16 Ocak 2018
Üstadımız Ahmet Akgül Hocamız bize, “makamları ve imkânları ne olursa olsun insanları -haşa- Allah gibi değil, ancak Allah için sevmemiz gerektiğini” sıkça vurgulamışlardı. Evet, böylesine ilim, fazilet ve mücadele ehli zevatı; hatalarıyla, zaaflarıyla ve noksanlıklarıyla sevip saymak; onların -hasbel beşer- bazı şahsi kusurlarını, İslam’a ve insanlığa yaptıkları hizmetlere bağışlamak lazımdır. Cenab-ı Hak da, Mahkeme-i Kübra’da Mü’min kullarının amellerini tartacak, sevap tarafı ağır basarsa günahlarını -kul hakkı hariç- afv-u mağfiret buyuracaktır. İşte Ahmet Akgül Üstadımız gibi, ömrü boyunca haksızlık ve yanlışlıklara savaş açmış, bunların hemen hepsinde tek başına ve yalnız bırakılmış…. İftiralara ve asılsız isnatlara uğramış, karakol ve mahkeme kapılarında suçlu muamelesi yapılmış; zindanlara atılmış, ama asla Hak yolundan caymamış, sapmamış ve savrulmamış… Cazip makam ve menfaat teklifleriyle satın alınamamış olan bu mücahit ve muttaki şahsiyeti, kendi algımız ve anlayışımız oranında topluma tanıtmak, çok değerli ve orijinal yapıtlar olan eserlerinden herkesin yararlanmasını sağlamak niyetiyle bu kitapçığı hazırladık. Kur’an’ın ve Resulûllah’ın öğrettiği mutlak doğrulara sadık kalması, ilmi, ahlaki ve vicdani duyarlılıktan ayrılmaması, Onu sürekli haklı çıkarmış; solcu, sağcı veya İslamcı geçinen istismarcı ve fırsatçı takımıyla ilgili tespit ve tahlillerinde hiç yanılmamıştır. Örneğin hemen her kesimin yaranmaya ve yararlanmaya çalıştığı Fetullah Gülen ve cemaatinin, gerçek niyetlerini ve hıyanetlerini tam 30 sene öncesinden konuşup yazmaya başlamış, bu yüzden nice hücumlara uğrayıp dışlanmış, ama sonunda yandaş yazarlar ve yargıçlar Onun yazılarını ve kitaplarını dikkatle okuyarak, bu hıyanet şebekesini ve ilişkilerini öğrenip çözmeye mecbur kalmışlardır.
Ahmet Akgül Hocamızın, ilmi dirayet ve feraseti kadar yüksek cesaret ve metaneti de… İmani haysiyeti ve insani hassasiyeti kadar, örnek istikamet ve fazileti de, yakinen tanıyan kimseleri ve biz talebe ve takipçilerini hayran bırakmıştır.
Her şeye rağmen, samimiyet ve muhabbetle ordumuza sahip çıkması, Dini değerlerimizle Laiklik prensiplerini uzlaştırıcı yorumları, Milli Görüşçü, Atatürkçü ve Ülkücü kesimlerden tutarlı ve duyarlı kimseleri ortak paydalar etrafında buluşturma ve bir Milli Mutabakat oluşturma yaklaşımları, Ahmet Akgül Üstadımızı daha farklı ve aranır bir konuma taşımıştır. Derin ilmine, engin birikimine rağmen, sürekli okuyan, araştıran, tebrikten ziyade tenkitlerden hoşlanan ve yararlanan, asla bilgiçlik havasına ve gururuna kapılmayan, ama hak bildiği konularda ise kesinlikle geri adım atmayan… İmkân ve iktidar sahiplerinin ne tehditlerine ne de tekliflerine kulak asmayan, Allah’ın rızasını, Hakkın çıkarını ve davasının hatırını her şeyin üstünde tutan Hocamızı, önümüzdeki süreçler ve gelecek nesiller daha iyi anlayacaklardır.
“İlmi ehliyet tedariki, nefis terbiyesi ve tebliğ görevimizi yerine getirme meşguliyeti, bizi diploma ve etiket sahibi olmaktan geri bırakmıştır. Yüksek tahsili dışarıdan ve yine eğitim-öğretim dalında tamamladıksa da, öyle kariyer yapmaya vaktimiz olmadı” buyururlardı. E. Edebiyat profesörü Erhan Saraçoğlu Beyefendi, büyük babası Çemizgezekli Nüzhet Dede’nin gizemli ve ayet mealleriyle kafiyeli bir şiirini 3-4 saat içinde ve 10 sayfa halinde izah eden Ahmet Akgül Hocamızın yorumlarını okuyunca: “Ben hayran kaldığım bu açıklamaları 3 ayda yapamazdım, üstelik bu derin ve engin manaların birçoğunu hala kavrayamadım” buyurmuşlardı.
