AKP’NİN IMF KÂHYALIĞI VE SÖMÜRGE TAHSİLDARLIĞI

830
Paylaş:

8 Kasım 2018

AKP’NİN IMF KÂHYALIĞI

VE

SÖMÜRGE TAHSİLDARLIĞI

      

Berat Albayrak: “IMF Ülke Grubunun İcra Direktörlüğünü devraldıklarını” açıklamıştı. (14 10 2018 – Gazeteler ve Siteler)

Erbakan Hoca ise: “AKP’nin, IMF’nin sömürge tahsildarı” olduklarını defalarca vurgulamışlardı. Böylece bir kerameti daha ispatlanmıştı.

McKinsey IMF’nin alt ve yan kuruluşu gibidir. Yapılan yoğun tenkitler üzerine, Erdoğan iktidarı McKinsey’e teslimiyetten zahiren vazgeçti ama, gerçekte başka yöntem ve sistemlerle IMF ile irtibatlar devam etmektedir. Küresel sermaye (Siyonist sömürü) merkezleri, IMF gibi garantörler ve McKinsey gibi şirketler üzerinden ağlarına düşen ülkeleri denetleyip yönlendirmektedir. Bunların çalışma prensipleri ve sömürü taktikleri şöyle özetlenebilir.

“Beslenen inekleri, bir süre bol süt verdirecek, ama sonra hastalandırıp öldürecek yemleri biz satıvereceğiz, elde edilen süt ürünlerinin piyasasını ve sömürü payımızı da biz belirleyeceğiz. Hastalanıp ölen ineklerin yerine, yenilerini de istediğimiz ücret üzerinden yine biz göndereceğiz! Böylece bütün ülkeler bizim çiftliğimize, bütün hükümetler de bizim kâhyamıza dönüşecektir.” gerçeklerini yazdığımız için bize çok kızan Yandaş Takımının, Damat Berat paşanın; “Türkiye IMF’nin İcra Direktörü oldu!” açıklaması karşısında yüzleri bile kızarmamıştı.

Direktör; Patronlarının çıkarları ve talimatları doğrultusunda, bir şirketi veya ekibi yönetip yönlendiren idareci (müdür) anlamındadır. Yani AKP Türkiye’si, Siyonist sermaye baronlarının sömürü çarklarını daha kolay döndürmek üzere, resmen ve fiilen kâhyalık görevini devralmışlardı. Böylece Erbakan’ın: “Bu AKP Siyonizm’in sömürü tahsildarıdır!” benzetmesi de aynen ortaya çıkmıştı.

Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası’nın yıllık toplantıları için bulunduğu Endonezya’nın Bali adasında görüşmeler gerçekleştiren Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak, sosyal medya hesabından bu açıklamaları yapmıştı. Bali’de Yeni Ekonomi Programı’nın sunumunu yaptıklarını belirten Albayrak, “IMF ülke grubunun İcra Direktörlüğü görevini Türkiye olarak devraldıklarını” vurgulamıştı. Albayrak’ın, “Bali’de, küresel finans kuruluşlarının ve yatırım fonlarının üst düzey yöneticilerinin katılımı ile düzenlenen toplantıda, Yeni Ekonomi Programımıza ilişkin sunumumuzu aktardık. Ayrıca yine önemli küresel banka ve yatırım şirketleri ile birebir toplantılarımıza katıldık” ifadeleri, aslında küresel (Siyonist) sömürü çarkına kapıldıklarının bir itirafıydı. Berat Albayrak açıklamasında; “Son olarak 8 ülkeden oluşan IMF ülke grubunun ‘İcra Direktörlüğü’ görevini Türkiye olarak devraldık. Bu görevi yürütecek olan Sn. Dr. Raci Kaya’ya başarılar diliyorum” buyurmuşlardı. Bali’de Siyonist Yahudi sermayesinin güdümündeki G-20 Finans Bakanları ve Merkez Bankası Başkanları Toplantısı’na katılan Albayrak, ABD, Avrupa ve Asya merkezli çok sayıda finans kuruluşu, yatırım fonu ve bankası temsilcileri ile toplantılara katılmış ve herhalde özel talimatlar almıştı. Toplantılarda özellikle, Yeni Ekonomi Programı ve küresel yatırımcıların Türkiye’ye güvenini artıracak politikalar masaya yatırılmıştı.

