İSRAİL’İN KÜRDİSTANI AKP’NİN TORNİSTANI

970
Paylaş:

17 Ağustos 2017

İsrail’in “Kürt Devleti” Planı ve AKP’nin “Normalleşme” Palavrası!

Türk Halkının Mescid-i Aksa’ya yönelik ihlal ve kısıtlamalara en sert tepkiyi veren toplum olarak öne çıkmasının ardından, İsrail siyasetinde ve basınında “bağımsız bir Kürt devletini destekleme” çağrıları artmaya başlamıştı.

Doğu Kudüs ve Batı Şeria’yı yarım asırdır işgal altında tutan, uluslararası hukuku hiçe sayarak buralardaki Filistinlilerin topraklarını gasp edip sahip çıkan ve Müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksa’daki ibadet özgürlüğünü kısıtlamaya kalkan Siyonist Tel Aviv yönetimi, “Cam evde yaşayanlar taş atmasalar kendileri için daha iyi olur.” açıklamasında bulunarak Türkiye’ye gözdağı vermeye çalışmıştı.  Hüküm sürdüğü 400 yıl boyunca Kudüs’e, tarihindeki en huzurlu dönemi yaşatan ve tüm semavi dinlerin mensuplarının da haklarını koruyan Osmanlı Devleti’ne dil uzatmaktan da sakınmayan İsrail Dışişleri,“Osmanlı’nın günü geçti. Kudüs Yahudilerin başkentiydi ve başkenti kalacak.” şeklinde küstahlaşmıştı. Açıklamada, “Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’ı işgal altında tuttuğu ve Kürtlere baskı uyguladığı” da vurgulanmıştı. Siyonist İsrail yönetiminden bu yönde açıklamalar gelirken, basında da bu konu geniş yer bulmaya başlamıştı. İsrail’in en büyük gazetelerinden sağcı Jerusalem Post gazetesinde yayınlanan başyazıda, İsrail’in Türkiye’ye karşı bir Kürt devletini desteklemesinin “zorunluluk” olduğu iddiaları üzerinde dikkatler durulmalıydı. 

Siyonist muhalefet de destek çıkmıştı

İsrail hükümetinden ve basınından gelen bu açıklamalara bir destek de Siyonist muhalefetten geliyordu. Bir önceki hükümette maliye bakanlığı görevini yürüten ve şimdi muhalefetteki Yeş Adit partisinin lideri olan Yari Lapid, hükümete Türkiye’ye karşı daha saldırgan bir politika izlemesi çağrısında bulunmuştu. Netanyahu’ya rakip olarak gösterilen Lapid, İsrail hükümetinin sürekli olarak istediği “bir Kürt devletinin kurulmasını desteklemesi” ve sözde “Ermeni soykırımını” tanıması gerektiğini savunmuştu. İsrail basınından yansıyan haberlere göre Tel Aviv’de gazetecilere açıklamalarda bulunan Lapid; “Her seferinde bizi daha sert bir şekilde tekmeleyen Türklere kendimizi sevdirmeye çalışmaktan vazgeçme zamanı geldi. Artık şunu dememiz lazım: Tamam, anlıyoruz. Şimdi biz de kendi politikalarımızı uygulamak zorundayız. Şu andan itibaren bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasını destekliyoruz. Ermeni soykırımını tanımamız gerekiyor. Türkiye ile ilişkilerimiz iyiyken yapmadığımız her şeyi şimdi yapmalıyız” şeklinde konuşmuştu.

Bu arada ABD’nin Kürtçü teröre silah yardımları hızlanmıştı.

