4 Ağustos 2018
ABD Başkan Yardımcısı Pence, Açıkça Ankara’yı Tehdit Etmeye Başlamıştı.
Türkiye’nin ABD’li din adamı Brunson’ı ev hapsi koşuluyla cezaevinden tahliye etmesi, ABD’yi yatıştırmamıştı. ABD Başkan Yardımcısı Pence, Ankara’yı açıkça tehdit edip: “Erdoğan ve Türk hükümetine mesajım var: Ya şimdi serbest bırakın ya da sonuçlarıyla yüzleşmeye hazır olun!” diyecek kadar küstahlaşmıştı. ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence, cezaevinden tahliyesinin ardından Rahip Brunson’la görüştüğünü Twitter’dan açıklamış, Brunson’ı ABD’ye götürmek için çalışmaya devam edeceklerini vurgulamıştı.
“Cezaevinden tahliyesinin ardından rahip Andrew Brunson ile telefonda görüştüm. Cezaevinden çıkmış olsa da, bu din adamı hâlâ ev hapsinde. Tamamen serbest bırakılmasını ve ABD’ye geri dönmesini sağlamak için ABD Başkanı ve tüm yönetimin çalışmaya devam edeceği konusunda onu temin ettim. ABD Başkanı adına Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türk hükümetine bir mesajım var. Pastör Andrew Brunson’u şimdi serbest bırakın ya da sonuçlarla yüzleşmek için hazır olun. Eğer Türkiye, bu masum inanç adamını serbest bırakmak için hemen harekete geçmezse ve onu Amerika’ya yollamazsa Birleşik Devletler, Pastör Andrew Brunson serbest kalana kadar Türkiye’ye önemli yaptırımlar uygulayacak.” diyen ABD Başkan Yardımcısı kovboy kabadayılığıyla konuşmaktaydı.
ABD’nin Ankara Maslahatgüzarının şımarık açıklaması!
ABD Başkan Yardımcısı Pence’in Brunson’ın serbest bırakılmaması halinde yaptırım uygulanacağını belirten çıkışlarının hemen ardından ABD Maslahatgüzarı Philip Kosnett de bir açıklama yapmıştı. Kosnett, Brunson’ın serbest kalmasının ABD için yeterli olmadığını twitterdan yaptığı yazılı açıklama ile duyurmuşlardı:
“Biraz önce rahip Brunson ve eşi Norine ile görüştüm. Cezaevinden çıkarılması, evine ve eşine dönmüş olmasından dolayı Andrew ve Norine elbette çok memnun. Dün Beyaz Saray ve Dışişleri Bakanlığı’nın da açıkça ifade ettiği gibi bu ara adımı memnuniyetle karşılıyoruz; fakat bu gelişme sadece bir ara adımdır. Ayrıca Andrew Brunson özgür kalana, o ve haksız olarak gözaltına alınan diğer Amerikan vatandaşları ve ABD’nin diplomatik temsilciliklerinin Türk yerel çalışanları için adalet yerine getirilene kadar çalışmalarımızı sürdüreceğiz.”
Evet, ABD, Rahip Brunson bırakılmazsa daha önce İran’a, Suriye’ye, Kuzey Kore’ye uyguladığı cinsten ağır yaptırımlarla Türkiye’yi tehdit ediyordu. Rahip Brunson savcılık iddianamesinde; Türkiye aleyhine casusluk faaliyetleri, PKK ve FETÖ gibi terör örgütleriyle iş birliği, özellikle Kürt vatandaşlarımıza yönelik Hristiyanlaştırma girişimleriyle suçlanıyordu. Bu iddialar telefon görüşme kayıtları, sosyal medya yazışmaları ve kilisesinde bulunan PKK yayınları gibi materyallerle destekleniyor ve zaten bu geçerli deliller yüzünden 40 yıl kadar hapsi isteniyordu. Ancak iddianamede bazı bölümlerin (nokta nokta…) geçerek yazılmaması kafaları karıştırıyordu. Bizim ABD ile 1979’da imzaladığımız, 1980’de yürürlüğe giren “suçluların iadesi” anlaşmasına göre Rahip Brunson’u iademiz zaten mümkün görünmüyordu. Bu nedenle ABD “Onu serbest bırakın” talebinde bulunuyordu. Oysa onca ısrarımıza rağmen ABD, Fetullah Gülen ve şebekesini “terör kapsamına” bile almıyor, FETÖ’cüler her tarafta elini kolunu sallayarak geziyor ve INTERPOL bile devreye sokulamıyordu. Türk yargısının bu konudaki ağır işleyişi ve bir an evvel kesin karara varma konusundaki gevşekliğinin nedeni ise hâlâ anlaşılamıyordu. Üstelik Rahip Brunson’un ve ondan önceki kilise rahibinin FETÖ’den suçlu bulunan eski CIA şefi Graham Fuller’le irtibatlı oldukları herkesçe biliniyordu. Ancak Prof. Ersan Şen gibi bazı hukukçuların “Rahip Brunson’la ilgili mahkeme kararının geciktirilmeden çıkarılmasını” istemesinin ABD ile aramızdaki suçluların iadesi anlaşması gereğince, Brunson’un ABD’ye geri gönderilmesini sağlamaya yönelik tavsiye ve taktikler olduğu seziliyordu. Yani “Türkiye’nin ABD Baskısından kurtulması ve Brunson sorununu aşması için, onunla ilgili mahkeme kararı bir an evvel verilsin ve ondan sonra ABD’ye iade edilsin” demeye getiriyordu.
