Sistemler ve medeniyetler, aynen canlılar gibidir; doğup büyümekte, gelişip güçlenmekte, yaşlanıp çöküşe geçmekte ve sonunda tükenip ölmektedir. Evet, her “Kemal”in bir “zeval”i, her zirvenin bir inişi kesindir ve kaderdir. Yani bir medeniyetin zirveye ulaştığı ve en güçlü sanıldığı dönem, aynı zamanda onun yıkılışının da ilk işaretidir.
Öyle ise bekleyin, mutlaka kutlu bir devrim dünyayı değiştirmiş olacak… Şerli ve şeytani Barbar Batı aygırlığı yıkılacak, insani ve rahmani düşünceli bir Doğu uygarlığı sahneye çıkacak. İmanla aklın, ilimle ahlakın, İslam’la insanlığın imtizaç ve ittifakından doğan bir saadet dönemi başlayacak. İkiyüzlü marazlıların; çürük özlü, süslü sözlü masonların; devrim simsarlığı ve Din istismarıyla geçinen münafıkların sömürü saltanatı son bulacak… Net ve samimi müminlerle, mert ve medeni gayrimüslimlerin uzlaşacağı bir huzur ve hürriyet sistemi uygulanacak. Askerler silahlarına güvenip, sivil erlere tepeden bakmayacak. Cumhur, Cumhuriyetine sahip çıkacak. Halk, artık güdümlü sürüler ve demokrat yaftalı köleler sayılmayacak… Kimse kimsenin başörtüsüyle, saç örgüsüyle uğraşmayacak. Manda kafalıların ve AB hayranlarının aklı yatmasa; Ilımlı İslamcıların, Haçlı tarikatçıların, radikal şeriatçı geçinen sahtekârların imanı yetmese de; bu devrim yaklaşıyor, yaşanacak. D-8’ler, Çin ve Rusya’yı da yanına alacak; Hindistan ve Güney Amerika da bu kutlu kervana katılacak… Amerika ve Avrupa emperyalizmi ve Yahudi Siyonizm’i Ortadoğu’da batacak ve boğulacak. İsrail çıbanı deşilip dağılacak… Türkiye merkezli, insan eksenli ve İslam (barış ve hayırda yarış) endeksli yeni bir dünya kurulacak… Adil ve laik bir sistem, asil ve demokratik bir toplum, kamil bir ekonomik düzen oluşacak…
Kaderin cilvesi ve strateji bilgesi ve dengeler dâhisi Mustafa Kemal tarafından başlatılıp bitirilemeyen, O’nun şüpheli ölümünden sonra İsmet İnönü, Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Turgut Özal ve Tayip Erdoğan’lar eliyle adım adım saptırılıp dejenere edilen, dış görüntüsü acıtıcı ama özü milli ve insani amaçlı ilke ve inkılaplar, hem de şeklen değil şuuren, tekrar tamamlanıp hedefine ulaşacak… Böylece Hz. Muhammed (S.AV)’in asırlar öncesinden müjdelediği, tüm dünyanın cennete dönüşeceği; “Mehmetçik rehberli bir merhamet medeniyeti” gerçekleşmiş olacak… Bu mutlu devrim ve değişim esnasında, Ehli kitabın, Yahudi ve Hıristiyanların iz’anlı ve insaflı takımı da Türkiye’nin yanında, yani haklı ve hayırlı safta yerini alacak… Böylece, yalnız mağdur Asya ve Afrika halkları değil, Avrupa ve Amerika’daki insanlar da, mağrur ve mel’un merkezlerin haksızlık ve ahlaksızlık kıskacından kurtulacak…
Bu gibi tarihi devrim ve dönüşümler, ya büyük felaketlerin neticesinde veya büyük liderlerin öncülüğünde gerçekleşiyor. Dünyamız ise, her ikisine birden sahip olmanın, hem sancısını hem avantajını yaşıyor.