Büyük Şirketler Tek Tek Batmaktaydı!

Fikirtepe’de büyük projeleri olan inşaat sektörünün devlerinden Nuhoğlu İnşaat, konkordato ilanına mecbur kalmıştı. İstanbul Anadolu 1. Asliye Ticaret Mahkemesi Nuhoğlu İnşaat için üç aylık geçici mühlet kararı almış ve konkordato komiseri atamıştı. 1986’dan bu yana inşaat sektöründe olan firma, konkordato kararı almıştı. Firma bu kararla, mahkemenin koruması altına alınmıştı. 100’ün üzerinde projeye imza atan Nuhoğlu İnşaat’ın; İstanbul Akvaryum, Aqua Florya Alışveriş Merkezi, Küçükkuyuport, Sinan Erdem Arena, Bursa Hayvanat Bahçesi, Bayrampaşa Şehir Parkı gibi büyük projelerde imzası bulunmaktaydı.

Bilen, gören, anlayan var mıydı?

“McKinsey meselesini tam olarak anlayan var mı? McKinsey skandalına dair kafalardaki sorular giderildi mi? Mesela McKinsey ile varılan anlaşma gerçekten feshedildi mi? Yoksa McKinsey, Türkiye için çalışacak, ama “sadece fikirlerinden mi” faydalanmayacağız? McKinsey ile anlaşma metni nerede, gören var mı? Niçin bu anlaşmanın detayları devlet sırrı gibi saklanıyor? McKinsey anlaşması feshedildiyse eğer, bu anlaşmanın feshi için bir tazminat maddesi yok muydu? Türkiye, bu Amerikan şirketine tazminat verdi mi? Kriz meselemiz ne oldu sahi? Dolara, iPhone’a savaştan neden vazgeçtik, bilen var mı? Şu Amerika birdenbire nasıl da dost oluverdi, şu Trump nasıl da yine sevimli hale geldi, anlayan var mı? Sahi, Amerikan bayrağı sallayan İsmet İnönü gündemimize ne oldu? Ülkede neredeyse herkes Amerikancı olduktan sonra, bu Amerikancılık tartışmasına anlam verebilen var mı? Yurtdışı tahvil ihracı diye millete yutturulan dış borçlanma operasyonları gündem bile olmuyor hatta. “Tahvil ihracı” deyince de korkarım millet zannedecek mal satıyoruz Amerika’ya, Japonya’ya, Avrupa ülkelerine. İhraç ediyoruz ya hani, iyi bir şey gibi takdim ediliyor… Takdim ne kelime “borçlandık” diye iktidarımız neredeyse zafer ilan edecek… Üstelik eskiye göre faiz oranı daha yüksek borçlanmalar…”[1]

 Bu arada aslı, ayarı ve icraatları malum Cem Uzan, sosyal medya hesabından Cumhurbaşkanı Erdoğan’a destek verdiğini açıklamıştı. Uzan, yaptığı paylaşımda “Devletimin ve milletimin hizmetinde olmaya hazırım” ifadelerini kullanmıştı. Yani IMF icra direktörlüğünü devralan iktidarın ekonomi politikalarına katkı sunacaklardı. Fransa’da yaşayan Genç Parti Genel Başkanı Cem Uzan’ın, sosyal medya hesabı üzerinden Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’a destek veren paylaşımları aslında çok şey anlatmaktaydı. Hatta Cem Uzan, Instagram hesabından yaptığı Erdoğan’a destek verdiği paylaşımında, “Erdoğan’ın yalnız bırakıldığını ve bu nedenle destek çıkacaklarını” buyurmuşlardı. “Ekonominin bu zor günlerinde! Herkesin saklanacak yer aradığı bir dönemde!.. Sayın Başkanımız Erdoğan’ın bile yalnız bırakıldığı bir süreçte!.. Ben milletimin ve devletimin hizmetinde olmaya hazırım” ifadelerini kullanan Cem Uzan, böylece AKP ekonomisinin tıkanıp, tükenme noktasına taşındığını da açığa vurmuşlardı.

Tam bu hengâmede, (27 Ekim 2018’de) bünyesinde Aslan Çimento, Adana Çimento, Bolu Çimento, Mardin Çimento, Ünye Çimento, Denizli Çimento bulunan en büyük üretici konumundaki Oyak Çimento’nun yüzde 40’ı, Siyonist sermayeli Tayvan’a satılmıştı.

