28 Ocak 2018
Not: Aziz Erbakan Hocamız bir kardeşimiz vesilesiyle, rü’ya aleminde “Asr” suresiyle ilgili bir ders ve sohbet yapmamızı tavsiye buyurmuşlardı. Cenabı Hakkın inayeti ve O’nun himmetiyle bu yazıyı hazırladık. Başlamak bizden, başarı Allah’tandır.
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
Vel asrı = Asra yemin ederim ki,
İnnel insane = Kesinlikle insan,
Lefiy husrin = Hüsran ve ziyan içindedir,
İlla = Ancak hariçtir,
Ellezine = O kimseler ki,
Amenu = İman edenler,
Ve amilus – salihati = Ve salih ameller işleyenler,
Ve tevasav bil hakkı = Ve hakkı tavsiye edenler
Ve tevasav bis sabrı = Ve sabrı tavsiye edenler (bunlar zarara ve iflasa düşmeyecektir).
İnsanın en önemli ve en değerli sermayesi “zaman”ı ve ömür fırsatıdır. Ama maalesef boşa verdiği ve hatta günahlarla geçirdiği bu kıymetli emaneti onun en büyük israfıdır. Oysa vakitlerle nakitlerin (altın ve para cinsinden her nimetin) alınması kolaydır, ama elden çıkan vakitleri, nakitlerle geri almak imkânsızdır. Bu nedenle Cenabı Hak ASR Suresine, zaman sürecine ve ömür sermayesine yemin ederek başlamaktadır. Çünkü insan, imtihan için yaratıldığı ve ömür denen sayılı nefes süresi kadar fırsat tanındığı bu dünyadan eli boş, yüzü kara giderse, bu onun en büyük pişmanlık ve perişanlığı (hüsranı) olacaktır.
Asr Suresinin İzahı ve Mesajları
Mushaf’taki sıralamada yüz üçüncü yerdedir, Geliş sırasına göre on üçüncü sûredir. Ama İnşirah sûresinden sonra, Âdiyât sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Bu mübarek Sûre adını birinci âyette geçen ve “zaman, çağ, ikindi vakti” gibi anlamlara gelen “asr” kelimesinden aldığı bildirilmiştir. Bu sûrede insanı ebedî hüsrandan (sonsuz azab ve ziyandan) kurtaracak yollar öğretilmektedir. Ashab-ı Kiram’dan iki kişinin karşılaştıkları zaman biri diğerine Asr sûresini okumadan ve ardından selâmlaşmadan ayrılmadıkları rivayet edilmiştir.
Asr Suresinin Meali:
1- Asra (mübarek dönemlere ve zaman dilimlerine ve özellikle sayılı ömür sermayesine) yemin olsun ki;
2- Gerçekten insan hüsrandadır (zarar ve ziyandadır. Bu gaflet ve tembellik sonunda pişman ve perişan olacaktır).
3- Ancak (samimiyetle) iman edip salih ameller işleyenler, birbirlerine Hakkı (doğru ve hayırlı olanı) tavsiye (yani Kur’an nizamının kurulmasını temenni, teşvik ve tebliğ) edenler, (bu yolda uğradıkları sıkıntı ve saldırılara kendileri katlandığı gibi) çevresine de sabrı (Allah için dayanmayı) telkin ve tavsiye edenler bunun dışındadır. (Bu dört vasfı üzerinde taşıyan mü’min, müstakim ve mücahit kimseler, dünya ve ahiret’te kurtulacak ve sonsuz mutluluğa ulaşacaktır.)
