29 Ekim 2017
Kendi kurdukları, kullandıkları ve şimdi devre dışı bırakmaya hazırladıkları DAEŞ’i geri çektirip, RAKKA’yı PYD’ye peşkeş çekenler hangi güçlerse, şimdi Kerkük’ten Peşmergeleri ve 100 bin Kürt’ü geri çektirip bu bölgeleri Merkezi Irak askerlerine ve Şii Haşdi Şabi milislerine peşkeş çekenler de aynı merkezlerdi. ABD’nin, Kerkük’ün Barzani’den geri alınması sürecinde tarafsız kalacağını açıklaması bu yüzdendi. Halbuki, Kerkük’ün Şiilerin eline geçmesine sevinip, Rakka’nın PYD’ye verilmesine üzülmek AKP’nin cehalet ve gafletiydi. Çünkü Türkiye’nin güneyinde bir Kürt Koridoru açmak yanında bir de Şii Kuşağı oluşturmak, ABD’nin ve Siyonist Lobilerin 100 yıllık hedefiydi. Irak ve Suriye’nin kuzeyinde, önemli bölgelere hakim ve kuvvetli bir Kürdistan yerine, hem bir Kürt Koridoru; hem de hemen altında ise bir Şii kuşağı ABD ve İsrail’in daha çok işine gelmekteydi.
Barzani’ye; Erbil ve Zaho (Cizre’nin karşısı) civarı verilecek; Suriye’deki Kamışlı (Nusaybin karşısı), Rasulayn (Ceylanpınar karşısı), Telebyad (Akçakale karşısı), Rakka (Akçakale karşısı 100 km. Fırat kıyısı), Azaz (Kilis karşısı) ve Afrin üzerinden Lazikiye’ye ulaşmayı hedefleyen ve PYD’nin kontrolündeki ve Türkiye sınırı boyunca yaklaşık 100-150 km. derinlikteki bölge ile birleştirilerek bir Kürt Koridoru meydana getirilecekti. Şimdi bu koridorun hemen altında ise, İran Kürdistanındaki Sanandaj kentinden başlayarak, Kuzey Irak’taki Süleymaniye, Kerkük, Musul, Talafar ve Sincar’ı kapsayan, Suriye’deki Deyrezzor ve Humus hattından Hizbullah’ın bulunduğu Lübnan’a uzanan bir Şii Kuşağı fiilen gerçekleştirilmişti.
Suriye ve Irak’ta ABD ile Rusya ortak çalışmaktaydı!
Bazılarının, Kerkük’te yaşananları, Barzani açısından bir hezimet olarak algılaması yanılgıydı. Irak Ordusu’nun Haşdi Şabi ile birlikte Kerkük üzerine gelmesi durumunda Barzani Yönetiminin ABD’den onlara direnmemesi ve Kerkük’ü terk etmesi konusunda talimat aldıklarını Erbil kaynakları doğrulamıştı. O talimat Irak Başbakanı İbadi’ye de ulaşmıştı. Ancak burada mesele ABD’nin içindeki karışıklıktı. Pentagon ayrı telden, Beyaz Saray ayrı telden çalsa da Ortadoğu politikası konusunda Yahudi Lobilerinin planları uygulanmaktaydı. Bu boşluktan İran faydalanmış ve Irak Ordusu ile Haşdi Şabi’yi Kerkük’e sokmuşlardı. Tabii bu kadar kolay başarıya Talabani’nin KYB’si sayesinde kavuşmuşlardı. Kerkük’ün kontrolünü sağlayan KYB’ye bağlı peşmerge, Haşdi Şabi ve İran’la anlaşmasa iş bu kadar kolay olmazdı. Ve tabi hepsi de Yahudi Lobilerinin planının bir parçasıydı. Hatta Talabani’nin Kerkük ve Süleymaniye’deki tabanı, partilerine çok kızıyor ve bunu Kürtlere ihanet olarak görüyorlarmış.