Nefsin terbiyesi ve kalbin terakkisi için, bir parça ekmek ve su dışında her türlü yiyecek ve içecekten uzak durarak ve günde sadece 3-4 saat kadar uyuyarak ve sürekli oruçlu olarak bir caminin köşesinde iki sefer 40’ar gün çileye, defalarca 10 gün itikâfa oturan Hocamız, nefsi cihatla siyasi cihadı birlikte yürüten bir zattı.
Kendisi 1.64 boylarında, 72 kg civarındaydı, onurlu ve kibar yüzüne bakıldığında insanı bir hürmet ve haşyet (saygınlık ve ağırlık) hissi kaplardı. 70 yaşına geldiği halde dinç ve çalışkan bir insandı. Tanıdığımız 30 yıldır, günde iki öğün ve çok az yediği anlaşılmıştı. Hep “Allah için sevmek ve yine Allah için buğz etmek” Onun şiarıydı. Dine, Devlete, Millete, Ümmete yönelik hıyanet ve hakaretler karşısında kızar, gayreti artar ve gereğini yapardı. Ama şahsına ve dünya çıkarına yönelik hücumlara aldırmaz ve üzerinde durmazdı. Örneğin, büyük bir dikkat ve emekle hazırlanan Meal-i Kerim’in önsözünün baskıya yanlış girdiği haberini alınca, üzülmüş, kendi kendine (ve yanındakilere): “Takdir hata yapmaz; kim bilir bu yanlışlıkta nice hikmet ve hayırlar gizlenmiş durumdadır. Bunlar ileride anlaşılacaktır. Ancak, arkadaşlarımızın “ihsan makamına” yani cihat ve tebliğle ilgili sorumluluklarına yakışmayan bu ihmalkârlıklarına karşı sert ve net uyarılar yapılması lazımdır. Aksi halde telafisi mümkün olmayan hatalara cesaret kazandıracaktır!” buyurmuşlardı.
Bizzat Ahmet Akgül Hocamızın kendi ifadesiyle; “Allah İçin Sevmek”le, “Allah Gibi Sevmek” Ayrıdır!
İnsanları, imanları ve güzel ahlâkları yüzünden sevmek ve hizmet ehline saygı göstermek oldukça önemlidir ve gereklidir. “Allah için sevmek ve yine Allah için buğz etmek” imanın temelidir. Çıkar ilişkilerine dayanan sahte samimiyetler ne denli çirkin ise, sadece Allah rızası için gösterilen sevgiler de o denli güzeldir. Ancak “Allah için sevmek”le, “Allah gibi sevmek” genellikle birbirine karıştırılmaktadır ve oldukça tehlikelidir. Özellikle komutan, başkan, lider ve mürşid gibi şahsiyetleri, hizmetleri ve üstün meziyetleri yüzünden ve Allah rızası için sevmek ve saygı göstermek yerine, bunları “Allah gibi sevmek”, insanları sapıklığa sürüklemektedir.
“İnsanların içinde Allah’tan başkasını (Ona) eş ve denk tutanlar vardır ki, bunlar (yücelttikleri varlıkları ve insanları) Allah’ı sever gibi severler. Ama (gerçekten) iman edenlerin ise, Allah sevgisi en kuvvetlidir.” (Bakara:155) ayeti bu gerçeği ifade etmektedir…
“Seçkin ve bilgin kişidir… Hizmet ve keramet ehlidir… İlim ve hizmet hazinesidir…” diyerek, bazı insanları haddinden fazla yüceltmek ve hele böyle kimselerin Kur’an’ın açık hükümlerine aykırı eylem ve söylemlerini bile, haklı ve hayırlı görmek, sapıklık alametidir. “Hiçbir delili ve yetkisi olmadan Allah’ın ayetleri hakkında mücadele edenler (ve Kur’an’a keyfi yorumlar getirenler) kalplerinde taşıdıkları ve asla ulaşamayacakları bir kibir yüzünden böyle hareket etmektedir.” (Mü’min: 56)
Hidayet ve hizmet rehberi olan kişiler, elbette sevilir ve saygıdeğerdir. Kur’ani ölçüler içinde, amirlere de itaat edilir. Ama “Bunlar bizim peşin ve kesin şefaatçimizdir ve günahlarımızı bağışlatma vesilemizdir. Allah dünyevi ve uhrevi bütün nimet ve faziletlerini bu zatlar eliyle bize verecektir. Bunları gücendiren her şeyden mahrum edilecektir” diye bazı insanları gözünde ve gönlünde büyütenler, onları “ilah” yerine koymuş demektir.