Bu ayetlerin açıklaması:
1-3. “Asr” (asır) kelimesi isim olarak “genel zaman, içinde bulunulan çağ, 100 yıllık zaman kapsamı” anlamlarına geldiği gibi, ikindi vakti, bir halkın veya bir hükümdarın dönemi, bir peygamberin yaşadığı zaman dilimi, gibi manalarda da kullanılır. Müfessirler burada zikredilen “asr” kelimesini ikindi vakti, mutlak zaman dilimi ve Hz. Peygamberimizin kutlu dönemi ve ahir zamandaki kutlu saadet medeniyeti gibi farklı şekillerde yorumlamışlardır. Bize göre bunlar içinde sûrenin anlamına ve mesajına en uygun düşeni “mutlak zaman” kavramıdır. Buna göre sûrenin başında zamana yemin edilerek ömür sermayemizin insan hayatındaki yerine ve önemine dikkat çekilmiş olmaktadır. Çünkü zaman Allah Teâlâ’nın yaratma, yönetme, yok etme, rızk verme, alçaltma, yüceltme gibi kendi mevcudiyetini ve sonsuz kudretini gösteren fiillerinin tecelli ettiği bir “varlık şartı” olması yanında, insan bakımından da hayatını içinde geçirdiği ve her türlü eylemlerini gerçekleştirebildiği bir imkân ve fırsatlar alanıdır. Yüce Allah böyle kıymetli bir gerçeklik ve imkân üzerine yemin ederek zamanın önemini vurgulamış, onu iyi değerlendirmeyen insanın sonunda, “hüsrana” (ziyana) uğrayacağını hatırlatmıştır. Buradaki “ziyan”la âhiret azabı ve sonsuz cennetin kaybı kastedilmiş durumdadır. Çünkü zamanı ve ömrü boşa geçirmiş insan için en büyük ziyan sonsuz cehenneme müstahak olmaktır. Sûrede bu ziyandan ancak şu dört özelliğe sahip olanların kurtulacağı ikaz ve ifade buyrulmaktadır:
1- Ayet ve hadislerde öğretildiği üzere samimi ve gerekli şartlarını içerici bir şekilde iman etmiş olmak.
2- Salih ameller, iyi işler yapmak; yani din, akıl ve vicdanın emrettikleri hayırlı ve yararlı davranışlarda bulunmak, yasakladıklarından kaçınmak;
3- Her halde ve herkese, Hakkı tavsiye ve tebliğde bulunmak, Hakk olan Kur’an’ın ve Resulûllah’ın buyruklarına uygun bir Adalet Nizamının kurulması gereğini anlatmak ve bunun için çabalamak.
4- Bu uğurda başına gelecek sıkıntı ve saldırılara kendisi katlandığı gibi, herkese de sabrı tavsiye ve telkinde bulunmak.
İkinci şıktaki “iyi işler”in (salih amellerin) içinde genellikle şahsi ibadet ve hizmetler yer alır. Ama Hakkı ve sabrı tavsiye ve Adil Bir Düzeni gerçekleştirme görevi, mü’minlerin erdemini ve hemcinslerine karşı sorumluluk bilincini yansıttığı hem de bireyi aşarak toplumsal yararlar sağladığı için ayrıca vurgulanmıştır. “Hakkı ve sabrı tavsiye” buyruğunda, bu görevlere kişinin öncelikle kendisinin uyması gerektiği anlamının da bulunduğu açıktır. Bu husus, her akıl ve iz’an sahibi tarafından kolayca anlaşılıp benimsenecek kadar açık olduğu için ayette bunun tekrar belirtilmesine gerek görülmediği anlaşılmaktadır.
Ayetteki “Hakkı ve sabrı tavsiye”, Emri bil ma’ruf’u ve nehyi anil münkeri de kapsamaktadır. Ma’ruf’u, yani Hakkı ve hayırlı olanı emretmek, yürütmek; münkeri, yani her türlü haksızlık ve ahlaksızlığı da engellemek ise ancak iktidarla, yani devlet adına ve devlet imkânlarıyla başarılacak ilahi talimatlardır. Ayrıca “Hakkı ve sabrı tavsiye” eğitimin önemine, içeriğine, prensiplerine ve hedeflerine de ışık tutmaktadır. Çünkü her eğitim faaliyeti sonuçta bir tavsiye, bir terbiye yani nasihat ve irşaddır. Doğru bir eğitim sisteminin ve faaliyetinin amacı ise insanlara inançta, bilgi toplamada ve ahlâkta Hakkı yani gerçeği ve doğruyu aktarmak; bunun yanında hayatın çeşitli şartları, maddî ve manevi zorlukları, saptırıcı duygular, hata ve suç kışkırtıcıları karşısında da kişiye sabır ve dayanıklılık aşılamaktır. Hakkı ve sabrı tavsiye, toplumsal hayatı ve birlikte yaşamanın getirdiği bütün sorumlulukları içine alan geniş kapsamlı bir görev tanımıdır. Hakkın karşıtı bâtıldır; batıl ise inanç ve bilgide asılsızlık ve yanlışlığı, ahlâkta kötülüğü ve sapkınlığı içine alan bir kavramdır. Ayrıca Hakk, adaletle de yakından alakalıdır. Bu açıdan âyette insanların âdil olmaları ve adalet nizamının, yani herkesin hakkına razı olduğu ve herkesin hakkının korunduğu bir toplumsal yapının kurulmasına katkıda bulunmaları gerektiği de anlatılmaktadır. Sonuçta kul, sûrede sıralanan dört ilkeden iman ve salih amel sayesinde Allah’ın hakkını, Hakkı ve sabrı tavsiye ile de kulların hakkını yerine getirmiş olacaktır.