Türkiye’nin en büyük çimento üreticisi OYAK Çimento’nun yüzde 40’ı, Siyonist Yahudi sermayeli Tayvanlı Taiwan Cement Corporation’a satılmıştı. OYAK ve Uzakdoğulu çimento üreticisi Taiwan Cement Corporation (TCC), çimento sektöründe ortaklık kurma kararı alırken; taraflar arasında mutabık kalınan anlaşmaya göre, OYAK Çimento’nun yüzde 40 hissesi yaklaşık 640 milyon dolar bedelle TCC’ye devredilmiş olacaktı. OYAK Çimento’nun iştirakleri tarafından Kamuyu Aydınlatma Platformu’na (KAP) yapılan açıklamada, Türkiye’nin en büyük çimento üreticisi konumundaki OYAK ve Uzakdoğu’nun önde gelen çimento üreticilerinden Taiwan Cement Corporation’ın, uluslararası çimento pazarında güçlerini birleştirmek amacıyla ortaklık kurmaya karar verdiği açıklanmıştı.

Artık yandaşlar bile feryat etmeye başlamıştı ve özelleştirilen fabrikaları İsrailli iş adamları satın almaktaydı!..

Ama görünürde Türk iş adamları taşeron olarak kullanılmaktaydı.

Kovancılar-Yarımca Ferro Krom Fabrikasının özelleştirildiği süreçte; Elazığ’a gelen Erol Bilbilik, yerel bir televizyonda, “Kromun çok stratejik bir maden olduğunu, dünya krom piyasasının Yahudilerin elinde bulunduğunu, Elazığ’daki krom cevherinin yüksek kalitede olması nedeniyle özellikle İsrail tarafından alınmak istendiğini” açıklamıştı. Eğer Elazığ halkı ve STK’ları duyarlı davranmaz ve sahip çıkmazlarsa Ferro Krom Tesislerinin İsrail’e satılacağını, ancak kendileri hesabına bir taşeron kullanacaklarını vurgulamıştı. Bu konuşmadan bir müddet sonra Ferro Krom Fabrikası özelleştirilmesi yapılmış ve Elazığ (Palu’lu) iş adamı Gıyasettin Demirtaş, bütün servetini teminat olarak yatırıp bu tesisleri almıştı. Ancak uzun zaman geçmesine rağmen Fabrika’nın parasını yatıramamış, dolasıyla ihale iptal edilmiş ve teminatı da yanmıştı. Bunun üzerine Elazığ’ın Yerel Televizyonuna çıkan Gıyasettin Demirtaş, “Yahudiler beni aldattılar, İsrailli iş adamları taahhüt ettikleri parayı bana ulaştırmadılar. Bir tezgâh kurup bütün servetimi bağladığım teminatımı yaktılar ve ardından çok ucuza Ferro Krom Fabrikasına başka bir taşeron üzerinden sahip oldular!” diye ağlamıştı. Şimdi eski iş adamı Gıyasettin Demirtaş, Elazığ sokaklarında perperişan ve beş parasız olarak dolaşmakta ve herkes onun haline acımaktaydı. Ferro Krom daha sonra görünürde Sivaslı bir iş adamına satılmıştı.

O süreçte Anadolu Ajansı: “Eti Krom’la İsrailli yatırımcı ilgili” bir haber yazmıştı.

Özelleştirme sürecinde Eti Krom’a en yüksek teklifi veren Yıltaş İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Demirtaş, “İsrailli yatırımcıların kredi ve ortaklık konusunda ilgilendiğini” açıklamıştı. (18 Mayıs 2004) Yıltaş İnşaat Ticaret A.Ş Yönetim Kurulu Başkanı Gıyasettin Demirtaş, Eti Krom A.Ş’ye ait Ferro Krom Fabrikası’yla ilgili İsrail’le, kredi alımı konusunda görüşmeler yaptıklarını vurgulamıştı. Demirtaş, yaptığı açıklamada, ihalenin ardından sonucun Rekabet Kuruluna taşıdığını, ardından Özelleştirme Yüksek Kurulunun onayına sunulacağını belirterek, ilk ödemeyi bu görüşmelerin ardından yapacaklarını hatırlatmıştı. Böyle bir fabrikayı kendi imkânlarıyla almalarının mümkün olmadığını kaydeden Demirtaş, ihalenin ardından dış kredi arayışına başladıklarını vurgulamıştı. Kredi konusunda gelinen noktanın kendilerini umutlandırdığını ifade eden Demirtaş: “Ferro Krom Fabrikası’nın ihalesi 3 Mayıs tarihinde yapıldı ve 9 firma katılmıştı. Biz 58 milyon 100 bin dolar teklif verdik ve ihale bizde kaldı. İhalenin ardından kredi bulma çalışmalarımız başladı. İsrail ile bu konuda görüşmeler yapıyoruz. Şu an için kredi konusunda bir sorun görünmüyor.” açıklamasını yapmıştı.