Sadece Türkiye’mizde değil, sadece bölgemizde değil, bütün yeryüzünde ve tüm ülkelerde, bu tarihi ve talihli devrimin psikolojik, sosyolojik, ekonomik, politik ve teknolojik her türlü alt yapısı ve stratejik detayları, yıllar süren çalışmalar sonucu hazırlanmış bulunuyor… Hem de, dünyadaki Siyonist sömürü sisteminin güdümündeki kabuk iktidarlar ve mevcut kurumlar eliyle bu işler yaptırılıyor. Çünkü, deri altındaki yarayı iyileştirecek tedbir ve tedavileri uygulamadan, görünürdeki kabukları kaldırırsanız, yaranın mikrop kapıp kötüleşeceğini, ama içteki yaralar iyileşince, dıştaki kabukların kendiliğinden dökülüp düşeceğini çok iyi bilen, kutlu bir lider bu süreci yönetiyor. Bir insan bedeninin her yerine sirayet etmiş kanser hücreleri misali, beşeriyet bünyesine yerleşmiş Siyonist şebekeleri tamamen tesirsiz hale getirecek, çok dikkatli ve rikkatli (şefkatli ve ince düşünceli) bir tabibin titizliğiyle hareket ediyor.
Evet, süper güç olmak için, ekonomik güç kesinlikle önceliklidir, ama yeterli değildir… Eğer yeterli olsaydı, Almanya süper güç sayılacaktı…
Süper güç olmak için, teknolojik güç elbette çok önemlidir, ama yeterli değildir… Şayet yeterli olsaydı, Japonya süper güç rolü oynayacaktı…
Süper güç olmak için, silah sanayi, askeri ve nükleer güç gereklidir, ama yeterli değildir… Yeterli olsaydı Çin ve Rusya, meydanı Amerika’ya bırakmayacaktı…
Süper güç olmak için, nüfus yoğunluğu ve demografik durum her halde önemlidir, ama yeterli değildir. Yeterli olsaydı, örneğin Hindistan süper güç olarak ayağa kalkacaktı…
Süper güç olmak için, jeopolitik konum ve stratejik durum oldukça önemli ve gereklidir, ama yeterli değildir… Yeterli olsa, Türkiye bu zillet ve sefaleti yaşamayacaktı…
Çünkü süper güç olmak için; ekonomik, psikolojik, teknolojik, demografik ve stratejik bütün bu değer ve dinamikleri: dünya dengelerini değiştirip düzeltecek şekilde kullanabilen süper bir beyine, her bakımdan birikimli mükemmel bir bilgeye, tek kişilik ordu gibi, zulüm ve sömürü çetesini çaresizliğe itecek dahi bir şahsiyete ihtiyaç vardır. Ve işte Türkiye’nin ve dünyadaki mazlumlar aleminin şansı, böyle bir öndere sahip olmaktır.
“Dört T” formülü olarak sıralayabileceğimiz:
1- Tabii, coğrafi ve jeopolitik avantajı,
2- Tarihi medeniyet mirası,
3- Talihli fırsatları, Türk Cumhuriyetleri ve İslam ülkelerindeki saygınlığı yanında,
4- Tecrübe ve tedbir sahibi bir süper beyne malik Türkiye’nin, artık atağa kalkma ve kaderin yüklediği misyona sahip çıkma zamanıdır.
Barbar Haçlı Batı aşıklığını ve gaddar Siyonist İsrail uşaklığını, defalarca ispat eden AKP’nin, son bir akreplikle:
a) Ilımlı İslam (yani ABD ve AB emperyalizmiyle uyumlu) kafalı Başbakan ve Bakanları eliyle,
b) Ve Anayasa Mahkemesine şahsen başvuru yapabilme yolunu açmak suretiyle, böylece kendileri riske girmeyip, sözde bireylerin yoğun talebi ve yüksek mahkemenin müsaadesiyle;
Üniversitelerde ve diğer devlet dairelerinde haksız ve dayanaksız başörtü yasağını delme ve bununla sahte kahramanlık havası estirip oy devşirme girişimleri de tutmayacak; Müslüman halkımızın mağduriyet ve mahrumiyetlerini daha fazla istismar ve suiistimal etmelerine fırsat tanınmayacaktır.
