27 Şubat 2018
7. Yıldönümünün Münasebetiyle
ERBAKAN’IN FARKLILIKLARI
VE
ŞEYTANİ ODAKLARIN KORKULARI
Bir insanın gerçek ayarı, Onun tarafıyla yani sahip çıkıp savunduklarıyla doğrudan alakalıdır. Eğer bu şahıs, meşhur bir kimse ise, Siyonist ve emperyalist merkezlerin Ona bakış açısı ve yaklaşım tarzı da, Onu tanımamız ve tartmamız bakımından çok önemli bir kriter olmaktadır. Siyonist Merkezler, kendi şeytani düzenleri açısından tehlikeli saydıkları, girişim ve projelerinden kuşku duydukları ve bu nedenle hakkında karalama kampanyaları başlattıkları, yetmezse ihtilal ve suikastlara başvurdukları böylesi şahsiyetlere yönelik nefret ve husumetlerini doğrudan açığa vurmaktan sakınmaktadır. Çünkü bu durumda iz’an ve vicdan ehli olanlar, o şahsiyete hürmet ve muhabbet duymaya başlayacaktır. Malum ve mel’un merkezler bunun yerine, o ülkedeki, kendi adamları ve elemanları olan, ama toplumda: “Bilge kişi, istihbarat analizcisi, iktisat teorisyeni ve terör stratejisti” diye öne çıkarılan ve saf insanlarca “Milli duruşlu insan” sanılan kimselerin diliyle, korktukları ve devre dışı bırakmaya çalıştıkları şahsiyetleri kötülemeye ve kösteklemeye çalışmaktadır.
İşte Mahir Kaynak da bu maksatla eğitilip donatılan ve küresel Siyonist sömürü düzeninin yerli figüranı gibi davranan insanlar arasındadır. Eski MİT müsteşarlarından Fuat Doğu’nun “Biz aslında MİT müsteşarı değil, CIA’nın şube başkanıydık!” itirafında olduğu gibi, Mahir Kaynak da Siyonist ve masonik merkezlerin bir elemanı ve borazanı gibi davranmış ve bu tavrını özellikle çok derin ve gizli Erbakan karşıtlığıyla açığa vurmuşlardır.
“Bizim kullandığımız doğruların, sınırlarımız dışında bir anlam taşımadıklarının farkında mısınız? Milli olmak, alt sıralardaki doğruları kabul etmekle mi mümkündür? Biz, bizden ileri oldukları söylenenlerin dogmalarını da aşan bir söyleme ulaşamaz mıyız?” (Komplo Yok Timaş yy. 1999 Önsöz) sözleriyle, Milli ve yerli değer ve doğruların, boş ve kof avuntular olduklarını, ülkemiz dışında hiçbir işe yaramadıklarını, bu nedenle küresel odakların “dogma”larını (yani Siyonizm’in dünyaya hâkimiyet amaçlarını ve araçlarını) kutsamak ve kullanmak gerektiğini savunmaktadır. 1995 Ağustos’unda CIA Başkanı’nın Türkiye ziyaretini yorumlayan şu yazı, onun gerçek ayarını ve yularını kimlerin tuttuklarını ortaya koymaktadır:
“CIA Başkanının gerçek misyonu, önümüzdeki dönemde, sıcak savaş da dahil birçok operasyonun merkezi konumunda olacak ülkemizi, tıpkı cepheyi teftiş eden bir komutan gibi, yakından görmektir. Yani Başkan bizimle görüşmek için değil, bizi görmek için gelmektedir. Belli başlı bütün istihbarat servislerinin at oynattığı ve oynatmaya devam edeceği ülkemizde, MİT’in tavrını, müdahale gücünü ve yönünü anlamaya çalışacaktır. Şüphesiz baktığı yer MİT’ten ibaret değildir. Amaçlanan, bütün siyasi yapının değerlendirilmesi ve buna uygun istihbarat stratejilerinin hazırlanmasıdır.”