Ferro Krom Fabrikası’nı Elazığ’a katkı sağlamak için aldıklarını anlatan Gıyasettin Demirtaş’a, ihaleyi aldıktan sonra İsrail ve Hollandalı şirketlerin kendisini arayarak kromun pazarlanması konusunda ortaklık teklifinde bulundukları yazılsa da, aslında bu girişime cesaret kazandıran, ama teminatı yatırdıktan sonra Gıyasettin Demirtaş’a söz verdikleri parayı aktarmayıp ihaleyi iptal ettiren ve sonrasında Ferro Krom Fabrikasını başka bir taşeron üzerinden ucuza kapatan bu Yahudi firmalardı. Oysa İsrail’in Huta Pokoj S.A. Firması ve Hollanda’nın Greendown firma yetkililerinin kendisini aradığını kaydeden Demirtaş, “Bize yapılan teklifleri değerlendiriyoruz. Pazarlama konusunda da ortaklık teklifleri var. Önümüzdeki günlerde bu konular netlik kazanacak” diye açıklamıştı. İhalesi yapılan Eti Krom A.Ş’nin Elazığ’daki üretim sahalarında o dönemde 750 kişi çalışmaktaydı. Yıllık üretim kapasitesi 150 bin ton olan bu sahalarda halen yılda 30 bin ton üretim yapılmaktaydı.[2]

Elazığlı Eczacı ve iş adamı M.P’a İsrailli iş adamları ve Fetullahçılar tarafından tuzak kurulması!..

Elazığ’da Eczacılık yapan ve birtakım yatırımları olan M… P… 2010 yılında, İsrailli iş adamlarının yanına geldiklerini anlatmıştı. Bunlar, “Kendisini araştırdıklarını, bilgili ve becerikli bir girişimci olduğunu saptadıklarını ve yatırımlarına destek çıkıp kendisini dünya pazarlarına açacaklarını” söyleyip umutlandırmışlardı. Çünkü M.P. aynı zamanda seracılık faaliyetleri yapmakta, bu konuda dünyadaki Ar-ge çalışmalarını takip edip uygulamaktaydı. İsrailli iş adamları, Kırgızistan’da büyük çaplı yatırım yapacaklarını, kendisinin de bu seracılık yatırımlarına ortak olmasını ve kendisine ait şirketlerin adına bu girişimleri yürütmek arzularını aktarmışlardı. M.P. bunların İsrailli olmaları ve böyle birdenbire ortaya çıkıp çok cazip teklifler sunmaları nedeniyle kuşkulanmış ve ortaklığa yanaşmamıştı.

Onların eli boş geri dönmesinden birkaç hafta sonra, kendilerini Fetullah Gülen cemaatinin yetkilileri olarak tanıtan iki kişi bürosuna uğrayıp; “Sana İsrailli iş adamlarınca yapılan teklife neden yanaşmadın, hayatının fırsatını kaçıracaksın!..” deyince, M.P. iyice şaşırmıştı. Öyle ya, din, iman edebiyatıyla tanınan bu FETO Cemaatinin, İsrailli Yahudilerle ne işleri vardı? Kuşkuları korkuya dönüşen M.P, bu kişileri de reddedip uzaklaştırmıştı. Ancak aradan bir iki hafta geçmeden, M.P uyduruk bahanelerle gözaltına alınıp gün boyunca sorgulanmış ve işkence uygulanmıştı. Güya eczanesinde yolsuzluklar yapılmış gerekçesiyle bankadaki paralarına ve mal varlıklarına tedbir koydurmuşlardı. Hakkını aramak ve uğradığı mağduriyetlerden kurtulmak üzere baş vurduğu bütün devlet kapıları da yüzüne kapanmıştı. Sonunda iflas edip beş parasız kalan M.P, kahrından şeker hastası olup çıkmıştı. Evet işte dindar kahraman rolüyle iktidara gelen AKP dönemindeki bütün özelleştirme kılıflı talan ve tahribatların arkasında İsrailli iş adamları ve diğer Yahudi firmaları vardı. Görünürdeki Türk yatırımcılar ise sadece birer taşeron ve figürandı.

