5 Ağustos 2017
Yeni Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak, Yeni Akit’teki köşesinden kuru sıkı uyarılarının yer aldığı bir özeleştiri yazısı kaleme almıştı. Riyakârlık yapan Dilipak’ın eleştirilerinin hedefi ise muhafazakâr camiaydı ve böylece AKP iktidarının tahribatı saklanmaya ve aklanmaya çalışılmaktaydı.
Yazısına bir itirafla başlayan Dilipak önce “Biz zalimlerden olduk” dedikten sonra: “Biz‘Allah’ın ipi’ni bıraktık, Allah da bizim ipimizi bıraktı. Ve biz kendi hakkımızdaki hükmümüzü değiştirmeden Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecek” buyurmuşlardı. Servet ve iktidarın Müslümanlar üzerinde kötülüğe dönüştürücü bir gücü olduğunu da söyleyen Dilipak, Fetullah Gülen’in durumunu örnek göstermiş, AKP’nin de aynı akıbete uğrayabileceği imasında bulunmuşlardı.
“Önce şunu itiraf edelim: İnni küntü minezzalimin (Biz zalimlerden olduk). Başımıza gelen felaketler, Şeytanın ve düşmanlarımızın hilelerinin sonucu değil, bizim zaaf ve yanlışlarımızın sonucudur. Şeytan ve onun askerleri, Allah’ın müttaki kullarına hiçbir zarar veremez. Biz “Allah’ın ipi”ni bıraktık, Allah da bizim ipimizi bıraktı. Ve biz kendi hakkımızdaki hükmümüzü değiştirmeden Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecek… Biz bu noktaya nasıl geldik ona bakın. Doğru ve güzel şeyler de yaptık, yanlışlar da yaptık… Bakın 28 Şubat’ta zulüm vardır ve direndik. Ama bugün iktidar ve servet bizi şımarttı. Gücümüz ve servetimiz aklımız ve imanımızın önüne geçti. Sabrı ve şükrü bırakıp dünya malı, makamı için birbirimizle didişmeye başladık…
Hızla dünyevileşiyoruz… Bakın Graham Fuller, 12 Mart sonrası bunun farkına varmıştı. Servet ve iktidarın Müslümanlar üzerindeki dönüştürücü gücünü görmüştü. Fetullah Gülen bu projenin ürünü olarak hayat buldu. Evet “servet ve iktidar dönüştürücüdür.” Biz bu gücü, toplumu ve devleti, kendi inanç, tarih ve geleneğimiz doğrultusunda dönüştürmek için istedik. Ama bu güç, önce kendine sahip olanları dönüştürmeye başladı. Farkına varmadan dönüşüyor / dönüştürülüyoruz.
Elbette servet ve iktidara ihtiyacımız var, ama din, bunlara ulaşmanın basamağı olmamalı. Dini hedeflere varmak için bunlar basamak olmalı. Önceliklerimiz yer değiştirmemeli… Bu işlere girerkenki düşüncelerimiz, bakış açımızla, bugün geldiğimiz yer aynı mı? Bana göre aynı değil. Önceleri çile’yi yüceltiyorduk, şimdi “Haz”ı önceliyoruz, dün “Tevazu”yu yüceltiyorduk, şimdi “kibir”le tanışıyoruz, dün “veriyorduk”, şimdi almaya çalışıyoruz. Dün ölümü ve ötesini düşünüyorduk, şimdi yaşamanın hazzı ve keyfini düşlüyoruz… Müstekbirleri taşlarken, gün gelip bizim müstekbirleşeceğimizi hiç düşünmemiştik. Kimi radikallerimize baksanıza nasıl da savruluverdiler. Sorun şu ki; bu sayı artarak devam ediyor. Bunu durdurmamız, geri çevirmemiz gerek… Kimimiz din büyüklerimizi İlah ve Rab edindik… (Dilipak bile bile gerçeği gizliyor ve asıl siyasi liderlerinin tabulaştırılıp tağutlaştırıldığını dile getiremiyordu.) Peygamberlerin bile sahip olmadıkları güçleri onlarda vehmetmeye başladık… Şeytan’ın bizleri Allah’la aldatmaması için Kur’an-ı Kerim bizi uyarmıştı ama yine aldandık. Bizden öncekilerin düştükleri çukura biz de düştük. Şimdi düşünüp bu yoldan uzaklaşmamız gerek.”