Açıkça anlaşıldığı gibi Asr sûresi en kısa sûrelerinden biri olmakla birlikte özünde; Kur’an-ı Kerim’deki bütün dinî ve ahlâkî yükümlülüklerin ve öğütlerin esasını taşıyan bir anlam zenginliğini barındırmaktadır. Bu sebeple İmam Şafii’nin sûre hakkında, “Şayet Kur’an’da başka bir şey nazil olmasaydı, şu pek kısa sûre bile insanlara hidayet ve adalet rehberi olarak yeterli sayılırdı. Çünkü bu sûre Kur’an’ın bütün İlimlerini kapsamaktadır” dediği aktarılmıştır.
Asr Suresi’ndeki “İnsan gerçekten zarar içindedir” ayetinde geçen “insan” ne anlamdadır ve “hüsran = zarar”dan ne kastedilmiş olmaktadır?
Yüce Allah “zaman” gibi, en kıymetli bir fırsat ve imkân üzerine yemin ederek ömrün önemine ve imtihan sürecine vurgu yapmış; onu iyi değerlendirmeyen insanın sonunda, “hüsran”a (zarar ziyana) uğrayacağını hatırlatmıştır. Ayette geçen “el-İnsan” kelimesinin başındaki elif-lâm, “cins” için de kullanılır, “ahd” için de kullanılır. İşte bu yüzden müfessirler bu hususta şu iki görüşü savunmuşlardır:
1. Bununla ya, cins manası kastedilmiş olmaktadır. Ve bu tıpkı, Arabların, “İnsanların elinde para çoğaldı…” demelerini andırır. Bu görüşün delili, “iman edip salih işler işleyenler…” ifadesinin, “insan” ifadesinden istisna edilmiş olmasıdır.
2. Ya da bununla “belli şahıslar” amaçlanmıştır. Bu cümleden olarak mesela İbn Abbas, “Cenâb-ı Hak bu ayetle, Velîd İbn Muğîre, Âs ibn Vail ve Esved ibn Abdilmuttalib gibi bir kısım müşrikleri kastetmiş” olmaktadır derken, Mukâtil, bu ayetin Ebu Leheb hakkında nazil olduğunu aktarmıştır. “Merfû” bir haberde de, bu ayetin Ebû Cehil hakkında indiği rivayet olunmaktadır. Mekkeli bu müşrikler, “Muhammed, bir hüsran içindedir!” diyorlardı. İşte bunun üzerine de, Cenâb-ı Hak, durumun, onların vehmettiğinin aksine olduğuna dair yemin ederek sureye başlamaktadır.
Eğer, “el-İnsan” kelimesinin başındaki elif-lâm’ı cins manasına alırsak, o zaman, husr/ziyan kelimesinin manası, insanın bizzat kendisinin ve ömür sermayesinin sona ermesi, bitmesi şeklinde anlaşılacaktır. Ancak, amel-i salih işleyen mü’min bundan istisnadır, çünkü o, ne ömrünü ne de malını boş yere harcamıştır. Zira böylesi bir kimse, ömrü ve malı sayesinde, ebedi saadeti kazanmıştır. Ancak “el-insan” kelimesini “kâfirler” manasına alırsak, o zaman bu ifadeyle kastedilen, kâfir kimselerin bir sapıklık ve küfür içinde bulunmalarıdır. Bu durumda da, istisnasının manası, “Bu kâfirlerden iman edenler müstesna…” şeklinde olacaktır. Bu durumda da, iman eden kimseler, bu zarardan kurtulup kâra geçmiş kimseler konumundadır.