İşgalci ABD’nin, Suriye’de terör örgütü PKK/PYD’ye DEAŞ’la mücadele yalanıyla askeri yardımları artmıştı. Son olarak içinde binlerce silah, zırhlı jipler ve vinçlerle dolu 100 tır Rakka’nın kuzeyindeki terör unsurlarına ulaşmıştı. Böylece ABD’nin PKK-PYD terörüne gönderdiği silah toplamı 900 tırı aşmıştı. İçinde tankların, uçaksavarların ve ağır makinalıların bulunduğu 900 tır dolusu silah, bir terör örgütünü donatmaktan çok öte, Türkiye’ye karşı topyekûn bir saldırı hazırlığıydı. ABD’nin bu düşmanca ve küstahça tavrını hâlâ doğru okuyamayan ve gerekli tedbirleri almayan bir iktidarın gafleti, hıyanetten beter sonuçlar doğuracaktı.

Temmuz’un son günü gece saatlerinde askeri araç gereç ve mühimmat taşıyan 100 tırın daha, Irak sınırından geçerek örgüt kontrolündeki Haseke’ye girdiği saptanmıştı. Konvoyda ABD Ordusunun kullandığı yüksek hareket kabiliyetli zırhlı “Hummer”lar, 4×4 jipler ile vinçler kafaları karıştırmıştı. Ayrıca 5 Haziran’da 60, 12 Haziran’da 20, 16 Haziran’da 50 ve 21 ile 26 Haziran’da toplam 120, 5 Temmuz’da 82, 9 Temmuz’da 102, 13 Temmuz’da 95, 17 Temmuz’da 100 olmak üzere 629 tır, PKK/PYD bölgesine teslimat yapmıştı. ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’dan edindiği belgede, Suriye’de PKK/PYD’nin de içinde olduğu gruplara verilecek silahlar listesinde, 12 bin kalaşnikof marka tüfek, 6 bin makineli tüfek ve 3 bin 500 ağır makineli tüfeğin yanı sıra 3 bin Amerikan yapımı RPG-7 ve bin Amerikan yapımı AT-4 veya Rus yapımı SPG-9 tanksavarın da yer aldığı anlaşılmıştı. Belgede ayrıca aynı kapsamda değişik kalibreye sahip 235 havan topu, 100 keskin nişancı tüfeği, 450 PV-7 tipi gece görüş dürbünü ve 150 kızılötesi lazer aydınlatıcı dürbünün terör örgütüne ulaşacağı bilgisi yer almıştı. ABD’nin öncülük ettiği Birleşik Görev Gücü Doğal Kararlılık Operasyonu, Rakka kent merkezine yönelik operasyonunun 6 Haziran itibarıyla başladığı açıklanmıştı. Ancak ABD’nin PKK/PYD’ye Nisan 2016’dan bu yana askeri yardımda bulunduğu biliniyordu ve silah dolu tır sayısı 900’ü aşmıştıBütün bunlar İsrail’in de çok arzuladığı KÜRT DEVLETİNİ kurma hazırlıklarıydı.

Akılcı bir dış politika insani idealler kadar Milli menfaatlere de dayanmalıdır. Oysa AKP Türkiye’sinin İsrail’e paralel bir Ortadoğu politikası oluşturmasının ve normalleşme anlaşması imzalamasının yanlışlığı tümüyle rasyonel bilgiler ve gelişmeler çerçevesinde kesinlik kazanmıştır. İsrail, Ortadoğu’daki varlığını daimi bir tehdit altında görüp huzursuz olmakta ve bu nedenle de 1950’lerden bu yana bu coğrafyadaki devletlerin içindeki azınlık isyanlarını destekleyip kışkırtarak, böylece bölgeyi irili-ufaklı mini devletlere bölmeyi amaçlamaktadır. Bu nedenle, Ortadoğu devletleri içinde bölgede bir Kürt Devleti oluşmasını isteyen yegâne ülke İsrail ve Amerika’dır. Dahası, 1960’lı yıllardan bu yana bu hedefe yönelik somut politikalar uygulamaktadır. ABD’nin Kürt Devleti projesine destek vermesinin arkasında da asıl olarak İsrail’in bu ülke üzerindeki etkisi vardır. Türkiye’nin kendi toprak bütünlüğünü etkilemeyeceğini umarak bir komşu ülkede -özellikle Irak’ta- bir Kürt Devleti kurulmasına onay vermesi ise bir aldanma olacaktır; dışarda kurulacak bir Kürt Devleti’nin bir “domino etkisi” yaratarak Türkiye’ye uzanması kaçınılmazdır. Dolasıyla Türkiye’nin kendi toprak bütünlüğüne tehdit oluşturacak bir projenin en büyük destekçisi ile stratejik ortak haline gelmeye çalışması, büyük bir hatadır. İsrail’in su sorunu konusundaki tavrı ise tam tamına Türkiye’nin politikalarının zıddıdır.