Abdurrahman Dilipak büyük bir ustalıkla, bu ahlaki tahribatların asıl sorumlusu ve doğurucusu olan AKP iktidarını ve dindar kahraman kılıflı kurmaylarını uyarmak yerine, sadece taraftarlarını ve halkı suçlayarak güya özeleştiri yapmakta ve bilgiçlik taslamaktaydı. Her nedense FAİZİN, FUHŞUN, KUMARIN tahribatına, AB, ABD ve İSRAİL hizmetkarlığının yozlaştırıcı sonuçlarına hiç dokunmamıştı.
Milat yazarı ve AKP yalakası Serdar Arseven’in arsızlığı!
ODTÜ’den bir grup “öğrenci”, yoğun talep üzerine(?) kız ve erkeklerin birlikte kullanabilecekleri bir “WC”yi “hizmet”e sunmuşlardı!.. Bu haberi görür görmez, bu zihniyetin“Ata”sı aklına takılmıştı, diğer yandaş yalaka Serdar Arseven’in… Abdullah Cevdet, “Türk ırkının daha iri yarı, daha uzun boylu olması için yurt dışından DAMIZLIK ERKEK!”getirilmesini teklif eden radikal laik!.. adammış!.. Sonra… “Üçüncü Cinsiyet” gelmiş aklına… Bu“hizmet”, tesislerden bayan için olanını mı bay için olanını mı kullanacağını bilemeyen “üçüncü cinsiyet”i rahatlatacak bir şey olmalıymış…
Sonunda Bay Arseven de bir itirafta bulunmuşlardı:
“Dostumuzun tartışmaya açılmasını ısrarla talep ettiği asıl mesele: “Yüce Allah, nice yıldır bunca ihsan ve imkân buyurduğu halde, ODTÜ niçin hâlâ Türkiye’nin en çok tercih edilir üniversitesidir? Biz niçin daha iyisini ortaya koyamadık ya da bizim imzamızı taşıyan çok iyi üniversitelerimiz niçin olamadı?!”
Kendilerine Erbakan’ca bir yanıt verelim: Çünkü mayanız yoktu… İktidarınız var, ama davanız yoktu…
Bu Serdar Arseven’in 3. cinsiyet dediği eşcinsellere resmiyet ve serbestiyet kazandırmak için dindar kahraman AKP iktidarının, hem de AB’nin talimatıyla nasıl çırpındığını, hatta eşcinsellerin hatırına Şehitler Köprüsünü nasıl onların renkleriyle ışıklandırdığını bilmiyor muydu, yoksa “kendilerini zemzem, alemi sersem mi sanıyordu?” Bu münafık takımının kendi aralarında “Ah şu Milli Çözüm Dergisi de olmasa (sahte) kahramanlığımızı herkese inandıracağız” dediklerini de biliyoruz.
Küresel Sapkınlık
Eşcinsellik sapkınlığını Kapitalist sermaye ve markalar destekliyordu… Küresel terörden daha hızlı yayılıyordu… Ve Küresel terörden daha büyük yaralar açıyordu!
Eşcinsellik sapkınlığı küresel sermayenin ve Siyonist merkezlerin eliyle tüm dünyaya yayılmaktaydı. MasterCard, Hollywood, Twitter, Scorp, You Tube gibi dev şirketlerin eliyle tüm dünyayı zehirleyen LGBTİ hareketi, toplumların aile yapısını açıkça tehdit ve tahrip ediyorlardı. Avrupa’da had safhalara çıkan ve aile yapısını bozan eşcinsellik hastalığı Türkiye’de de özellikle AKP döneminde hızla yayılmaktaydı. Dev sermayelerle eşcinselliğe özendiren filmler hazırlanmakta, Üniversitelerde karışık tuvaletler açılmakta, köprüler ışıklandırılmakta ve bayrakları asılmaktaydı. Eğer Türkiye’deki Eşcinsellik Propagandası Devam Ederse, Türk Aile Yapısını Kökten Sarsacaktı! Boğaziçi Üniversitesi’nin ardından ODTÜ’de de karma tuvalet rezaleti uygulamaya başlanmıştı. 32 bin 48 öğrencisi olan okulda, 400 öğrencinin isteği üzerine karma tuvalet açılması AKP’nin kahramanlığıydı. Geçtiğimiz ay da LGBTİ yürüyüşü düzenleyen ODTÜ’lü bir grup öğrenci, yürüyüş boyunca aile karşıtı sloganlar atmıştı.
1993’te yapamadıklarını, 2003 yılında ve AKP iktidarında başarmışlardı!