AKP iktidarında Türkiye, Küresel-Siyonist sermayenin pazarı yapılmıştı!

Dünyadaki sömürü sistemlerini, kendi güdümlerindeki kapitalist sosyalist sistemlerin göstermelik çatışması üzerine kuran Siyonist-Yahudi hegemonyası, ülkelerdeki halkları da sağcı-solcu kapışmalarıyla oyalayıp avuçlarında tutmaktaydı. ABD’deki Cumhuriyetçi-Demokrat kutuplar ve Başkanlar da yine onların oyuncağıydı. Erbakan Hocamız sayesinde bu Siyonist şeytan şebekesi iyice deşifre olunca, bu sefer dünyayı uyutup oyalamak üzere, “ABD’deki Pentagon ve silah üreticileri ile İngiltere merkezli Rotschild ailesinin hâkimiyet mücadelesine giriştiği, bu nedenle geleceğini ve güvenliğini düşünen ülkelerin bunlardan birine yanaşması gerektiği…” yazılıp konuşulmaya ve danışman kılıflı özel ajanlarca devlet ve hükümet başkanlarına bu yönde sürekli ve sistemli telkinler yapılmaya başlanmıştı. İşte Takvim Gazetesi yazarı, AKP yandaşı ve Sn. Erdoğan’ın danışmanı Ergün Diler de, bu kiralık elemanlar arasındaydı ve hemen her yazısında bu kanaati pompalamaktaydı.

“Yeni Dünya Düzeni tam olarak oturmadan belli ki çok can yanacaktır. Artık bunun işaretleri bir yığın olarak karşımızda durmaktadır. Küresel savaş bizim de yanı başımızdadır!… Asıl oyun kurucular ve onların adamları ne yapıyor? Ona bakılmalıdır. Eğer olan biteni doğru okursak, kavganın boyutlarını ve adımları fark etme şansını yakalarız. Kaşıkçı’nın, Suudlar’ın İstanbul Konsolosluğu’nda kaybolması ve kimselerin üzerinde durmadığı önemli birkaç gazetecinin ölümü tansiyonu tırmandırdı… Bakınız, George Soros Rothschildler’in as oyuncusuydu. Para sihirbazı olarak dünyaya tanıttılar. Büyük işler yaptı, kazandı, kazandırdı… Son dönemde Pentagon ile çalışıp, Aileye (Rotschild’lere) karşı cephe aldı. Ardından ABD başkanları çerçeveye girdi. Çok tehlikeli tırmanış vardı… Soros’un ardından ABD eski Başkanları Barack Obama ve Bill Clinton’a bombalı paket gönderildi… Bu paketlerin Başkanları öldürmek amacıyla yollanmadığı açık net ortadaydı! Ancak mesaj büyüktü! Dünyada hiçbir güç, ABD’de başkanlık yapan birini ortadan kaldırmak için adım atmazdı, attırmazlardı! Ancak kendileri yaparsa yapardı! Peki gönderilen bombalı paketleri nasıl okumak lazımdı?

Soros’un Pentagon ile çalıştığını düşünürsek; Aile, Bill Clinton ve Obama’nın Aile için çalıştığını düşünürsek, bunu Pentagon yapmış diyebiliriz. Ya da Pentagon Soros’un Ailenin işine yarayacak eksik adımlarını gördü, hepsine birden bombayı yolladı! İki başkan da Aileye yakındır. Bu bilinen sır’dır! Hemen akla ilk gelen soruyu soralım! “Peki neden diğer başkan Bush’a bombalı paket yollanmadı?” Çünkü Bush ailesi, Rothschild ile hep karşı karşıyaydı. Bushlar, Rothschild ile Washington’un ortaklığını savunan Başkanlardı!.. Aileye yakın değillerdi, ama ortak bir yol da bulmak isterlerdi… Hatta eski Soros “Bush gitsin de, isterse tek kuruş param kalmasın” derdi!