Küfür ve küfran gibi husr ve hüsran da, kazanacak yerde zarar etmek, sermayeyi kaybetmek, nihayet iflas ile hasret ve ümitsizlik içine düşmektir. “Husrin” kelimesinin sonundaki “Tenvin” de büyükleme ve türlendirme içindir. Yani büyük bir ziyan veya bir çeşit zararlar içinde boğulmak demektir. Çünkü insanın sermayesi ömrüdür, o ise her nefes, her saat harcanılıp giderek tükenmekte ve her nefes geçtikçe o nimetlerin sonu ve hesabı yaklaşıvermektedir. Eğer o nefesler, insanın her istediği zaman, istediği gibi yapacak şekilde kendisinin olsaydı, kendi yapısı ve icadı bulunsaydı; o ömür tükenmez, insan onu dilediği gibi harcamakta hiçbir zarara düşmezdi. Fakat ömür insanın kendi imkânı değil, yaratan Halık Teâlâ’nın imtihan için bir ihsanı olup, O’nun adına güzel tasarruf ederek kârından istifade etmesi için insana sınırlı ve hesaplı bir şekilde verilmiş “emanet sermaye” gibidir. İnsanın bütün hissesi, onun harcama ve alışverişinden hasıl olacak kârdan istifadesidir. Onun için “İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur.” (Necm, 53/39) ve “Herkes kendi kazancına bağlıdır.” (Tûr, 52/21) ayetleri inzal edilmiştir.
Bu şekilde insan o sermayeyi veren sahibine ödedikten sonra, hesap günü kendisine kalacak olan kâra göre kendisi değerlendirilecek ve o oranda nimetlendirilecektir veya açığına göre sorumlu ve iflas etmiş olarak zarar ve azap görecektir. Tartının ağır veya hafif basmasının sonucu da bu demektir. O halde zamanın acı veya tatlı olaylarla akışı içinde her harcanan nefeste bir zarar vardır ki, onu ancak karşılığında Allah için yerine konup onunla tartılacak olan kâr ödeyebilecektir. Ömürden her geçen süreç, her harcanan nefes, ya bir işe harcanacak, ya boşuna geçecektir. Boşuna geçtiyse elbette bir zarar demektir. Bir işe harcandıysa, o iş ya hayır ve güzel olan bir itaattir veya şer ve fesat olan bir girişimdir. Veya ne o, ne o; ikisi ortası mübah olan bir iştir. Bir mübah ise, sonunda bir eseri kalmaması itibarıyla boşuna geçmiş gibidir. Bir şer ise kesin bir zarar yerindedir. Eğer itaat ise onu veya diğer birini ondan daha güzel bir şekilde yapmak da mümkün olabilir. Çünkü Allah Teâlâ’ya hizmet ve teslimiyet mertebeleri çeşitlidir. Bunun gibi Allah Teâlâ’nın kahr ve yücelik mertebeleri ve mutlak güzellik tecellileri sonsuzdur. Onun için insanın Allah’a ilmi ne kadar çok olursa korku ve sevgisi de o nisbette ziyade, tâat ve amelde Allah’ı yüceltmesi de, o nisbette güzel ve mükemmel olur. Öyleyse, her nefeste daha güzelini yapamayıp da düşüğüyle kalmakta bile kârdan da olsa yine bir tür ziyan söz konusudur. Bu itibarla insan her an bir tür zarar ve hüsrandan uzak değildir, demek olur. Bütün bunlara; asrın ve zamanın akışı zorlayan şartların sıkıştırması içinde, her yönden hücum etmekte olan belaları, baskı yapan diğer büyük olayları da katarak düşünülürse, insanın her an nasıl bir tehlike ve ziyan içinde olduğu bellidir. Her an nimet ve refah içinde bulunduğu kabul edilse bile, her dem ömrü ölüme doğru gitmekte bulunan insanın sürekli bir zarar içinde kayba uğradığını inkâr etmek mümkün değildir. Zira her geçen nefes bir ölüm demektir. Bundan dolayı “Bu âyet; insanda ziyan ve sıkıntının kaçınılmaz olduğuna delalet eder.” diyen Razi gibi müfessirler bilinmektedir. Bunun açıklaması şudur: İnsanın gerçek saadeti; ahireti sevmek, dünyanın acı ve tatlısına iltifat etmemektedir. Bununla beraber ahireti ve hesaba çekilmeyi unutturan o beş duyumuza, şehvet ve öfke duygumuza yenilmemektir. Onun için halkın pek çoğu dünya sevgisi ile meşgul olup onu talep yolunda boğulup gitmekte ve bundan dolayı zarar etmekte ve helak düşmektedir.