Bunlara dayanarak Türkiye’nin İsrail’e yakınlaşma -daha doğrusu İsrail’in güdümüne sokulma- sürecine karşı çıkmak ise, ideolojik değil tümüyle rasyonel ve pragmatik Milli bir tavırdır. Ve bu durum bizi bir başka sonuca ulaştırmaktadır: İsrail’i ve İsrail’in eksenine girme sürecini eleştirmek ideolojik bir tavır olmadığına göre, asıl bu tavrı ideolojik bir saplantı gibi göstermeye çalışan ve İsrail’in gönüllü propagandacılığını yürüten çevrelerin hareket noktası ideolojik olmalıdır. Bu işbirlikçiler: “En iyi savunma saldırıdır” prensibini uygulamakta ve kendi teslimiyetçi dış politika tercihlerini, kendilerini eleştirenleri suçlayarak örtmeye çalışmaktadır.

Diyarbakır’da, skandal bir gelişme yaşanmış: Sözde “Bağımsız Kürdistan” için “Referandum Çalıştayı” yapılmıştı!

Barzani’nin çağrısıyla Kuzey Irak’ta yapılacak olan ve Türkiye’nin şiddetle karşı çıktığı Bağımsızlık Referandumu’nu desteklemek amacıyla, Diyarbakır’da ‘Kürdistan Bağımsızlık Referandumu Çalıştayı’ adıyla bir toplantı yapılmıştı. Çalıştaya, Türkiye sınırları içerisinde faaliyet gösteren ve kendilerini ‘Kuzey Kürdistanlı Partileri’ olarak isimlendiren Azadi Hareketi, PAK, PDK-Bakur, PDK-T, PSK ve ÖSP temsilcileri katılmıştı. Sözde Kürdistan Bağımsızlık Referandumu Çalıştayı’nda konuşan Kürdistan Sosyalist Partisi (PSK) Başkan yardımcısı Bayram Bozyel, bağımsızlık referandumu kararının tarihi bir adım olduğunu belirtip: “Bu tarihi adım şimdiden hem Kürdistan’da hem dünyada önemli yankılar yarattı. Bu karardan sonra Azadi Hareketi, PAK, PDK-Bakur, PDK-T, PSK ve ÖSP örgütleri olarak bir araya toplandık. Bazı önemli şahsiyet ve sivil kurum temsilcileriyle diyaloga geçerek bu çalışmayı başlattık. Kürdistan bağımsızlık iradesinin sadece Güney’de değil Kuzey’de ve Kürdistan’ın diğer parçalarından da güçlü bir biçimde ortaya çıkartılmasını istiyoruz” diyerek sinsi amaçlarını açığa vurmuşlardı.[1]

Diyarbakır’da bağımsız Barzani Kürdistanı için sandık mı kurulacaktı?