• İlk kez 1993 yılında “Cinsel Özgürlükler Haftası” adıyla düzenlenmek istenen rezalete izin verilmemişti. O tarihte İstanbul Valiliği etkinliklere ve yürüyüşe izin vermemiş, taşkınlık yapanlar göz altına alınmıştı. Yurt dışından gelen sapkınlık yanlıları da sınır dışı edilmişti.
• İstanbul’da ilk sapkın yürüyüş AKP iktidarında ve 2003 yılında gerçekleştirildi. 2003 yılında ancak 20-30 kişiyle yapılan bu yürüyüş, her yıl katlanarak büyüdü. 2013 yılında İstiklal Caddesindeki yürüyüşte ise 30 bin kişiyle adeta şov yapılmıştı.
• Panel, forum, atölye, tiyatro gösterisi gibi pek çok ücretsiz etkinliğin olduğu hafta, 25 Haziran’da düzenlenecek 15. İstanbul LBGTİ Onur Yürüyüşüyle son bulacaktı.
2017 Yılına geldiğimizde ise:
• Cem Özer’in başrollerde oynadığı ve önümüzdeki günlerde vizyona girecek olan sapkınlığın propagandasının yapıldığı sinema filmi tamamlanmıştı.
• 15 Temmuz Şehitler Köprüsü kısa süreliğine de olsa “Onur Haftası” nedeniyle sapkınların renkleriyle ışıklandırılmıştı.
• Üniversitelerde kızlı-erkekli (cinsiyetsiz) karma tuvaletler açılmıştı.
• 19-25 Haziran tarihi bütün dünyada ve ülkemizde maalesef “Onur Haftası” adı altında zihinlere kazınmıştı.
• MasterCard, Hollywood, Lewis, Peta, Twitter, Scorp, Yahoo, You Tube, Spotify, Link, American Airlines, Facebook gibi küresel şirketler tarafından maddi ve manevi olarak tam destek sağlanmıştı.
MAK’ın Araştırması ve AKP’nin Ayarı!
İktidara çok yakın MAK Danışmanlık Anket Şirketi 12-18 Haziran tarihleri arasında“Türkiye’de toplumun dine ve dini değerlere bakışı” üst başlığı altında bir çalışma yayınlamıştı. Anket, 30 büyükşehir, 23 il, 154 ilçede 5 bin 400 kişi ile yüz yüze görüşmelerle yapılmıştı. Sonuçları oldukça ilginç. MAK Danışmanlık Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Ali Kulat,araştırmanın finansmanının kendi şirketi tarafından karşılandığını özellikle hatırlatmıştı. Herhalde yanlış anlaşılmalardan kuşku duyulmaktaydı!
“İslamcılık” kamuflajıyla 15 yıldır yönetilen bir ülkede toplumun nasıl bir manevi yıkım yaşadığını görmek açısından sorulan sorular, ulaşılan sonuçlar, bazı analiz ve yorumlar oldukça çarpıcıydı ve ufuk açıcıydı.
“Allah’ın varlığına, birliğine bizi yaratıp yaşattığına inanıyor musunuz?”şeklindeki soruyu yıllardır yüzde 99’u Müslüman diye ifade ettiğimiz toplumun sadece yüzde 86’sı Evet, diye yanıtlamıştı. Allah’ın sadece varlığına bizi yarattığına inanıyorum, ama her şeye karıştığını, düşünmüyorum diyen literal anlamda DEİST diye ifade edilebileceklerin oranı yüzde 6’ydı. Hayır, Allah’a inanmıyorum diyerek ATEİST olduğunu ifade edebileceklerimizin oranı yüzde 4, farklı çekincelerle bu soruya Cevap yok/Kararsız diyenlerin oranı yüzde 4 olarak saptanmıştı.
Ortaya çıkan bu sonuçla; toplumun inanç erozyonuna karşı ivedilikle bir manevi kalkınma seferberliğine ihtiyaç duyulduğu açıktı.
“Meleklere inanıyor musunuz?” sorusuna, araştırmaya katılanların yüzde 75’inin yanıtı Evet, olmaktaydı. Hayır, gözümle görmediğim varlıklara inanmam, diyenlerin oranı yüzde 15. Cevap yok/Kararsız oranı ise yüzde 10’u bulmaktaydı.
“Kur’an-ı Kerim ve diğer kitapların vahiyle geldiğine inanıyor musunuz?”sorusuna katılımcıların yüzde 76’sı Evet, Hayır, inanmıyorum diyenlerin oranı yüzde 14, cevap vermeyen veya kararsız oranı ise yüzde 10 civarındaydı.