Vaktimizi hayırda kullanmanın ve Ahiret yatırımı yapmanın yolları:
1- “Niyet”lerimizle, “adet”lerimizi “ibadet” hükmüne çevirmeye bakmak.
2- Hastalık ve sıkıntılara sabırla, manevi haz ve lezzet almayı başarmak.
3- Sadık dostlar ve dava arkadaşlarımızla irtibatı arttırmak, sıklaştırmak.
1- Niyetlerimizle, adetlerimizi ibadet hükmüne çevirmeye bakmak:
Yemek, içmek, giyinmek, gezinmek, sohbet etmek, ziyarete gitmek, telefonla görüşmek, istirahat etmek ve bakıp seyretmek gibi aslında mübah olan doğal ve sosyal davranışlarımızı; fıtri ve zaruri istek ve ihtiyaçlarımızı:
a) Ben bu işe Besmele ile başlamalıyım.
b) Bu işi Allah’ın rızasına ve İslam’ın buyruklarına uygun yapmalıyım.
c) Bütün bu nimetleri ve zevkleri bize lütfeden Allah’a şükürde bulunmalıyım.
Niyeti ve gayreti içinde yapan insan, mübah ve normal adetlerini ibadet hükmüne geçirmiş ve sayılı ömür sermayesini değerlendirmiş olacaktır.
2- Hastalık ve sıkıntılara sabırla, manevi haz ve lezzet almayı başarmak:
İmtihan gereği, başımıza gelen kaza ve belalara, çeşitli hastalıklara, aile efradımızın ve yakınlarımızın uğradığı sakatlık ve sıkıntılara, ibadetlerin ve dini hizmetlerin zorluklarına, insanların saldırılarına karşı: “Bütün bunlar Allah’ın tayin ve takdiri ile olmaktadır. Sabır ve tevekkül gösterip kurtuluş çaresini Rabbimden beklersem, sevabına kavuşacak ve imtihanı kazanmış olacağım. İsyan ve itiraz edersem, hem sıkıntılarım artacak hem de uhrevi sevaptan mahrum kalacağım” diyerek sükunet ve teslimiyet gösteren insan manevi bir huzura ve ruhani bir lezzete kavuşacaktır.
“İyilikle kötülük asla bir olmaz. Sen (insanları Hakka davet ederken, şahsına yapılacak) kötülükleri en güzel şekilde karşıla. O zaman bakarsın ki aranızda düşmanlık bulunan kimse bile, sanki sıcak ve sadık bir dost oluvermiştir.
Bu (kötülüğü iyilikle savmak olgunluğu)na ancak sabredenler yetiştirilir. Ve bu (şerefe) ancak (İslami hikmet ve siyasetten) büyük pay sahibi olan (ve insanları Allah’a döndürmekten manevi haz duyan) kimseler eriştirilir.
Şayet Sana (herhangi bir konuda) şeytandan bir kışkırtma ve ayartma (dürtüsü) gelecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O… Devamını okumak için tıklayınız.
[1] Fussilet: 34, 35, 36
[2] Bakara: 155, 156
[3] Bakara: 216
[4] İnsan: 26
[5] Zümer: 9
[6] İnşirah: 7, 8
[7] Furkan: 47
[8] Nahl: 80
[9] Teğabün: 17
[10] Tirmizi
[11] Ebu Nuyam