Hatırlayınız, aynı günlerde Putin ile Netanyahu bir telefon konuşması yapmıştı. O konuşmada Kuzey Irak referandumunun da ele alındığı medyaya sızmıştı. Erbil ve Kerkük’teki bazı kaynaklara göre Netanyahu’nun ısrarı üzerine Putin, Kerkük’teki birliklerin yavaşlamaları ve kent merkezine çok fazla sokulmamaları ricasında bulunmuşlardı. Bu sırada Kürdistan bölgesiyle yeni anlaşmalar yapan Rus devlet şirketi Rosneft’in ise yine IKBY ile yeni petrol anlaşması imzaladığı ortaya çıkmıştı.[1]
Bütün bu gelişmelere bakarak, “Rusya, Suriye’den sonra Irak’ta da ABD’nin boşluğunu doldurmaya soyunuyor.” diyenler yanılmaktaydı. Çünkü Amerika gibi Rusya da Haçlı Emperyalizmin birer parçasıydı ve her ikisi de İslam’a karşı gizli ortaktı!
Rusya’nın Kürtlerle ilişkisi, Çarlık Rusya’sı döneminden beri devam eden uzun bir tarihi geçmişe dayanmaktadır. Sovyet Sosyalist Cumhuriyet Birliği (SSCB) döneminde bu ilişki, daha da artmıştır. Hatta SSCB’nin yardım ve desteğiyle Kürtler 20. yy’da bir devlete kavuşmuşlardır. Adı Mahabad Kürt Cumhuriyeti olan bu devlet, 22 Ocak 1946’da İran’ın Mahabad bölgesinde kurulmuş, ancak SSCB’nin bölgesel çıkarlarının baskın gelmesi nedeniyle ömrü çok uzun olmamıştır. Nitekim SSCB ile İran arasında 9 Mayıs 1946’da sağlanan anlaşma gereğince SSCB’nin İran’dan çekilmesi, Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin de sonunu hazırlamıştır. Bu anlaşmadan sonra İran bütün gücüyle yeni kurulan bu Kürt Cumhuriyeti’ne saldırarak 17 Aralık 1946’da işgal etmiş ve henüz bir yaşında bile olmayan devletin yöneticilerini 31 Mart 1947’de asmıştır.
Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin İran tarafından işgal edilmesiyle kaçmak zorunda kalan Molla Mustafa Barzani (Mesut Barzani’nin babası), 18 Haziran 1947’de Sovyetlere sığınmıştır. 12 yıl Sovyetlerde kalmak zorunda kalan Molla Mustafa Barzani, burada çok kötü ve sıkıntılı bir dönem yaşamıştır. Ancak bu zorluğa ve Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin yıkılmasındaki rolüne rağmen kendilerine sığınma hakkı veren Sovyetler Birliği’nin bu tavrı, Barzani ve bazı Kürtler tarafından bir lütuf olarak değerlendirilmiş ve hiç unutulmamıştır. Ancak her nedense Sovyetlerin, Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin yıkılışındaki ihaneti hiç hatırlanmaz ve gündeme getirilmez olmuştur. İşin ilginç yanı Solcu Kürt örgütleri, Sovyetlerin Kürtlere yaptığı bu ihaneti bugün de hatırlamadıkları gibi, hiçbir şey olmamış gibi davranmışlardır. Bu Kürt örgütlerinin başında ise, PKK bulunmaktadır. Her solcu örgüt gibi, PKK da kendisini Sovyetler Birliği’ne bağlı olarak görmekte ve bu nedenle Sovyetler Birliği’nin gerçekleştirdiği her ülke işgalini, o ülke halkını özgürleştirici bir girişim olarak alkışlamaktadır. Nitekim Afganistan işgalini ve yüz binlerce sivil katliamını sadece alkışlamamış, aynı zamanda ‘meşru ve sosyalist dayanışmanın gereği’ olarak savunmuşlardır. Sovyetler Birliği ise, kendi emperyal menfaatleri doğrultusunda Türkiye’deki başta PKK olmak üzere solcu/Marksist Türk ve Kürt örgütlerine sürekli destek çıkmıştır. Nitekim PKK’nın Suriye’ye yerleşmesi ve Lübnan’da Beka Vadisinde ‘gerilla kampı’ kurması, bu desteğe bağlıdır.