Mahir Kaynak 1953’te Harp Okulunu bitirip orduya katıldı. 1967’de askerlikten ayrılıp İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde asistanlığa başladı. 1971’de Doç. olduğu süreçte MİT’e katılan Mahir Kaynak, 1980’de MİT’ten emekliye ayrıldı. 1971 askeri Müdahalesi öncesi oluşan cuntacı bir faaliyete “MİT Ajanı” olarak sızmıştı. Ama cunta mahkeme olunurken, yargılanıp cezalandırılmaktan kurtarmak için, MİT onun kendi elemanları olduğunu bildiren bir resmi yazı gönderince deşifre olmuşlardı. Oysa cunta lideri Cemal Madanoğlu’nun en sadık elemanı konumundaydı. Hatta kendisi “Beni deşifre etmeselerdi, şimdi sol bir partinin lideri konumundaydım” itirafında bulunmuşlardı.
Ömer Lütfü Mete ile birlikte hazırladıkları “Erdoğan Operasyonu” (2008 Timaş yy.) kitabında, Sn. Erdoğan’ı kahramanlaştırmak amacıyla, “Onun önünün dış güçler tarafından kesilmeye çalışıldığı” imajını oluşturmaktaydı. Oysa daha önceki yazılarında “Milli Görüş tabanının, Erbakan’ın güdümünden çıkarılması ve yeni oluşan bu partinin Erdoğan gibilerle iktidara taşınması” gerektiğini defalarca vurgulamıştı. Yani kendisi de Sn. Erdoğan’ın bir dış proje olduğunu bilip durmaktaydı. Üstelik bu kitapta “Erdoğan’a karşı bir darbe hazırlığı yapıldığı” havası oluşturularak bir nevi 15 Temmuz FETÖ kalkışmasının şifreleri aktarılmaktaydı.
Mahir Kaynak’ın 1992’den itibaren yazmaya başladığı AKTÜEL dergisindeki makaleleri de; Rahmetli Erbakan Hoca’yla ilgili saptama ve saptırmaları, Siyonist bir tertip olan 28 Şubat tezgâhıyla ilgili çarptırma ve çamur atmaları, kendi ayarını açığa vurmaktan öte, birlikte katıldığımız ve yanlışlığını uyardığımız bazı konferanslarda da yaptığı gibi, sürekli inkâra ve olmadıklarını ispata çalıştığı ve komplo teorisi saydığı Siyonist ve masonik odakların Erbakan’la ilgili tavırlarını yansıtmaktaydı.
Bakınız Mahir Kaynak “Hikâye Bitti” başlıklı yazısında:
“RP, siyasi iktidara esir pazarına girer gibi girmiştir. Olabildiğince çok şey bilmek ve bütün bunları sadece siyasette kullanmak istemektedir. MİT Müsteşarı, Komisyon’da sohbet ederek ve muhatabın Başbakan olduğunu söyleyerek, sorumluluğu ve inisiyatifi ona bırakmıştır. Orgeneral Koman, kendisinin şahıs olarak muhatap alınamayacağını, muhatabın MİT’le ilgili konularda MİT Müsteşarı, ordu konusunda Genelkurmay Başkanlığı olduğunu ifade ederek, Başbakan’ın uzaktan seyretmeyi tercih ettiği oyunun aktörü olmayı kabul etmemiştir… Taraflar durumun farkındadır. Devlet, siyasi amaçla kullanılacak bilgileri (Erbakan’a) vermemekte kararlıdır. İktidar (Refah-Yol ise) sorumlu olmayacağı bir yoldan olan biteni öğrenmekte ısrarlıdır”[1] diyerek Erbakan iktidarına yönelik ABD derin devleti sayılan Yahudi Lobileri baskısını ve Teoman Koman gibi yerli maşalarını haklı gösterme küstahlığındaydı. “Final” başlıklı yazısında ise:
“28 Şubat muhtırasının önemi, yumuşak görüntüsü nedeniyle yeterince anlaşılamamış görünüyor. (Oysa) Gerçekte bugüne kadar yapılan darbelerden daha köklü bir biçimde siyasi değişiklikler öngörüyor. Bundan önce hiçbir siyasi akımın tasfiyesi söz konusu olmadı. Siyasi hayat çizgileri üzerinde, bazen yeni kadrolarla, çoğunlukla eskilerin yönetiminde sürüp gitti. Oysa bugün RP’nin ve benzeri bir partinin siyaset sahnesinde bulunamayacağı vurgulanıyor… RP’den istenen şey, ufak tefek kozmetik değişiklikler değildir. Din temeline dayalı bir siyasi faaliyete izin verilmeyeceği ve böyle bir akımı besleyen kurumların tasfiye edileceği söylenmektedir… Askerlere göre olay, sadece rejimi biçimsel olarak korumakla sınırlı değildir. RP’nin izlemek istediği politikalar devletin güvenliğini ve varlığını tehdit etmektedir.”[2] diyerek, açıkça ve alçakça Siyonist merkezlerin ve yerli masonik işbirlikçilerinin diliyle konuşmaktaydı.