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Mesut Barzani, bağımsızlık referandumunun 25 Eylül’de yapılması kararından dönülmeyeceğini vurgularken, referandum hazırlıkları da hızlanmıştı. Yüksek Seçim ve Referandum Komisyonu, referandumda yurt dışındaki Kürtlerin de oy kullanacağını açıklamıştı. Rudaw’a göre, Yüksek Seçim ve Referandum Komisyonu Başkanı Hendren Muhammed de, “Yurtdışındaki Kürdistan Bölgesi vatandaşlarının da elektronik sistemle oy kullanabilmeleri için çalışmalarının devam ettiğini” vurgulamıştı. Ve zaten 16 Nisan referandumunda Kuzey Irak’ta sandık kurulmuş ve bin 916 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşından 316’sı da oy kullanmıştı.[2]

Diyarbakır’da ‘Kürdistan referandumu’ hazırlığı, Türkiye’yi parçalama adımıydı!

Diyarbakır’da yapılan toplantıda, bağımsızlık referandumunu desteklemek için 26 Ağustos’ta Erbil, Diyarbakır ve Köln’de Bağımsızlık Festivali düzenlenme kararı da alınmıştı. Irak Kürdistan Bölgesi’nde 25 Eylül’de yapılacak olan referanduma destek için Diyarbakır’da hazırlık komitesi kurulması ve iktidarın buna tepkisiz kalması tam bir skandaldı. Rudaw’ın haberine göre, referanduma destek için Diyarbakır’da yapılan toplantıya; Kürdistan Gençlik Hareketi’nden (Tevgera Ciwanên Kurdistanê) Roger Çağer, yazar İbrahim Güçlü, Kürt aydın ve siyasetçi Fuad Önen, sanatçı Brader Musiki ve Rojava’dan Deyzen Siti katılmıştı. Haberde referandum süreci ile ilgili: “Toplantıda, bağımsızlık referandumunu desteklemek için 26 Ağustos’ta Erbil, Diyarbakır ve Köln’de Bağımsızlık Festivali düzenlenme kararı alındı. Festivale hazırlık kapsamında oluşturulan komite, Kuzey Kürdistan’daki (Türkiye Kürdistanı) taraflarla görüşmeler yapacak. Komite, Kürdistan’ın 4 parçasındaki siyasi parti ve tanınmış şahsiyetlere festival çalışmalarına katılmaları için çağrıda bulundu” açıklaması yapılmıştı.[3]

AKP iktidarı, 15 Temmuz istismarı ve İsrail’i kınama palavrasıyla halkımızı oyalarken, Barzani Kürdistan’ı 25 Eylül’deki referandumla bağımsızlık ilanının alt yapısını oluşturmaktaydı. Yetmez, Güneydoğumuzdaki Türk vatandaşı bazı Kürtlerin de bu referanduma katılması ve Büyük Kürdistan’a zemin hazırlanması yolunda Diyarbakır’da toplantılar yapılmakta, iktidar bütün bunlara göz yummaktaydı. Tekrar hatırlatıp uyarıyoruz: Adım adım Büyük Kürdistan’ın kurulması ve Türkiye’nin parçalanması planlarında Barzani kadar, AKP iktidarı da sorumluluk altındaydı ve ülkemiz bu kafalardan kurtulmadıkça bu tehdit ve tehlikeler atlatılamayacaktı.

Venezuela devlet başkanı Nicolas Maduro’nun 2014 yılındaki konuşması mı daha duyarlı ve tutarlıydı, yoksa bizim dindar kahramanlarımızın kof çıkışları mı?

“(Filistin’de) Katliam devam ediyor… (İsrail her gün) Yeniden katliam yapıyor… Evet, öyle bir katliam ki masum bir halka yapılan barbarca bir katliam. Tamamen masum ve acısı dinmeyen Filistin halkına yapılan katliam… Saygıdeğer yurttaşlarım. Bu katliam artık bir soykırıma gidiyor. Bu bir dinler savaşı değildir, hayır! Elbette İsrail halkına saygı duyuyoruz, dinlerine saygı duyuyoruz. Biz Venezuela’da bulunan bütün Yahudiler ile karşılıklı bir anlayış içerisinde yaşıyoruz. Bu kanlı saldırı finans güçlerinin ve kapitalizmin medyatik askeri güçlerinin Filistin topraklarını zapt etme amaçlıdır ve Filistin halkına soykırım yapma çabasıdır ve çok acıdır…