Sovyetler Birliği’nin, PKK’ya ve Öcalan’a olan desteği daha sonraki yıllarda da devam etmiştir. Bu destek çerçevesinde 1986’da, resmi davetli olarak Bulgaristan’a iki aylık, 1987’de de Doğu Berlin ve Macaristan’a ziyaret KGB’nin gözetim ve himayesinde gerçekleşmiştir. Bu ziyaretlerde gerek Bulgar istihbaratı ve gerekse diğer iki ülke istihbarat örgütlerinin Öcalan’a gösterdikleri ilgi ve ihtimam, Öcalan’ın muhaliflerini susturmuş ve Öcalan’ı PKK’da tartışmasız tek lider konumuna getirmiştir. Böylece Sovyetler Birliği/Rusya Federasyonu PKK’ya sağladığı bu destek karşılığında, PKK’yı, kendi bölgesel menfaatleri için bir silahlı maşa olarak kullanma imkânına erişmiştir. PKK ise, bu desteğin ilk diyetini 1993’te “zımni” ateşkesi bozup 33 silahsız eri öldürerek ödemiştir. Çatışmaların yeniden başlamasının ardında, yeni Rusya’nın; Azerbaycan, Orta-Asya ve Kafkasya’da fazla mesafe alan Türkiye’ye güçlü bir mesaj verme isteği sezilmektedir. Bu, aynı zamanda Rus enerji politikalarını tehdit eden, Azerbaycan’la boru hattı döşemeye kalkan Türkiye’ye gözdağı idi. Plan işe yaradı ve sonraki on yıl boyunca PKK ile çatışmalar nedeniyle Bakü-Ceyhan boru hattı inşa edilemedi. Fakat Rusya ve İran kendi boru hatlarını Türkiye’de sorunsuzca döşemişlerdi. Bakü-Ceyhan boru hattı ise ancak on yıl sonra ve “muhayyel Kürdistan’ın” sınırlarının dışında inşa edilebildi.
Ekim 1998’de Suriye’den çıkarılan Öcalan, Rusya’da da kısa bir süre kaldı. Rusya bu sefer Öcalan’a pek iyi davranmadı. Elbette bu tutum “eski dostlar” arasında biraz soğukluk yarattı. Fakat her iki taraf da bu ilişkinin duygusal değil çıkara dayalı olduğunun farkındaydı. Rusya, 2008 Gürcistan savaşı öncesi PKK’dan ufak bir ricada daha bulunmuş; savaştan bir ay önce Bakü-Ceyhan boru hattı Erzincan yakınlarında havaya uçmuştu. Her ne kadar kaymakam bey, bunun “teknik bir arıza” olduğunu söylese de, Rusya, PKK üzerinden işe yarar bir mesaj vermiş, işgal boyunca da Gürcistan’dan geçen boru hattını imha etmek zorunda kalmamıştı.
Nitekim Çanakkale Üniversitesi eski Rektörü Sedat Laçiner şu değerlendirmeyi yapmıştı: “Kurulduğu tarihten bu yana PKK ile Rusya arasında sıkı bir ilişki vardır. Gerek Suriye’deki üslerinin olduğu dönemde gerek daha sonrasında silah aktarımına kadar çeşitli işbirlikleri olmuştur. Özellikle Çeçenistan’da silahlı hareketler çoğalınca Türkiye’de de PKK’ya Rusya sempatisi artmıştır. Şu anda ise Rusya, İran ve Esad Suriye’si, Türkiye’yi bölgede durdurabilmek için PKK’yı en önemli araçlardan biri olarak görmektedir.” Aynı nedenle Rusya, Suriyeli Kürtlerin en etkin partisi olan Demokratik Birlik Partisi (PYD) ile de yakın iş birliği yapmaktaydı.
Şimdi lütfen düşünün ve söyleyin: Güya Astana’da vardıkları mutabakat gereği, TSK’ya İDLİB içinde jandarmalık yaptırılırken Kerkük ve Musul’un İran güdümlü Haşdi Şabilerce Fethedilmesine(!) sevinen AKP iktidarıyla ülkemiz ve bölgemiz nasıl huzura kavuşacaktı?