Kötü cinlerden (şeytan taifesinden) bir kısmının bazı putların içlerine girerek Mele-i Ala’dan (melekler divanından) kulak hırsızlığı yaptıkları birtakım sırları (Saffat:10) konuştukları bu putlara tapan veya şeytani kuruntularını Allah’ın özel ilhamı sanan bazı insanlara körü körüne bağlanan (Sebe: 41) kimseler artık onların istismar ve suiistimal ettikleri köleleri ve hazır askerleridir. (Yasin: 75) Kendi hevasını ilah edinmiş ve Allah’ın bir ilim üzere kendilerini sapıtmış (Casiye: 23) dünyalık heves ve hesaplarına kapılmış ve nefs-ü hevalarını ilahlaştırmış (Kasas:50) olan ve bazı gafiller tarafından Allah makamına taşınmış bu aşağılık tipler, artık bütün kötülüklerini ve çirkinliklerini güzel ve gerekli görmekte (Fatır:8) ve kendilerini müstağni (herkes bana muhtaç, ben bulunmaz birisiyim.) zannetmektedir. (Alak: 6-7) Çevrelerine, “Allah tarafından seçildiklerini ve görevlendirildiklerini” ima eden bu kimselerin, her gün bir sürü yalanları ve yanılgıları ortaya çıkmasına rağmen, bunlara hemen bir “hayır ve hikmet kılıfı” geçirilmektedir.
Kötü niyetleri, enaniyetleri, hile ve hıyanetleri yüzünden vicdani ayarları giderek bozulan bu insanlar “Allah’la beraber ikinci bir ilah” (Neml: 61-62-63) yerine koyulmanın şeytani keyfini sürmektedir. Ve tabi “bu küfür ve nankörlük zevki yakında bitecektir” (Zümer: 8) Çünkü “Allah’la beraber diğer bir ilah edinip ona dua eden” sapıkların hesabı mutlaka görülecektir.” (Mü’minun: 117)
“Allah’ın yanında, O’nun kullarından birini kendilerine evliya (koruyucu, kurtarıcı ve Mevla) edinenler” (Kehf: 102) şirke düşmüşlerdir. “Allah’la beraber başka bir ilah edinenler ve bazı insanları tabulaştıran kimseler, kötülenmiş ve rezalete terk edilmiştir.” (İsra: 22)
Evet, “iki ilah tutmak” (Nahl: 51) yaygın, ama gizli bir şirk halidir.
Liderini, şeyhini ve ağabeylerini;
a- Her türlü günah ve kusurdan uzak ve masum gören,
b- Her türlü gaybi gizlilikleri ve geleceği bildiklerini iddia eden,
c- “Zalimleri desteklemeyin, küfrü hoş görmeyin, fesatlık etmeyin.” gibi İslam’ın kesin hükümlerine aykırı söz ve davranışlarına bile, bin türlü hikmet kılıfı geçiren,
d- Kabirde mahşerde, hesap gününde kendilerini kurtaracaklarını söyleyen,
e- Kendilerine tabi olmayan bütün Müslümanları ve hizmet erbabını “nasipsiz ve kıymetsiz kimseler” şeklinde değerlendirenler sapıklığa ve şirke kaymış demektir.
Başında da ifade ettiğimiz gibi, çevresini hidayet ve istikamet yoluna davet eden… İnsanları hayır ve hizmete yönlendiren ilim ve irfan ehline, Allah için hürmet ve muhabbet göstermek gereklidir ve güzeldir. Ancak bütün peygamberlerin ortak itirafı şudur: “Bize düşen sadece açık bir tebliğ ve davettir. Hidayet ise ancak Allah’ın elindedir. Bu davet ve hizmetimize karşılık sizden hiçbir ücret ve karşılık istenmeyecektir.”
“Ey iman edenler Allah’tan korkun (isyan etmekten sakının) ve… Devamını okumak için tıklayınız.