“Peygamberlere inanıyor musunuz? Hz. Muhammed (SAV) sizin için her anlamda örnek alınacak rol model/örnek insan mıdır?” sorusunu katılımcılarınyüzde 63’ü Evet, şeklinde yanıtlamıştı. Yüzde 20’si Evet, Peygamberlere inanıyorum ama her konuda Hz. Muhammed (SAV) örnek alınacak rol model/örnek değildir cevabını veriyorlardı.Hayır, Peygamberlere inanmıyorum, diyenlerin oranı yüzde 9. Cevap yok/Kararsız oranı ise yüzde 8’i bulmaktaydı.
“Öldükten sonra dirileceğinize ve bu dünyada yaptıklarınızdan hesaba çekileceğinize inanıyor musunuz?” şeklinde AHİRET İNANCI konusunda toplumsal algıyı anlamaya yönelik soruya, araştırmaya katılanların yüzde 73’ü Evet, diyorlardı. Aynı soruya katılımcıların yüzde 10’u ise, öldükten sonra dirileceğime inanıyorum ama hesaba çekilmeye inanmıyorum, derken, Hayır, öldükten sonra dirileceğime ve bu dünyada yaptıklarımdan hesaba çekileceğime inanmıyorum diyenlerin oranı yüzde 9. Cevap yok/Kararsız diyenlerin oranı da yüzde 8 olmaktaydı.
“Kur’an-ı Kerim’in Türkçe mealini hiç okudunuz mu?” sorusunu katılımcıların sadece yüzde 17’si EVET, yüzde 60’ı HAYIR, yüzde 23’ü ise KARARSIZ/GÖRÜŞ YOK şeklinde yanıtlamışlardı.
“Cennete gideceğiniz kesin olsa; şu an Cennete gitmek için ölmeyi düşünür müsünüz?” sorusuna EVET diyenlerin oranı yalnız yüzde 15, HAYIR diyenlerin oranı yüzde 65, KARARSIZ/GÖRÜŞ YOK oranı yüzde 20 olmaktaydı. Yani Müslümanların %85’i Cennete ulaşmaktansa, dünyada yaşamayı tercih ediyorlardı.
“Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (SAV) hayatını hiç okudunuz mu?”sorusuna katılımcıların yüzde 23’ü EVET, yüzde 65’i HAYIR derken, KARARSIZ/GÖRÜŞ YOK diyenlerin oranı yüzde 12 kadardı.
“İslam dini ile ilgili bilgileri daha çok hangi kaynaklardan öğreniyorsunuz?” sorusuna katılımcıların yüzde 30’u dini kitaplar derken yüzde 45’i internet, yüzde 20’si birine sorarak yüzde 5’i de KARARSIZ/GÖRÜŞ YOK diyorlardı.
“Herhangi bir dini cemaate veya tarikata bağlı bulunuyor musunuz?”sorusuna EVET diyenlerin oranı yüzde 15 iken, HAYIR diyenlerin oranı yüzde 60, KARARSIZ/CEVAP YOK diyenlerin oranı yüzde 25 civarındaydı.
Araştırmayı yürüten saha ekiplerinin aktardığı bilgilere göre özellikle bu soruya cevap verirken katılımcıların çok çekingen ve tereddütlü yaklaştıkları, bir kısmının bir tarikat ya da cemaat bağlantısı olmasına karşılık bunu ifadeden çekindikleri anlaşılmaktaydı.
“Dini bir cemaat görünümlü FETÖ terör örgütü tarafından yapılan 15 Temmuz darbe teşebbüsü dini grup, cemaat ya da tarikatlara bakışınızı nasıl etkiledi?” sorusuna vatandaşların yüzde 30’u olumsuz ya da şüphe ile bakmama neden oldu derken, yüzde 50’si, cemaat ya da tarikatların daha sıkı, illegal yapılanmalara zemin oluşturmayacak şekilde denetlenmesi gerektiğini açıklamışlardı. Yüzde 12’si ise dini grup, cemaat ya da tarikatlara bakışım değişmedi şeklinde yanıtlamış; yüzde 8’i ise KARARSIZ kalmıştır.
“Siyasi bir seçimde (belediye-milletvekili vs.) adayın dinine düşkün biri olması sizin için ne kadar önemli?” sorusunu katılımcıların yüzde 51’i ÇOK ÖNEMLİ, yüzde 24’ü KISMEN ÖNEMLİ, yüzde 20’si ÖNEMLİ DEĞİL, yüzde 5’i KARARSIZ şeklinde yanıtlamıştır.