Şu hale bakın, Cumhurbaşkanından Başbakanına, Bakanların bürokratlarına, yalaka yazarlarından muhalefet yandaşlarına, hepsi birden Kerkük fatihi gibi havalara kapılmışlardı. Sanki Kerkük’ü Ayetullah’ın Haşdi Şabi milisleri değil de AKP’nin gençlik kolları almıştı… Sanki Kerkük’e giren Erdoğan’ın militanlarıydı… Sanki o muzaffer komutan, İran’ın özel harp kurmayı Kasım Süleymani değil de bizim kahramanlarımızdı… Ey, “Kerkük düştü” diye zil takıp oynayan zavallılar; düştüyse İran’ın eline düştü, senin payına ne düştü ki böyle sevinç çığlıkları atmaktasınız? “Bir gece ansızın baskına gidenler” Perinçek ulusalcıları değil, Haşdi Şabi yayılmacılarıydı. Senin göğsün niye kabardı ki? ‘Kerkük Türk yurdudur, Türk yurdu kalacak’ diye böbürlenen Bahtiyar! sana ne oluyor peki!… Türkmeneli İran ili oluyor, sevincin boşunadır! Sitesinde başlık diye nara atan, “Bağdat’tan Barzani’yi çıldırtan hamle, Erbil deliye döndü, bağımsızlığa giderken elindekinden de oldu, lafımızı dinlemeyenin sonu işte budur” diye kasıla kasıla esip savuran artist editör, bu sözüm de sana!… Barzani Kerkük’ü kaybetti de sen ne kazandın? Geçtiyse İran kuklası Bağdat’ın eline geçti petrol kuyuları, senin eline ne geçti ki böyle kof havalar atmaktasın? diye soranlar haksız mıydı?
“Irak merkezî yönetimi ile Irak Kürdistan Bölge Yönetimi (IKBY) yahut İbadi ile Barzani arasında bir tercih yapmaya mecbur muyuz? diye soruluyor. Ben şahsen böyle bir mecburiyet hissediyorum ve IKBY’yi / Barzani’yi tercih ediyorum. Bunu yaparken, IKBY’nin mükemmel bir yönetim olduğunu ve Türkmenlere iyi davrandığını söylüyor değilim. (Herhalde Irak merkezî yönetiminin Türkmenlere mükemmel davrandığı da ileri sürülemez.) Şunu söylüyorum ama: Türkmenlerin selametini IKBY veya duruma göre bağımsız Kürdistan bünyesinde temin etmek, herhalde Irak merkezî yönetimi altında temin etmekten daha kolay olur. (Hem resmî IKBY topraklarında hem de Kerkük’te IKBY ve hatta bağımsız Kürdistan taraftarı Türkmen gruplarının da bulunduğunu belirtmekte fayda var.) Daha evvel yazmıştım, tekrar edeyim: Kerkük’ün kendine mahsus bir statüsünün olması gerektiği söyleniyor. Doğrudur. Peki bu özel statü niye IKBY yahut duruma göre bağımsız Kürdistan dahilinde olmasın? Burada daha hatırı sayılır bir nüfus oranı teşkil etmez mi Türkmenler? Daha güçlü bir varlık sergilemezler mi? Yardıma ihtiyaçları olduğunda Türkiye’nin onlara yardım etmesi daha kolay olmaz mı? Hükümetimiz, IKBY yönetimi ve Kerküklü Türkmenleri böyle bir formül üzerinde uzlaştırsa ne güzel olur. Senelerdir bu fikri savunuyor olmama rağmen beni Iraklı Türkmenlerin vaziyetini önemsememekle suçlayanlara teessüf ederim.” diyen dolaylı yandaş KARAR Gazetesi yazarı Hakan Albayrak bile artık bu soruları sormak zorunda kalmıştı. Evet Cumhurbaşkanının 15 yıl sonra ve sadece istismar amacıyla hatırladığı Erbakan’ın D-8 oluşumundaki hedefler ve prensipler doğrultusunda; İran’la, hatta Çin ve Rusya’yla işbirliği yapmak elbette lazımdı ve yararlıydı. Ama İsrail’in ve Siyonist Lobilerin kullanıp kışkırttığı ve “Şiilik saplantılı” odakların oyuncağı olmak sadece ahmaklıktı.
Hakan Albayrak gibi, İsrail de; Irak Ordusu’nun Kerkük operasyonundan sonra yeni hazırlıklara girmesi üzerine Barzani’ye destek açıklaması yapmıştı!?