“Görülen Köy” başlıklı yazısında:
“RP’nin tek kişiye bağlı yönetimi, hem avantajı hem de açmazıdır. Almanya her iki dünya savaşında yenilmesine rağmen bugün bir süper güçtür. Bu halkın yeteneklerinin ürünüdür. Oysa Erbakan yenilirse, kitlesinin aynı performansı göstermesi zor görünüyor. Bu yüzden bütün manevralar, onu kitlesi ile ters düşürecek yönde uygulanıyor.”[3] diyerek, hem Erbakan’ın yüksek liderlik yeteneğini hatırlatmakta, hem de Onu devre dışı bırakmadan Milli Görüş camiasının hıyanet odaklarının güdümüne alınamayacağını vurgulayarak bu yöndeki şeytani çabalara destek çıkmaktaydı.
“Sert Önlemler” başlıklı yazısında ise Mahir Kaynak:
“İdeolojik amaçlar (yani Adil Düzen, İslam Birliği gibi planlar) kimse için anlamlı değildir. Bir siyasi hareketi yürütenlerin belli bir inanç veya düşünce biçiminin fedaisi olduğu görüşü de yanlıştır. RP yönetiminin yüklendiği siyasi rol ile kullandıkları ideolojinin ayrılmazlığı, ancak kişiler planında geçerli olabilir. Daha açık ifadeyle aynı siyasi misyon, başka bir ideolojiye ve kadrolara yüklenebilir.”[4] diyerek, Milli Görüş’ün Erbakan’dan koparılarak, R. T. Erdoğan gibi kadrolarla yozlaştırılmasını ve sadece bir istismar aracı yapılmasını tavsiye buyurmaktaydı!?
Yine “Görülen Köy” makalesinde;
“Artık cepheler belli olmuştur. Bir yanda Silahlı Kuvvetler’in önderlik ettiği bir güç, karşı tarafta hükümet vardır. Zıtlığın temelinde, görünüşün aksine, din belirleyici rol oynamamaktadır. RP’nin, dini sloganlarla peşinde sürüklediği kitleler, gerçek çelişkinin farkına bile varamamıştır. Hükümete itiraz, özellikle RP kanadının Türkiye’ye biçtiği rolden kaynaklanmaktadır ve bunun ülke güvenliğini tehdit ettiği düşüncesi, kaçınılmaz bir biçimde iç ve dış çatışmaların içine sürükleneceğimiz kanaati kemikleşmiş durumdadır. Böyle bir durum uzlaşma kapılarını aralık bile bırakmaz. Ya RP bugüne kadar ileri sürdüğü, iktidara geldiğinde ürkek bir biçimde de olsa uygulamaya çalıştığı, dış politika ve güvenlik anlayışını terk edecek, ya da iktidardan uzaklaştırılacaktır.” diyerek, dış güçler ve işbirlikçiler adına Refah-yol iktidarına ve Erbakan’a saldırmaktaydı.