“İslam ülkelerinin (Hristiyan ülkelerin dini lideri papalık gibi) HALİFELİK benzeri bir dini liderliğe ihtiyacı olduğunu düşünüyor musunuz?” sorusunu, araştırmaya katılanların yüzde 54’ü EVET, yüzde 40’ı ise HAYIR şeklinde cevaplamıştır. Yüzde 6’sı ise KARARSIZ kalmıştır.
Bu anketin asıl son soruyu gündeme taşımak ve “İşte bakınız toplumun %50’den fazlası HİLAFET istiyor!” kanaatini oluşturmak için yaptırıldığı sırıtmaktaydı. Zira sadece %17’sinin o da ara sıra Kur’an Meali okuduğu bir toplumda, Kur’an ahkamına bağlı bir adalet nizamını uygulayacak bir HALİFEYİ isteyenlerin %51 oranında çıkması imkânsızdı… Anlaşılıyor ki bu rakam ısmarlamaydı ve talimatla yazdırılmıştı… 15 yıldır iktidarda olmasına rağmen toplumu FAİZ, FUHUŞ, KUMAR gibi kesin haramlardan uzaklaştırmaya, KISAS (Haksız yere cana kıyan katillerin asılması) gibi caydırıcı Kur’ani cezaları uygulamaya yönelik hiçbir ciddi adım atmayan AKP iktidarı, kahraman Genel Başkanlarına bir de göstermelik HALİFE sıfatı yakıştırıp toplumu avutma ve oyalama sevdasındaydı. Çünkü tarihte hiçbir iktidar bu denli pervasız din istismarına kalkışmamıştı.
Bu çalışma 12 Haziran- 18 Haziran 2017 tarihleri arasında Türkiye’de Toplumun Dine ve Dini Değerlere Bakışı Araştırması üst başlığı ile MAK DANIŞMANLIK tarafından 30 Büyükşehir ve (Ağrı, Aksaray, Artvin, Bayburt, Bitlis, Bolu, Düzce, Elazığ, Giresun, Gümüşhane, Karaman, Karabük, Kars, Kastamonu, Kırıkkale, Kırklareli, Kütahya, Nevşehir, Osmaniye, Sinop, Bilecik, Yozgat, Uşak) 23 il, 154 ilçede 5400 kişi ile YÜZYÜZE görüşmelerle yapılmıştır. Genelde dindar bilinen iller dışında daha laik çevrelerde yapılmış olsaydı, daha acı ve çarpıcı sonuçların çıkacağı açıktır.
Araştırmada deneklerin belirlenmesinde %53,5 erkek, %46,5 bayan olmak üzere cinsiyet dengesi oluşturulmaya çalışılmıştır.
“Allah’ın varlığına, birliğine ve bizi yaratıp yaşattığına inanıyor musunuz?” şeklindeki soruya yıllardır %99’u Müslüman diye ifade ettiğimiz toplumun %86’sı Evet derken aynı soruya;Allah’ın sadece varlığına bizi yarattığına inanıyorum ama her şeye karışacağını düşünmüyorum diyen literal anlamda DEİST diye ifade edilebileceklerin oranı %6, Hayır, Allah’a inanmıyorum diyerek ATEİST olduğunu ifade edebileceklerimizin oranı %4, farklı çekincelerle bu soruya Cevap yok diyenlerin oranı %4 olarak çıkmıştır. Bu sonuç dindar kahraman sanılan AKP’nin manevi tahribatının en açık ispatıdır.
İmanın temel şartlarından olan: “Meleklere inanıyor musunuz?” sorusunu ise araştırmaya katılanların %75’i Evet, olarak yanıtlamıştır. Oysa meleklere iman konusunda toplumsal bilgisizliğin İslami anlamda insanların küfre düşme boyutunda inhirafına sebep olmaktadır.“Gözüyle görmediğine inanmama hastalığı” materyalizmin insanımızın inanç dünyasını nasıl törpülediğini göstermesi bakımından çok acıdır. Kaldı ki dine ait değerlerin pek çoğu beş duyu ile algılanamayan aşkın alana ait inanç esaslarıdır. Gayba ve uhrevi hayata inanmak Müslümanlığın temelini oluşturmaktadır. Bu anlamda dinin pek çok değeri, melekler, cinler, ruh, cennet, cehennem vd. kavramlar imani değer itibarıyla temel sayılır. Toplumun bu değerlerle teçhiz edilmesi, kimsenin görmediği yerde dahi bir gören var şuurunun kalp ve kafalara nakşedilmesi toplumsal ahlaki motivasyon içinde önemli konulardır.