Buradan öncelikle insaflı Yahudilere bir çağrım var. Misket bombaları ile devletiniz, Filistin’i bombaladı ve katliama devam ediyor. Gazze’de öldürülen çocukların katili İsrail devletine önce dünyanın dört bir yanındaki Yahudiler karşı çıkmalı ve katil devletlerini ilk Yahudiler kınamalıdır! Filistin’de Müslüman, Hristiyan farklı dinden ve kültürden insanlar vardır. İkinci çağrım Arap halkına ve Müslüman ülke Başkanlarınadır. Siz daha ne zamana kadar katliama sessiz kalacaksınız? Filistinli kardeşlerinizin katliamını sadece kınamakla nereye varacaksınız? Arap halkları ve Müslüman toplumları ne zaman uyanacaksınız? Ve Arap liderleri… Ve Müslüman ülke yöneticileri… Ne zaman uyanıp mazlum Filistin halkının sesine kulak asacaksınız? Yerin dibine batsın resmi açıklamalarınız… Yerin dibine batsın uluslararası protokol palavralarınız. Ve artık fiilen harekete geçmeli, Filistin halkının katillerine cevap vermeli ve durdurmalısınız! Venezuela Devlet başkanı olarak size sesleniyorum; yeter artık! Resmi açıklamalarınızdan öteye ciddi ve netice verici şeyler yapmalısınız! Ses tonumdan dolayı kusuruma bakmayın ama çok derinden konuşuyorum. İçimde saklı olan acı ve öfke beni bu şekilde konuşturuyor. Filistin halkına yapılan katliama seyirci kalmak bana acı veriyor. Artık ölümlere alışmış ama haklı davasından caymamış bu halkın feryadı uykularımı kaçırıyor. Maalesef dünya katliam karşısında kör ve sağır davranıyor! Çoğu korkak liderler de resmi bir yazı geçip olaylardan üzüntülerini belirtip kınıyorlar. “Çok endişe duyuyoruz…” deyip geçiştiriyorlar… Oysa çile çeken kolunu bacağını kaybeden Filistinli gençlerdir. Çocuklarını kaybeden ailelerdir. Sözde yasaklanan misket bombalarının başlarına ne zaman yağacağından endişe duyan Filistinli bebeklerdir. Yeter be! Artık yeter! Venezuela artık yeter diyor. Chavez’in Bolivarcı Venezuelası, Filistin halkına yapılan katliama artık yeter diyor. Ve Birleşmiş Milletleri adaleti sağlamaya çağırıyorum… Uluslararası ceza mahkemesini adaleti sağlamaya çağırıyorum. Adalet! Adalet istiyorum. Ama duyacaklarını sanmıyorum!..”

Güneydoğu’ya İsrail Modeli: Kürt Kibbutzları!…

Eisenberg’in varlığı ile gündeme gelen “MOSSAD bağlantısı”, İsrail’in “tarımsal işbirliği” kavramı ile daha da güçleniyordu. Çünkü “tarımsal işbirliği” görüntüsü, MOSSAD’ın üçüncü ülkelerle kurduğu bağlantıların kamuflajı olmuştu her zaman. Eski MOSSAD ajanı Victor Ostrovsky, “MOSSAD, diğer bütün Afrika ülkelerinde olduğu gibi Güney Afrika’ya da askeri danışmanlar, tarım uzmanları ya da diplomat görüntüsü altında ajanlarını yerleştirdi” diye yazarken buna dikkat çekiyordu. Bu durumda, İsrail’in Türkiye’ye önerdiği “tarımsal işbirliği” teklifi hakkında da ihtiyatlı olmak gerekiyordu. Bu işbirliği çerçevesinde gönderilecek “tarım uzmanları”nın gerçek misyonları çok daha farklı olabilirdi çünkü. İsrailliler, Latin Amerika’daki terörist grupları ya da uyuşturucu baronlarını desteklerken de “tarımsal işbirliği” yaptıklarını söylemişlerdi. Aynısının Güneydoğu’da da yaşanması muhtemeldi. Nitekim Milli Güvenlik Kurulu’nun Güneydoğu’daki gizli ajan trafiğinin yoğunlaştığına dikkat çekmesi ve Güneydoğu’yu çok sayıda İsrailli “turist”in ziyaret etmesi, ister istemez mide bulandırıyordu. Peki GAP’ın nesi İsraillileri bu kadar cezbediyordu? Ekonomik çıkarların dışında, GAP’a gösterilen bu İsrail ve MOSSAD ilgisi ne gibi bir stratejik anlam içeriyordu?