ABD Bahane mi Aramaktaydı?
Sanki ABD’de bir el, bu rahip Türkiye’den ABD’ye dönemesin istiyor. Onu kurban ederek iki ülke ilişkilerini bozmaya çalışıyordu. Şayet böyle olmasa, yani amaç sonuç almak olsa, Brunson’a ev hapsi verildiğinde oluşan kısa süreli olumlu hava korunurdu. Bu gelişmenin ardından düşük profilli bir çizgi izlenir ve Brunson’ın ABD’ye gönderilmesi için kapalı kapı diplomasisi yürütülürdü. ABD’nin küstah ve tehditkâr mesajları ile karşılıklı gerilim tırmanıyordu. Bu saatten sonra mahkemenin Brunson’ı serbest bırakması da mümkün görülmüyordu. Tamam ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence kendi Evanjelist tabanına hitap etmek için belki rahibi kurban ediyordu, ancak Washington’da Erdoğanlı Türkiye’den hazzetmeyen çevreler bu hamleyi fırsata çevirip işleri iyice çıkmaza sürüklüyordu. Bu mesele öyle tuhaf bir hal aldı ki, Türkiye için de Brunson’ı korumak ciddi bir sıkıntıya dönüşüyor. Evinin önündeki güvenlik önlemleri artırıldı, ancak yine de kuşku duyuluyordu. ABD’den karanlık bir el Türkiye’yi ve iki ülke ilişkilerini iyice işin içinden çıkılmaz bir hale getirmek için Brunson’ı öldürmek ve ‘bakın işte Türkiye’de anti-Amerikanizmin geldiği nokta’ demek isteyeceğinden korkuluyordu.
“Üstelik, ABD Brunson konusunda bu yaygarayı Hakan Atilla’ya rağmen, hiç utanmadan koparıyordu. Apaçık bir şekilde hukuksuzca aylardır hapis yatan Atilla için Türkiye ABD yargısına tehditler savuruyor mu? Hayır! Aksine, sonuç almak için sessiz bir diplomasi yürütüyordu. Ve Hakan Atilla hapiste tutulmaya devam ediliyordu. Buna aldırmadan Washington’un Türkiye’yi tehdit etmesi ancak kabadayılık ile açıklanabilir!” tespitleri doğruydu.
Mesut Yılmaz’dan papaz çıkışı: ABD, sanki Brunson serbest bırakılmasın diye uğraşmaktadır!
Eski Başbakan Mesut Yılmaz, FETÖ ve PKK adına casusluk yaptığı iddiasıyla yargılanan ABD’li papaz Andrew Brunson’un 2 yıllık tutukluluğunun ev hapsine çevrilmesi sonrası, ABD’den yöneltilen yaptırım tehditlerine ilginç yorumlar getiriyordu. Yılmaz, “Sanki Amerikalılar papaz serbest bırakılmasın diye böyle bir çıkış yaptılar” şeklinde konuşuyordu. Yılmaz, oğlu Yavuz Yılmaz’ın cenazesi için arayıp taziye dileklerinde bulunan hemşerilerine teşekkür etmek ve babası adına daha önce yaptırılan Hasan Yılmaz İlkokulu’nun tadilatını yerinde görmek için memleketi Rize’ye yaptığı ziyaret sonrası, 53 Gazeteciler Derneği’nde basın toplantısı düzenliyordu.