Daha önce şerh koyup şov yapanların, Fetoyla ilgili YAŞ kararlarını hiç beklemeden imzalamasına ve bunların TSK’da, Emniyet Teşkilatında ve Yargıda kolaylıkla yapılanmalarına yol açıp sonra da “aldatıldık; kandırıldık” mazeretlerine sığınan: ve Başbakanın İsrail’in terörist başını Millet Meclisinde İslam’a küfrettirip 350 milletvekiliyle ayakta alkışlamasına hikmet ve mazeret uyduran ve bütün bunların suçunu tam bir şarlatanlıkla Ordumuza yıkmaya çalışan, sözde radikal İslamcı medya münafıkları hoşlanmasa da… Daha önce Yahudi ve Hıristiyanların ve İslam düşmanlarının himayesine girmeyi ve tağutların yaptığı yasalardan istifade etmeyi küfür sayan, ama şimdi AB’ye girmek için can atan AKP’yi hararetle destekleyen ve herkesten ziyade demokratikleşmek isteyen, sözde radikal şeriatçı ucuz kahramanlar kıvırsa ve kıvransa da.. İlahiler dinleyip gözyaşı döken, Peygamber ve sahabe hikayeleri okuyup ahu vah çeken ve papağan gibi şuursuzca zikir tekrarlayıp kendisinden geçen, ama; Irak’ı ve Afganistan’ı işgal edip milyonlarca masum Müslümanı katleden ABD’ye dua ve destek veren, Kur’an’ın, dört kitabın ve cümle enbiyanın lanetlediği Siyonist İsrail’e hizmet eden; zinayı suç olmaktan çıkarıp, misyonerlere kolaylık gösteren; ya bedel ödemeye değer görmediğinden veya imanı ve aklı yetmediğinden, başörtüsü ve İmam Hatip zulmünü önleyici ciddi ve cesaretli hiçbir gayret göstermeyen iktidarlara oy verip arka çıkan ve üstelik bir kucak sakalından, on kulaç sarığından ve peçeli çarşafından da utanmayan bazı tarikatçılar taraf olmasa da…
Çağdaşlaşma ve aydınlanma kılıfı altında, tüm manevi bağlardan koparak ve ezan duymuş şeytan gibi İslam’dan ve Kur’an’dan kaçarak, Atatürk’ü de kendilerinin rehberi gibi göstermeye çalışarak, maymun soyundan geldiklerine inandıklarından, “Gelişmiş ve modernleşmiş bir hayvan gibi” keyfince yaşamayı ilericilik sayan ve daha da gülünç olanı: barbar Batının ürettiği Darwinizm, kapitalizm, komünizm ve liberalizm gibi kavram ve kurgulara kapılıp savunduğu halde, Batıya karşı duracağını sanan zavallı tabiatçılar tepinip karşı çıksa da.. Ve hatta: Milli Görüşte dava kurmaylığı, bazı kentte il başkanlığı ve Milli Gazete köşe yazarlığı yapıp; sık sık, “Gülü seven dikenine katlanır” “First Leydi Hanımefendi, başörtü biçimini Paris’teki ünlü modelistlere hazırlatmalıdır”, “CHP’ya karşı, kardeşlerimize destek çıkılmalıdır” mesajlarıyla, hala AKP’ye ve dolayısıyla şeytani güç mahfillerine yalakalık peşinde koşan nankörler takımı, ve Hoca hayranı geçinip, aslında Hak’tan ve Hoca’dan umutlarını kestikleri, ve güçlü gördüklerine tapınıp perestiş ettikleri için: “AKP Erbakan’ın kontrolü altındadır, bütün uyguladıkları Hoca’nın programıdır ve bunlar hayırlı yoldadır” iddialarıyla bu döneklerin bütün hıyanet ve rezaletlerinin günahlarını ve faturasını Erbakan’ın sırtına yüklemekten sinsi bir haz duyan ve yıllarca aleyhlerinde konuşup yazdıkları münafık ve marazlı kesimlerle ve AKP’li döneklerle şimdi aynı safta ve safsatada buluşan bilgiçlik budalaları haset ve hırsından çatlasa da…
Tarihin tabii seyrini, kaderin ezel ve ebed projesini hiçbir güç değiştirip bozamayacak ve milyarlarca mazlumun gönül sesini ve temennisini duyarak, medet ve merhamet buyuran Allah, vadini mutlaka tamamlayacaktır. Ayrı ayrı dinden ve görüşten bütün inanışların; farklı kültür ve kökenden bütün insanların, birlikte barış ve bereket içinde yaşayacakları adil bir düzen kaçınılmazdır.
