak: 11.04.2017, Afişler gerçeği yansıtmıyor, Mehmet Y. Yılmaz

[2] Bak: 08.04.2017, Milli Gazete

[3] burakkillioglu@milligazete.com.tr

    Güncel makalelerimizden istifade etmek istiyorsanız lütfen aşağıdaki kutuya e-mail adresinizi yazarak bize gönderiniz.