Bombalı paketler, silah şirketlerinin artık Aile ile resmen savaşa başladığının ilanıdır!

Rothschild ailesi yaklaşık 20 yıl önce dünyayı genç zenginlerle yönetmek için karar aldı. Larry Page, Sergey Brin (Google), Mark Zuckerberg (Facebook), Yeung Kwok Keung (Garden Holdings), John Arnold (Centaurus Advisors), Ana Lucia De Mattos (Banca ITAU), Sean Parker (Slikon Vadisi), Jack Dorsey, Noah Glass, Evan Williams (Twitter)… Hepsi için harika bir hikâye hazırlandı. Çünkü gelecekte hepsinin hayatının film olması, dünyayı yönetmek için çok önemli detaylardan biriydi. Aile, bu isimlerle dünyanın her noktasında neler yaşandığını izlemeye başladı. Şimdi evlerine bombalı paketler gönderilme sırası Larry Page, Sergey Brin, Mark Zuckerberg, Yeung Kwok Keung, John Arnold, Ana Lucia De Mattos, Sean Parker, Jack Dorsey, Noah Glass ve Evan Williams’da… Bunu ben değil, Amerikalılar söylüyor… Zaten ara ara davalarla bu isimler köşeye sıkıştırılmıştı. Aileye kendi inandığı isimlerin üzerinden gidilecekti… Mesaj verilecekti!… Birçok önemli senatöre de gönderilen bombalı paketlerin ortak mesajı ‘ailenizi terk edin’di…

Çünkü patron görünenler, patron değildi. Mal sahibi görünenler de mal sahibi değildi! Pentagon bunu bildiği için bu yola saptı. Silah şirketleri, artık elindeki gücü tamamen kullanma niyetinde. Çünkü yeni bir dünya kurulurken, en az kayıp yaşayacak taraf dünyaya yön verecekti. Dünyanın birçok noktasında güçlü adımları atan Pentagon, Aileyi bitirmek için artık daha da asılacaktı. Şimdi Pentagon, bombalı mesajlarla Ailenin hedefte olduğunu söylemekten çekinmeyeceğini de ifşa etti. Bu hiç gelinmeyen bir sınırdı! Peki Aile bunlara karşı adımlar atar mıydı? Mümkün! Ancak olayın kişiselleşmesi sıkıntılıydı. İşte Kaşıkçı dünyaya ilan edilen ilk adımdı! Sonra bombalı paketler geldi. Burada durmayacaktı.

Her yerde bu kavga yaşanacaktı. Ve tabi Türkiye’de bunun dışında kalamazdı… Kaşıkçı başka yerde de ortadan kaybolabilirdi! Ama Türkiye’yi seçtiler. İstanbul’da karar kıldılar. İşler şimdilik bizim istediğimiz gibi gitse de, başka yollarla geleceklerdir. Kavga çok büyük çünkü… Türkiye olmadan olmaz. Bilirler. Bizi de çekmeye çalışacaklardır. Pompeo da, Gina Haspel da boşuna gelmedi. Çünkü biz çok değerliyiz. Herkes bizi yanında görmek istiyor.”[3]

Tavsiye ve telkin nitelikli bu tespitlerin manası ve mesajı açıktı: Türkiye, kendi başına ve bağımsız bir düzen kuramazdı, yeni ve adil bir blok oluşturamazdı. Ya Rotschild’lerin ya da Pentagaon’un yanında olmak zorundaydı. Ve tabi her iki durumda da Siyonist sömürü ve zulüm çarkının bir aracı olacaktı.