İsrail İstihbarat Bakanı Yisrael Katz, Irak Ordusu’nun düzenlediği operasyonlara karşı çıkmıştı. Irak’ın kuzeyinde Barzani yönetiminin düzenlediği sözde referanduma açık bir şekilde destek olan İsrail, köşeye sıkışan Barzani’nin arkasında durmaktaydı. Bölgeye ajanlarını göndererek PKK ve peşmergeyi koordine ettiren İsrail’in İstihbarat Bakanı Katz, “Kuzey Irak’ta Kürtlere ve onların bölgelerine zarar verilmesine izin vermeyeceğiz” diyerek Barzani’ye ve PKK’ye sahip çıkmıştı. Bu duruma göre, Hakan Albayrak’lar da İsrail’le aynı safta ve aynı kafadaydı.
TV ekranlarından hatırlayacaksınız; Haşdi Şabi milislerinin ve Irak askerlerinin Kerkük’e girişini bütün dünya canlı olarak izlemişti. Peşmergeler çatışmaya girmeden şehri bırakarak geri çekilmiş; Kerkük’teki Kürt nüfus, kafileler halinde kaçarak Süleymaniye ve Erbil’e gitmişti. Peki Mesud Barzani, bütün bu olacakları sezmemiş ve görememiş miydi? Oysaki, Irak’ın 2014 sınırlarına tekrar dönmek için bahane aradığını en iyi IKYB yönetimi bilmekteydi; peki neden Barzani, Bağdat’ın eline bu kozu vermişti? Uluslararası desteğini ve Erbil’deki iktidarını bile kaybetme pahasına Barzani, bu “bağımsızlık” işine neden girmişti?
Haydi, Barzani’nin gaza geldiği için bu işe giriştiğini düşünebiliriz, fakat bağımsızlık ilanına kalkışan Barzani’lerin gerisin geri kaçışının altında ne yatıyordu? Gaza gelip çocukluk hayallerini gerçekleştirmek istiyorsa, hiç olmazsa biraz direnmesi gerekmiyor muydu? Silah bile patlatmadan hak iddia ettiği şehirleri nasıl olur da bırakıp kaçıyordu, bunda bir tuhaflık yok muydu? Irak petrollerinin yüzde 40’ını kontrol eden Barzani, ABD ve Türkiye desteğinden yoksun olarak, sonunda elindekini de kaybedeceğini bile bile bu işe nasıl soyunmuştu? sorularına yanıt arayan yandaşlar: “Bu sorunun cevabı Barzani’nin bir lider değil, kukla olduğu gerçeğinde yatıyor.” diyordu. “Barzani ailesini palazlandıran, bugünlere taşıyan güç, kendisinden referandum kararı almasını istiyor ve Barzani de bu karara uyuyordu. Gerçekten iddia ettiği gibi Kürtlerin lideri olsaydı, kendi halkını böyle bir maceraya atmazdı” yorumları yapılıyordu. Aslında Barzani’nin, bağımsızlık macerasına soyunarak Ortadoğu haritasını yeniden şekillendirmek isteyen güçlerin istediğini yaptığından şüphe yoktu. Öyle ise neler hedefleniyordu? Barzani’nin referandum adımıyla tetiklediği sürecin neleri getireceğine bakmak gerekiyordu. Bundan sonra “Kürt davası”nın çerçevesinin genişlemesi, bu davanın parçalı niteliğinin bütünlüklü bir hale dönüşmesi bekleniyordu. Ayrı parçalara özgü “Kürt davası”, bugünden sonra tek ve Büyük Kürdistan’ın davasına dönüşeceğe benziyordu.
“Kürt davası”nın asıl sahibi olan Küresel Siyonist çete; Mesud Barzani’ye aldırdıkları bağımsızlık kararıyla, dört ayrı parçada başlattıkları Kürtçü hareketleri, bugünden sonra Ortadoğu’da tek bir devlet ideali (Büyük Kürdistan) etrafında birleştirmeyi planlıyordu” itirafının yandaş bir yazardan gelmesi dikkat çekiyordu.
Eski MİT Müsteşarı ve Irak Büyükelçimiz Sönmez Köksal verdiği bir mülakatta mevcut politikamızı sürdürmenin kötü sonuçlarını hatırlatmıştı: “Barzani’nin zayıflamasıyla ... Devamını okumak için tıklayınız.
[1] Rosneft’in planları, bkz. 25 Eylül, Habertürk- N.A.