Bu stratejik anlamı görmek, özellikle Nil’deki durum hatırlandığında, zor değildir. İsrail, nasıl Etiyopya’yı Nil sularını kontrol etmek için bir “musluk” olarak gördüyse, Fırat sularını kontrol etmek için de Türkiye’ye ve GAP projesine yanaşmaktadır. Fırat’ın aşağısındaki ülkelerle, yani önce Suriye sonra da Irak’la muhtemel bir çatışmaya girdiğinde, Türkiye’yi kendi safına çekerek bu ülkelere giden suyun musluğunu kısmayı planlamaktadır. Kısacası İsrail, Türkiye’yi bu kez bir “su kartı” olarak tasarlamaktadır. Bu Kürt Devleti hazırlığının ilginç bir göstergesi ise, İsrail kaynaklı bir projedir: “Kürt Kibbutzları.” Kibbutzlar, Siyonist hareketin Filistin’e getirdiği en ilginç ve önemli uygulamalardan biriydi. Kısaca “kolektif tarım çiftlikleri” olarak özetlenebilecek olan kibbutzlar, gerek İsrail’in kurulmasından önce, gerekse daha sonra önemli roller ifa etmişlerdi. Ateş adlı haftalık derginin 10 Eylül 1994 tarihli sayısında yayınlanan bir haber, bu nedenle oldukça ilginçti.“Güneydoğu’ya İsrail Modeli: Kürt Kibbutzları Kuruluyor” başlığıyla verilen haberde, şunlar yazılıydı:

İsrail-Türkiye yakınlaşmasına bir türlü anlam veremeyen medya, İsrail’den olsa olsa terör uzmanlığı konusunda yardım alınır düşüncesiyle “MOSSAD-MİT işbirliği”, “Apo’yu MOSSAD halledecek” gibi manşetler attılar… (Oysa) diplomatlara göre, Türkiye-İsrail yakınlaşmasının altında terör işbirliği aramak son derece yanlıştı. İsrail… hiçbir ülkeye anti-terör sırlarını vermekten yana değildi. Onların yeni Ortadoğu düzeninde Türkiye’ye siyasi danışmanlık yapmaktan başka bir niyetleri yoktu… Uzmanlar kolları sıvadılar ve bölgeyi bir kez de ekonomik bakışla taradılar. Urfa ile Diyarbakır pilot bölge seçildi. Projeden çok hoşlanan ABD ise “insan hakları, hık mık” demeden Urfa Havaalanı kredisini verdi… İsrail’de yaşayan ve 1992’den bu yana bölgede düzenlenen her “turistik gezi”ye katılmış olan İsrailli Kürt Yahudilerden sağlanacak kredi, Türkiye Zirai Donatım Kurumu ve Ziraat Bankası tarafından organize edilecekti… Kürtlere düşkünlüğü ile nam salan Bayan Mitterand’ın da pek soğuk bakmayacağı sanılıyordu. …Kibbutz projesinin İsrailli Kürt işadamları tarafından finanse edilmesi ise, plana göre Kürtlerin bu uygulamaya daha sıcak bakmalarını sağlayacak. İsrail Devleti’nin kurulmasından sonra Güneydoğu’dan göçüp İsrail’e yerleşen Kürt Yahudileri, finanse etmenin yanı sıra, kibutzlardan sağlanan ürünleri pazarlama hakkını da elde etmiş olacaklar. Kısacası İsrail, Güneydoğu üzerinden dünyaya açılmayı hedefliyordu.