“İnternet sitelerine, televizyonlara, sosyal medyaya bakıyorum, tam bir bayram havası esiyor. Dolar yükselirken sesi soluğu çıkmayanlar, doların düşüşünü dakika başı haberlerle manşete çekiyor. “Dolarda sert düşüş, dolar tepetaklak, doların freni boşaldı, doların ateşi düşüyor…” manşetleri atılıyor… Doların 7.15’ten bu seviyelere düşmesine elbette sevinelim ama bir gerçeği de unutmayalım. Hala yüzde 25’in üzerinde bir faiz oranı var bu ülkede kardeşim. Doların (6 değil) 3 lira olması bile çok fazla… Neye seviniyoruz biz?.. Tamam, Amerika dolar üzerinden ekonomik suikast yaptı, tamam dolar beklentilerin çok üzerine çıktı, bunu kabul edelim etmesine ama Merkez Bankası yüzde 6.25 faiz artışı niye yaptı ve oranlar %25’i aştı!.. Millet bu faiz artışı yüzünden Per perişan oldu. Enflasyon fırladı, pahalılık iki, hatta üç katına çıktı. Hem dolar düşüyor da ne oluyor? Yani doların düşmesinin vatandaşa faydası ne? Vatandaş bu düşüşten ne kadar faydalanıyor? Doların 7.15 olduğu dönemde, marketten, pazara, akaryakıttan, elektriğe, doğalgazdan kömüre varıncaya kadar her şeye yüzde yüz, hatta yüzde iki yüz zam yapıldı. Yapılan bu zamlar geri alındı mı? Hayır alınmadı. Aksine zamlı fiyatlar neredeyse sabit hale getirildi. Dolar düştü ama benzin 7 lirada sabitlendi. Dolar düştü ama marketteki ürünler sabitlendi. Dolar düştü ama elektriğe, doğalgaza yapılan zamlar sabitlendi. Dolar düştü ama vatandaşın yüzde iki yüz fakirliği sabitlendi!”[4]

Bunların ardından Türkiye, “Yurtdışından Borçlanmaya” çıkmıştı!

Hazine ve Maliye Bakanlığı, “yurtdışından borçlanmak” amacıyla uluslararası sermaye piyasalarında “tahvil ihracı”na başlamıştı. Toplamda 250’den fazla yatırımcının ilgi gösterdiği “ihraçta”, tahvilin %60’ı ABD’deki, %23’ü ise İngiltere’deki yatırımcılara satılmıştı. Sözün özü: Türkiye, ABD’ye “Yüksek Faiz” karşılığında tahvil “İhracı” yapıp, karşılık olarak borç “ithaline” başlamıştı. 3 yabancı banka da borçlanmaya aracı olmuşlardı.

Hazine ve Maliye Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada, 2018 yılı dış finansman programı çerçevesinde gerçekleştirilen dolar cinsinden Aralık 2023 vadeli tahvil ihracının sonuçlarına ilişkin detaylar yer almıştı. Tahvil ihracı için “Deutsche Bank”, “Goldman Sachs” ve “Societe Generale”e yetki verildiği anımsatılarak, söz konusu ihracın aynı gün sonuçlandığı ve 2 milyar dolar olarak gerçekleştiği vurgulanmıştı. İhraç tutarının 23 Ekim’de hesaplara gireceği belirtilerek, “23 Aralık 2023 vadeli tahvilin kupon oranı yüzde 7,25, yatırımcıya getirisi ise yüzde 7,5 olmuştur” ifadeleri kullanılmıştı.

Borcun %60’ı ABD,den %23’ü ise İngiltere’den sağlanmıştı.

Hazine ve Maliye Bakanlığı açıklamasında, tahvil ihracına 250’den fazla yatırımcının, ihraç tutarının üç katından fazla talep gösterdiği belirtilirken, “Tahvilin yüzde 60’ı ABD, yüzde 23’ü İngiltere, yüzde 11’i diğer Avrupa ülkeleri, yüzde 5’i Türkiye ve yüzde 1’i diğer ülkelerdeki yatırımcılara satılmıştır” ifadeleri yer almıştı.

Yabancı uzmanlara göre: ‘Türkiye ekonomik krizin henüz başındaydı!’

Maliye ve Hazine Bakanı Berat Albayrak enflasyonla mücadele planını açıklamıştı. Plan kapsamında enflasyon sepetindeki ürünlerde yapılacak yüzde 10 indirim ve zabıtanın esnafta fiyat denetimi işe yarayacak mıydı? Uluslararası Ekonomi Peterson Enstitüsü uzmanlarından Jacob Kirkegaard karamsar bir tablo aktarmıştı. Kirkegaard’a göre, “Türkiye’de ekonomik krizin henüz başındayız ve Enflasyonla mücadele planı sorunu çözmede çok yetersiz kalacak” tespitini yapmıştı.