24 Haziran’da yapılan Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili genel seçimleri sonrası yürürlüğe giren Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve siyasete ilişkin Yılmaz, “Biliyorsunuz siyasetle çok önemli gelişmeler olmadıkça hiç konuşmak istemiyorum. Şu anda tamamen eşimin vakfının yaptırdığı Kent Üniversitesi’ne yardımcı olmaya çalışıyorum. Kalan oğlumun ticari işlerine yardımcı olmak için çalışıyorum. Siyaset benim gündemimde yok ama hemşerilerimizin son seçimdeki tercihlerini saygıyla karşılıyorum” dedikten sonra, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası tavrı ve Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’a destek olduğu yönünde açıklamaları hususunda şunları konuşmuştu:
“Tabii ben bu konuyu normal iç siyaset çekişmelerinin dışında görüyorum. Türkiye’de herkesin yapması gereken bir vatandaşlık görevi olarak görüyorum. Geçmişte uzun süre Dışişleri Bakanlığı yaptığım için, Avrupalıların Türkiye’ye bakışını biliyorum. Türkiye’ye nasıl çifte standartlar uyguladıklarının en canlı tanıklarından biriyim. Bunun özellikle bu son darbe teşebbüsü sırasında çok somut ve çok rahatsız edici bir boyuta geldiğini gördüm. Onun için yabancı dergilere, televizyonlara, gazetelere konuşmalar yaptım. Sayın Cumhurbaşkanımız da Başbakanımız da o zaman beni aradılar, teşekkür ettiler. Bu aslında herkesin yapması gereken bir vatandaşlık görevidir. İç politikada farklılıklarımız olabilir, bazı konularda farklı düşünebiliriz ama dış meselelerde Türkiye’nin ülke olarak menfaati söz konusu olan konularda hepimizin aynı çizgide buluşması gerekir. Bu vatandaşlığın kaçınılmaz bir şartıdır.”
“Kabile Devletine Bile Tehditle İstediğinizi Yaptıramazsınız!”
“Ben her iki olayda da biraz farklı düşünüyorum. Sanki Amerikalılar papaz serbest bırakılmasın diye böyle bir çıkış yaptılar. Çünkü bu şekilde bir tehditle hiçbir ülkeye değil Türkiye’ye, Afrika’daki küçük bir kabile devletine bile bu dünyada istediğinizi yaptırmanız mümkün değil. Belki de normal şartlarda, mahkemenin ilk duruşmasında beraat edecek bir kişiyi şimdi daha zor duruma soktular. Onun için bunun çok kötü bir diplomasi olduğunu düşünüyorum ve Amerika’daki çok başlılığın açık bir tezahürü olduğunu düşünüyorum. Biliyorsunuz bir Bakan ayrı konuşuyor, diğer Bakan tamamen tersini konuşuyor. Amerika şu anda çok büyük bir yönetim kaosu yaşıyor. Bu ister istemez ikili ilişkilerimizi etkiliyor.” diyen Sn. Mesut Yılmaz’ın ayarı ve amacı belli olduğuna göre, acaba onu bu çıkışları yapmaya ve Sn. Erdoğan’a sahip çıkmaya zorlayan neler yaşanıyordu?
Yoksa biz, bu kof kabadayılıkların hangi kabak dolmalarına dönüştüğünü unutmadık.
Bunlar “Eyyy Almanya!” diye çıkışmış ve “Nazi”liklerini hatırlatmışlardı ve ardından Türk kökenli Alman gazeteciyi casus diye tutuklamışlardı. Ama Angela Merkel “gazeteciyi derhal bırakmazsanız bizden tank değil, bisiklet bile alamazsınız” diye küstahlaşmıştı. Sonunda bu gazeteciyi apar topar bırakmışlar ve özel uçakla Almanya’ya yollamışlar, üstüne milyar dolarlık rüzgâr enerjisi ihalesini de Almanya’ya bırakmışlardı.
Bunlar sürekli “Eyyy İsrail!” diye bağırıp, çocuk katilleri ve soykırımcı anarşi devleti diye çıkışmışlardı ve haklılardı. Ama ikili ticari irtibatları ve normalleşme anlaşmalarını hâlâ artarak devam ettirmekten sıkılmamışlardı.