Masonların ve Siyonist odakların borazanı Mahir Kaynak “Öldüren Sürüklesin” yazısında ise:
“Yapılacak şey bellidir: Eğer DYP halinden memnunsa, hepimiz memnunuz. Ordu’nun telaşa kapılmasına gerek yoktur ve RP, Erbakan’dan ibaret değildir. Eğer günün birinde ülkemiz gerçekten bir sıkıntının içine girerse, RP’lilere, Çiller ve ekibinden daha fazla güvenebilirsiniz. Büyük çoğunluğu ülkesinin geleceğini her şeyin üstünde tutan RP tabanını, sırtlarında taşımak zorunda oldukları Erbakan kamburu yüzünden karşıya almak haksızlıktır. Bir avuç siyaset oyuncusunun sahnelediği bu çirkin bunalım senaryosunun heyecanına kapılıp halkın herhangi bir kesimini iç düşman saymak aymazlıktır.”[5] diyerek, “Erbakan’ı Milli Görüş camiasının kamburu” saymaktan utanmamakta ve Hoca’dan kurtarılan RP tabanının rahatlıkla hizaya sokulacağını anlatmaktaydı.
Mahir Kaynak “Final” başlıklı yazısında da:
“Şu anda söz konusu olan duruma, RP’nin uyum sağlaması imkânsız görünmektedir. Eğer RP açısından bu durumdan nasıl kurtulabileceği düşünülürse, teorik çözüm bulunabilir. Erbakan’ın liderliği bırakması halinde, yeni birinin önderliğinde RP, İslamcı kimliğini koruyabilir. Bu değişimle birlikte, yeni yönetimin akılcı ve gerçekçi politikalar izlemesi halinde, İslamcı kimlik kimse için sorun teşkil etmez. Ancak RP’nin bunu yapması imkânsız denecek kadar uzak bir ihtimaldir ve sürecin dağılma yönünde işlemesi beklenir.
Şimdi de İslamcılar Erbakan’ın kavalının sihirli nağmelerinin peşine düşerek mukadder akıbetlerine düzgün adımlarla ilerliyorlar. Bugüne kadar kulaklarına fısıldanan bütün aşırı hedefler, anlamsız düşmanlıklar, yanlış ekonomik ve siyasal çözümler sadece onları bir arada tutmak içindi. Bunlar gerçekleşemezdi. ‘Şimdi ayakları suya erdi, akılcı yolda yürüyecekler’ demek fazla iyimserlik olur. Nehre gidiyorlar. Boğulacaklar ve sağ kalanlar hasım saydıklarının hizmetine girecekler.”[6] diyerek, “Erbakan’ın RP Liderliğini mutlaka bırakması gerektiğini ve bunun gerçekleşmesi halinde Hak davasından kopan eski Milli Görüşçülerin, şimdi AKP’liler gibi önceden hasım saydıkları ABD ve AB gibi güçlerin hizmetine gireceklerini” belirtip kerametlerini ortaya koymuşlardı. Neden “Mahir Kaynak gibiler, Siyonist merkezlerin borazanıdır?” tespitinde bulunduğumuzu, artık okurlarımızın daha iyi anlaması lazımdı.
Mahir Kaynak “Tülün Ardındaki” yazısında ise:
“(28 Şubat sürecinde) Siyasetin ve siyaseti oluşturduğu varsayılan kurumların günlük kavgaları arasında geleceğimizi şekillendirecek oluşumlar, hemen hemen hiç tartışılmadan gerçekleştiriliyor… RP’nin devre dışına çıkarılmak istenmesi, bu yeni şekillenmeye karşı oluşuna bağlanabilir. Kuruluşlarında hiçbir rolü olmadığı imam hatip liselerinin ona kapattırılmak istenmesi, … Devamını okumak için tıklayınız…
[1] Mart 1997
[2] Mart 1997
[3] Mayıs 1997
[4] Ocak 1998
[5] Mayıs 1997
[6] Mart 1997
[7] Mayıs 1997
[8] Kasım 1997
[9] Nisan 1998
[10] Mart 1998 / Ara Rejim
[11] Mart 1998 / Disiplinli Demokrasi