Ancak hiçbir ülkeye ve hiçbir ülküye zorlama ve dayatma yapılmayacaktır. Muhammed Muhtar Han’ın dediği gibi:
“Her ülkenin bünyesi, değişik bir mevsim gibidir. Kültürü ise, her mevsimde yeşermeyen narin bir çiçek misalidir.
Eğer dışarıdan başka çiçekler ithal edilmeye veya bir ülkenin mevsimi, o yeni çiçeklere göre değiştirilmeye kalkışılırsa; artık bu suni mevsimde yerli çiçek yetişmeyecektir.
Yabani çiçek için, tabii mevsimleri değiştirmek büyük risktir; bu yanlış ve yararsız uygulamanın, o ülkede getirdiklerinden çok daha fazlasını götürdükleri acı bir gerçektir.
Bırakın da her mevsimin çiçeği, kendi ikliminde kalsın; çünkü doğru olan, her çiçeği, kendi ülkesinde ve kendi ikliminde sevmektir.”
Bu merhamet medeniyeti, manevi boşluk ve dünyevi sarhoşluk içinde kıvranan Batılıları da kucaklayacak ve kurtaracaktır. Protestan ve Avengelik mezhepleriyle Batı dünyasını Hıristiyan ahlakından, aile hayatından ve ahiret inancından koparıp, materyalist ve darwinist felsefeyle yozlaştıran Siyonist Yahudi tahribatı sonucu, bugün Avrupa ve Amerika, mutsuz ve umutsuz kalabalıkların kıtalarıdır. Irak’ta, Afganistan’da, Asya ve Afrika’daki işgal ve zorbalıkla sömürdükleri servetlerle zenginleşen; mazlum ve mağdur insanların kanı ve gözyaşı üzerine varlığını sürdüren bu uygarlık yaftalı barbarlık düzeni artık yıkılmalıydı ve yıkılacaktı. Bütün insani, vicdani ve ahlaki değerleri çürütülen ve uzaktan kumandalı robotlara çevrilen kalabalıklar, yeniden insanlığının farkına ve tadına varacaktır.
Şiir:
Yoktur başka çaresi; bir devrim yaşanacak
Çün doğal bir süreçtir; bu devir kapanacak
Zulmün, küfrün kökünü; çok derin kazıyacak
Hayra, huzura doğru; bir evrim başlayacak
Yegâne Kuvvet ve Kudret sahibi ancak Cenabı Hakk’tır!
“Efendim, bütün bunlar; hakikatten uzak, hamasi tepkiler ve hayali beklentilerdir. Süper güç ABD’nin görkemli birikimlerine ve Siyonist Yahudilerin gizli hakimiyetine kafa tutmak ve kazanmak asla mümkün değildir” diyecek olanlara, yani en güçlü ve güvenilir makam olarak Rahmanı değil, Şeytanı tanıyanlara ise, cevabını yine aynı zat veriyor:
“Siz eğer, gökleri gezip, dünyanın üzerinde duran nurlu çadırları, yenilmez ve onurlu bahadırları görebilseydiniz.
Kaderin göklere bağlı olduğunu bilir, “Atom”ları ve “Fantom”ları galibiyet ve kıyamet sebebi zannetmezdiniz!..
Sadece boşluk olarak görüp, gezegen ve galaksilerdeki muhteşem alemlerden bakar-kör gibi gafil kaldığınız bu göklerin, yeryüzündeki “gizli iktidar”ını sezebilseydiniz: Kâinatın o eşsiz mimarına titreyerek secde eder ve Hakkın zafer ve hakimiyet müjdesini dört gözle beklerdiniz.”
Bu nedenle, iz’an ve vicdan sahibi herkesi… Devamını okumak için tıklayınız.