Bunlar bir ara “Eyyy Rusya!” diye hava atmışlar, Rusya’yı protesto edeyim derken bayrakları karıştırıp yanlışlıkla Hollanda konsolosluğuna yumurtalarla saldırmışlardı. Ama sonuç nükleer santrali Ruslara uzatmışlar, özür dileyip füze alımına başlamışlardı.
Bu kahramanlarımız “Eyy Hollanda!” diye bağırıp çağırmışlar, rengi turuncu diye mandalina kasalarını bıçaklamışlar, ama sonra Hollanda’ya Petrol Ofisi’ni sunmuşlar ve geri çektikleri büyükelçiyi tıpış tıpış oraya yollamışlardı.
Bunlar, defalarca “Eyyy Trump!” diye horozlanmışlar. “Eyyy Amerika senin her yerin güçlü olsa ne yazar be!” diye çıkışmışlar ve hatta Coca Cola’yı boykot çağrıları yapmışlardı. Ama sonunda Trump’tan 11 milyar dolarlık Boeing almışlar ve bizzat Coca Cola fabrikasının açılışını yapmışlardı. Ama halkımız duymasın ve uyanmasın diye yandaş medya Coca Cola kelimesini sansürleyip, “meşrubat fabrikası” açıldığını yazmıştı. Anadolu Ajansı ise “meyve suyu fabrikası açıldığını” duyurmuşlardı… “Çünkü… Bu Amerikalı rahip meselesi, aslında zannedildiği gibi “bağımsız yargı” skandalı değildir. Tam aksine “Bağımsızlık skandalı”dır.” yorumları maalesef haklıydı!
Yandaş Yazarlardan Film Senaryoları!
“Dünya dengelerindeki en önemli isim ise ABD Başkanı Donald Trump oluyordu. Trump düne kadar başka bir dengeyi, başka bir çizgiyi yönetiyordu (veya temsil ediyordu ya da koruyordu). Ancak şimdi olağanüstü derecede şaşırtıcı bir MAKAS değişikliğine gidiyordu… İşte ABD’nin iki no’lu isminin yani Pence’in Türkiye’yi hedef almasının arkasında da galiba biraz bu yatıyordu!.. Bu arada çok kişi için magazin haberinden öteye gitmeyecek bir çıkış olmuştu. ABD Başkanı Trump, kızı hakkında konuşmuştu. İddialara göre Trump’ın kızı ve damadı Kushner ile arası açıldı. Trump’ın çok güvendiği bazı kişilere, “Kızım Ivanka benim en değerli varlığım. Evlilik sürecinde çok baskılarım oldu. Kesinlikle Jared Kushner’le evlenmesini istemiyordum. Bunu kızımla sürekli konuştum, ikna edemedim. Hatta Jared’e de ‘Seninle evlenmesini istemiyorum’ dedim. Bu ilişkinin sonunda bir taraf mutsuz olacak. Ivanka’nın Amerikan futbolu oyuncusu Tom Brady ile evlenmesini istiyordum.” New York Times, ilgili haberin bir bölümüne Steve Bannon’un sözlerini de ekliyordu: “‘Javanka’ olarak isimlendirilen Ivanka Trump-Jared Kushner çifti, Trump’ın Başkanlığının ilk dönemlerinin aksine şimdi kamuoyu önünde daha az görülüyordu. Trump, geçmişte ikisinin çok etkisinde kalıyordu. Birçok kararı bu ikili veriyordu. Şimdi geri planda olmaları güzel bir durumdu…” Ama Trump damadı üzerinden olağan dışı bir şey söylüyordu ve bunu açmak lazımdı.