Bunun gibi: “Kur’an-ı Kerim ve diğer kitapların vahiyle geldiğine inanıyor musunuz?”sorusunu da katılımcıların %76’sı Evet diye yanıtlamıştır.
Kur’an-ı Kerim’e inanmak bir bütün olarak inanmaktır. İçindeki hükümleri parçalayıp çıkarmadan, kavramların anlamlarını bozmadan, bağlamlarını koparmadan O’nu hayatın merkezine koymaktır. Yapılan kamuoyu araştırması toplumun bir kısmında; Kur’an-ı Kerim’in vahye dayalı ilahi bir mesaj olgusunun yıprandığını ortaya koymaktadır. Bunun sebep analizi ayrıca daha kapsamlı araştırmalarla incelenebilir ancak bu noktada dikkat çekmek istediğimiz konu bu oranlar bundan sonraki sorularla bir bütün olarak değerlendirildiğinde yeterince Kur’an eğitimi verilmediği anlaşılmaktadır.
“Evinizde Kur’an-ı Kerim var mı ve düzenli aralıklarla okuyor musunuz?” sorusunu toplumun %25’i Evet diye cevaplamıştır. Evinde inanç kaynağı kitabı bulundurmayan ya da var olanı okumayan ya da okuduğunu anlamayan bir toplumun onu anlaması, doğru anlaması ve yaşamasını beklemek zaten sağlıklı bir beklenti olmayacaktır.
“Gusül abdesti alır mısınız?” sorusuna katılımcılardan Evet, asla gusül abdestim olmaksızın dışarı çıkmam diyenlerin oranı %65 iken, ara sıra gusül abdesti alırım diyenlerin oranı %17, gusül abdestini bilmiyorum/almam diyenlerin oranı ise %18’i bulmaktadır.
“Kur’an-ı Kerim’i Arapça hattından okuyabiliyor musunuz?” sorusunu katılımcıların %32’si EVET diye yanıtlamıştır. Son birkaç yıldır okullarda seçmeli ders haline getirilen Kur’an-ı Kerim dersi Kur’an-ı Kerim’i orijinal hattıyla okumada biraz artış sağlasa bile araştırmaya katılanların yaş grafiği itibarıyla okuma oranının halen çok düşük olduğu anlaşılmaktadır.
“Hiçbir Kur’an Kursu’na eğitim almak amacıyla gittiniz mi?” sorumuza EVET diyenlerin oranı %25, HAYIR diyenlerin oranı %65, KARARSIZ / GÖRÜŞ YOK oranı ise %10 civarındadır. Bu soruya verilen cevapların içinde yaz dönemlerinde camilerde verilen Kur’an dersleri de vardır. Ancak özellikle cami hocalarının eğitimci formasyonlarının yeterince olmaması, özellikle geçmişte bu kurslara katılan pek çok kişinin “kötü hatıralarını” anlatması durumunu karşımıza çıkarmaktadır. Bu anlamda hocalara yönelik hizmet içi formasyon kazandırıcı eğitimlere ve çok sıkı bir denetim mekanizmasına ihtiyaç duyulmaktadır.
En can alıcı, Kur’an’a ilgi ve sevgiyi ortaya çıkarıcı; “Kur’an-ı Kerim’in Türkçe mealini hiç okudunuz mu?” sorusunu ise katılımcıların sadece %17’si EVET, %60’ı HAYIR, %23’ü iseKARARSIZ / GÖRÜŞ YOK şeklinde cevaplamıştır. Oysa Müslüman olduğunu söyleyen bir kişinin o dinin temel kaynağı olan kitapta ne yazdığını bilmemesi merak etmemesi, ilgi ve ihtiyaç göstermemesi kadar hayret verici bir şey olamaz. Elbette mealin o ilahi kaynağı mutlak anlamda anlamak için yeterli olmasa da içerik konusunda bir fikir vereceği de muhakkaktır. Maalesef günde 5 vakit namaz kılan insanlarında her gün 5 vakit namazda ortalama 40 defa okudukları ve bunu yıllarca fasılasız tekrarladıkları halde Fatiha’nın anlamını bilmedikleri bir toplumda yaşadığımız kesinlik kazanmıştır.
İşin daha acı ve çarpıcı tarafı… Devamını okumak için tıklayınız.