Görüldüğü gibi Ateş‘in haberindeki bilgiler son derece ilginçti. Güneydoğu’daki İsrail modelini finanse edecek olanlar, İsrailli Kürt Yahudileriydi. Ve bu Yahudiler, son yıllarda bölgeye düzenlenen sözde “turistik” gezilerin müdavimiydiler. (Oysa bu “turistik” gezilerin gerçekte istihbarat servisi elemanları tarafından yapıldığı ve bu yolla da Güneydoğu’da “ajanların cirit attığı” bilinmekteydi. Ünlü CIA ajanı Paul Henze de bu tür “turistik”(!) gezilerle Güneydoğu’yu il il ziyaret etmişti.)

Ateş‘in haberinde bir de Aytunç Altındal’ın konu ile ilgili yorumları aktarılmıştı. Altındal,“benim endişem şurada, oradaki İslami gelişmeyi engellemek için böyle bir projeye girmek uygun mu, değil mi?” dedikten sonra da, “ortada geçmişten gelen bir Kürtçülük anlayışı vardır ki, bu daha büyük bir tehlikedir. Zaten bana göre Amerika’nın kibbutz dayatması biraz da bunu körüklemek için planlanmıştır” diye uyarmıştı. Ateş dergisinin haberi biraz “sakıncalı” bulunmuş olacak ki, dergi bir daha çıkmadı. “Kürt Kibbutzları” ile ilgili haberin çıktığı sayı, derginin ilk ve son sayısı oldu. Bu arada söz konusu haberden kısa bir süre sonra bir ilginç gerçek daha ortaya çıktı: Türkiye’den İsrail’e göç etmiş olan Yahudi ailelerden bir kısmı Türkiye’ye geri dönerek Urfa bölgesine yerleşmiş durumdaydı. Oysa normalde İsrail’den Türkiye’ye geri dönen bu Yahudilerin eski yerleri olan İstanbul’a yerleşmeleri lazımdı. Urfa gibi İstanbul’un yanında pek de cazip olmayan bir bölgeyi seçmeleri ise Ferruh Sezgin’in de dikkat çektiği gibi ancak İsrail Devleti’nin onlara bu direktifi vermiş olmasıydı.

Tüm bunlar İsrail’in Türkiye’nin Güneydoğu’suna karşı oldukça mide bulandırıcı bir ilgi taşıdığının ispatıydı. Ağustos 1995’te atanan İsrail’in yeni Ankara Büyükelçisi Zvi Elpeleg’in basına söylediği “Türkiye’de su da bol, toprak da, ancak bizde her ikisi de yok” şeklindeki sözler, Yahudi Devleti’nin gerçek niyetinin bir ifadesiydi: İsrail’in Türkiye’nin hem suyu hem de toprağı üzerinde planları vardı.

Barzani’nin Parlatılması ve AKP’nin tarihi tahribatı!

Şimdiye dek Türkiye’ye empoze edilmek istenen stratejik aldatmaların ikisi; Türkiye’nin Suriye’ye ve İran’a karşı …  Devamını okumak için tıklayınız.


[1] 17 07 2017 (https://www.vaziyet.com.tr/gundem/diyarbakirda-sozde-bagimsiz-kurdistan)

[2] 23 06 2017 (http://odatv.com/diyarbakir-eylulde-bagimsiz-kurdistan)

[3] 19 06 2017 (http://www.kronos.news/tr/diyarbakirda-kurdistan)

    Güncel makalelerimizden istifade etmek istiyorsanız lütfen aşağıdaki kutuya e-mail adresinizi yazarak bize gönderiniz.