Tom Brady Katolik’tir. Damat Kushner de çok kişinin bildiği gibi Yahudi’dir! Ancak çok kişinin bilmediği bir gücü temsil etmektedir. Yeryüzünde her köşede çok etkin olan gücün yüzüdür. Eşi de öyledir. Gizemli, Kudretli, Çözülmez, Bilinmez, İçine Girilmez, Değiştirilmez ve Sarsılmaz bir organizasyonun temsilcisidir! Ivanka da belki bu gücü gördüğü için onunla evlenmek istemiştir. Trump’ın damadı hakkındaki şikâyeti siyasetten başka bir şey ifade ediyordu! Son tahlilde kızı mutluydu ve şikâyet edecek bir tarafı yoktu. Ama söylemek istediği küresel bir şeydi… Trump damadı, kızı ya da kendi seçimiyle (Siyonist Yahudi baronların) Rothschildler’den yana tavır almıştı. Pentagon’a rağmen, Katolik yapıya rağmen bu adımı atmıştı. Rothschildler de bundan memnundu. Damat Kushner onlara çok yakındı. Zaten Putin’le ilişkilerinin iyi olmasının nedeni de bu galiba. Trump’a savcı Mueller’in başından beri “Rusya ile iş tuttunuz. Seçimlere hile karıştırdınız” demesinin nedeni bu yakınlıktı. Yoksa Rusya nasıl hile karıştırdı da seçimi Trump’ın kazanmasını sağladı? sorusunu yanıtlayan çıkmamıştı. Amaç ABD Başkanı’nın ve ailesinin Rusya ile araya mesafe koymasıydı. Trump bunlara pabuç bırakmadı. Bildiği yoldan caymadı. Her şeye rağmen Helsinki’de Putin ile baş başa görüşme yaptı. İşte o görüşmeden sonra garip şeyler olmaya başladı. Trump’ı korkutacak kadar… Birileri Trump’ın özgür iradesi ile politika yapmasını istemiyordu…
Helsinki’de kendisine özel bir danışmanı bir şey verdi. Ne olduğu bilinmiyor ama Trump yön değiştirmişti. Dönüşünde Beyaz Saray’da basın toplantısı yaparken elektriklerin kesilmesi ise bütün bunların üzerine kaymaklı ekmek kadayıfıydı! Trump kendisiyle uğraşan gücü gördü. Geri adım attı. Geri çekildi belki de pes etti. Bunların ardından Trump, damadı ve kızını yanından uzaklaştırarak hatta damadından şikayetçi olarak Pentagon tarafına geçtiğini ilan ediyordu. Rothschildler’den koptuğunu duyuruyordu! Kushner’e ya da Ivanka’ya sırtını dönmesinin nedeni buydu! Devlet işleri ile aile işlerini ayırmak zorunda kalıyordu… ABD’nin bize her şekilde saldırdığı, operasyon hazırladığı biliniyordu. Söylemeye gerek bile yoktu. Eğer Trump tamamen Pentagon tarafındaysa saldırılar tekrar canlanacaktı. Kimsenin bundan en küçük bir kuşkusu olmasındı! Hatta işin içinde Trump olduğundan etkili operasyonlar için kapımıza dayanacaklardı. İşte, Pence’in açıklamalarının altında da Trump’ın makas değişikliği yatmaktaydı. Peki Pence, Rahip Brunson için neden bastırmaktaydı? Pentagon, 18 Temmuz’da çok önemli bir operasyona imza atacaktı. Şöyle ki; Brunson’un 18 Temmuz’daki duruşmasında ev hapsi kararı çıkacaktı. Bütün plan bu yönde hazırlanmıştı. Bu konuda ABD Savunma Bakanlığı’na bağlı Defense Intelligence Agency’nin (Savunma İstihbarat Ajansı) özel bir timi İzmir’deki NATO üssüne yollanmıştı. Ancak Türkiye, ev hapsi kararı vermeyince tüm planları boşa çıkmıştı. Eğer o gün ev hapsi kararı çıksaydı Defense Intelligence Agency ajanları, Pastör Brunson’ı kaçıracaktı. Ama ev hapsi çıkmayınca plan yatmıştı. Pence’in tepkisi de bu yüzden sert bir çıkıştı. Çünkü Pentagon, Brunson üzerinden yüzde 28 oy gücü olan Evanjelist kilisesiyle birlikte yeni dönemde daha güçlü adımlar atmaya hazırlanmıştı. Eğer Pastör kaçırılsaydı yeni yılda filmini bile yaparlardı! Ancak arada yine büyük bir mesaj vardı! İzmir’den hem de! Rahip Brunson 25 Temmuz günü ev hapsine giderken cezaevinden çıkış saati 17:25’ti! Pastör Brunson olayı artık büyük bir sorunun tabelasıydı…
Bakalım ABD nasıl gelecekti? Beyaz Saray’ın etrafının Pastör’ün mensubu olduğu kilise tarafından sarıldığı bir gerçekti. Kaçırmak istediler, olmadı! Almak istediler, olmadı! Bakalım bu film gibi hikâye nasıl sonuçlanacaktı? Gerilimin artacağı konusunda bir şüphe yok. Çünkü Trump da o tarafa geçmiş durumdaydı… Asıl önemi olan buydu!”[1]
Artık Tarihi Hesaplaşma Kaçınılmazdı!
[1] (Bak: Ergün Diler. Takvim 31 Temmuz 2018