VOA Türkçe: Cumhurbaşkanı Erdoğan “Türkiye ekonomik krizde en kötüsünü geride bıraktı” demişti, peki ekonomistlere göre Türkiye krizin hangi aşamasındaydı?

Jacob Kirkegaard: Ben bu görüşe katılmıyorum. En azından durum ortalama bir Türk vatandaşı açısından öyle görünmüyor. Türkiye bana kalırsa uzun sürecek bir yüksek enflasyonla karşı karşıya. Enerji ve gıda tedarikini önemli ölçüde dışarıdan karşılayan bir ülkede döviz kuru yükseldiğinde olan budur. Bu durum tüketiciye de yansıyor. Bu da orta sınıf Türkler için ekonomik sıkıntı doğurur. Bence krizin henüz başındayız. Önümüzdeki dönemde beklenmedik şeyler olabilir. Türk lirası önemli ölçüde değer kazanmadıkça, iş yerleri kapanacaktır, borç ödeme zamanı geldiğinde iflas edenler çoğalacaktır. Bu söylediğim bazı Türk bankaları için de geçerli.

Soru: Maliye ve Hazine Bakanı Berat Albayrak enflasyonla mücadele planını açıkladı. Plan kapsamında enflasyon sepetindeki ürünlerde yüzde 10 indirim yapılacak. Zabıta da bir süredir esnafa sürpriz ziyaretlerle fiyatları denetliyor. Peki enflasyonla mücadelede bu yöntemler fayda sağlar mı?

Jacob Kirkegaard: Yükselen döviz kuru sebebiyle artan fiyatları güç kullanarak aşağı çekmeye çalışmanın işe yaramadığını, ekonomik kriz tarihindeki örneklerden gördük. Türk hükümetinin bu tür politikaları benimsiyor olması, bence çaresizlik göstergesi. Enflasyon rakamlarının yukarı çıkıyor olmasının, siyasi alanda bazı sonuçları da olacaktır. Merkez Bankasının sürpriz şekilde faiz oranlarını yükseltmesi sonrasında, Türk lirası çok az miktarda değer kazandı. Bu da işe yaramayınca, hükümet şimdi bir anlamda ekonomik baskı seçeneğine yöneldi. Bunların işe yarayacağını sanmıyorum. İşe yararsa da bu pek çok iş yerinin iflas etmesi anlamına gelecek. En vatansever esnafın bile, malını satın aldığı fiyattan daha azına satabilmesi zor. Ya da bu malları artık satın almazlar, müşterilerine de satamazlar. O zaman da iş kaybı olur. Bunun sonucu ise ekonomik krizin daha da derinleşmesi olacaktır.

Soru: Türkiye’nin ekonomik krizi aşması için en iyi reçete ne?

Jacob Kirkegaard: Bana kalırsa Türkiye’nin kısa ve orta vadede sorunları aşması için IMF’in kapısını çalması şarttır ve bunu yapacaktır. Ancak bu şekilde uluslararası yatırımcının güvenini yeniden kazanır. IMF de tabii bunun karşılığında çok şey isteyecektir. Bunlar da Erdoğan hükümetinin uyguladığı ekonomik politikaların ana unsurlarıyla uyuşmayan talepler olacaktır. IMF’in desteğini almak için de ana paydaşlar, yani Amerika ve Avrupa Birliği ile iyi ilişki içinde olması lazımdır. Pakistan’ın yaptığı gibi Türkiye’nin de IMF’e gitmesi lazım. Elbette bunun siyasi bedeli de olacaktır. Ama Erdoğan’ın bu bedeli ödemekten başka çaresi kalmamıştır. Türk ekonomisindeki olumsuzluklarda Amerika’yı ve ekonomik savaşı sorumlu tutma yaklaşımı Erdoğan’a içeride zaman kazandırmıştır, ama sorunları çözmeye yeterli olmayacaktır.”

“Türkiye akıllı davranıp, Rotschild’lerin yanında yer almalıymış!..” Devamını okumak için tıklayınız.

    Güncel makalelerimizden istifade etmek istiyorsanız lütfen aşağıdaki kutuya e-mail adresinizi yazarak bize gönderiniz.

    Bu makaleyi sesli olarak da dinleyebilirsiniz.