1996 senesiydi. İtalya açıklarındaki Malta Adasında, Kuzey Afrikalı Müslümanların yaptırdığı bir cami külliyesinin konferans salonunda; Erbakan Hocamız, Siyonist sömürü saltanatının iki anaç ailesi Rotshchild ve Rockefeller’la ilgili, bugüne kadar başka hiçbir yerde duymadığımız ve okumadığımız, çok çarpıcı ve aydınlatıcı ayrıntıları içeren bir seminer vermişti.
Bir hastalığın; önce doğru tespit ve teşhisini koymadan ve onu meydana getiren virüsleri tanımadan ve ardından en isabetli ve etkili antibiyotikleri kullanmadan, rasgele uygulanacak bütün tedavi yöntemleri; rahatsızlıkları artırmaktan ve hastalığı azdırmaktan başka işe yaramayacağı gibi; Yeryüzündeki ve ülkemizdeki açlık ve sefaletin… Ahlaksızlık ve rezaletin… Anarşi ve savaş felaketlerinin asıl mikrobu olan Siyonistleri ve onların elebaşı konumundaki aileleri ve şahsiyetleri iyi tanımadan, onlardan ve kurdukları tuzaklardan kurtulmak için yapılan bütün çabalar, olumlu sonuç vermeyecektir. Başta Amerika ve Avrupa ülkeleri olmak üzere, bütün insanlık âlemini kanser hücreleri gibi saran bu Siyonizm denen şeytan şebekesini ve beşeriyet bünyesini, en az zarar ve zayiatla bunlardan kurtarma çarelerini en iyi bilen… Farklı kültür ve kökenden bütün halkların huzur ve hürriyet reçetelerini öğreten; Hocamız dışında başka birisini biz görmedik, kimse de gösteremeyecektir…
Rothschild’ler Eşkenaz (Doğu Avrupa) kökenli bir Yahudi Haham ailesinden gelmektedir.
Rockefeller ise; Amerika’da, sonradan Hıristiyanlığa dönmüş Protestan Yahudi dönmeleridir. Ve Rotshchild’lerin özel himayesiyle yükselmiş ve Amerika’yı ele geçirmiştir. Batı Medeniyeti denilen, sömürme ve sindirme düzeninin Avrupa ayağı Rotshchild, Amerika ayağı Rockefeller isimli Yahudi asıllı Protestan dönmelerin tekelindedir.
İmanımızın temeli Hayrı da, Şerri de, Allah’tan bilmektir. Şeytani güçler de, Rahmani güçler de, Allah’ın takdir ve kontrolündedir. Her şeyde, her yerde ve her halde hükmünü yürüten Allah’ın iradesidir. Allah sadece Rabbil Mü’minin değil, Rabbil Âlemindir. Bu imtihan dünyasında, hikmet ve adaletinin gereği: Siyasi, iktisadi, ilmi ve askeri… Her husustaki başarıyı… Her sahadaki imkân ve iktidarı “Sünnetullah” denen tabii kanunlara uygun olarak; sabırlı, kararlı, planlı ve devamlı çalışan tarafa vermektedir. Böylece Hak ve hoşgörü medeniyetleriyle zulüm ve sömürü düzenleri; kendi amaçları doğrultusundaki gayret, cesaret ve samimiyetleri oranında ileri geçmekte ve yeryüzünde hüküm sürmektedir.
Hocamız Rothshild’lerin İngiltere’deki gizli saltanat merkezini şöyle anlatmıştı:
Britanya açıklarında Rothshild’lerin özel başkenti olan bir ada vardır… Bu adanın üstünden ve çevresinden İngiliz uçaklarının, gemilerinin ve denizaltılarının bile geçmesi yasaktır. Çok hassas koruma tedbirleri ve uyarı alarm sistemleri ile donatılmıştır. Bu adada Rothshild’in malikânesi dışında dünyadaki bütün ülkeleri kapsayan farklı konularla ilgili 400 (dört yüz) civarında uzman danışmana ait, ayrı ayrı villalar bulunmaktadır. Bu çok özel adada uzmanların ve aile efradının sosyal ve ekonomik her türlü ihtiyacını karşılayacak bütün imkânlar hazırlanmıştır. Ancak bu villaların her birinin giriş-çıkış yolları, labirentler gibi karışıktır, şifreli kapıları sadece sahiplerine açılmaktadır. Bu danışmanlar birbirlerini tanımamaktadır ve ikili buluşmaları yasaktır.
Özel malikânesinde oturan, doksan yaşında olup, yüz türlü hap ve ilaçla ayakta duran… Rothschild, her gün, onlarca danışmanını teke tek çağırıp rapor almadan ve gerekli talimatları onlara aktarmadan yatağına yatmamaktadır. En fazla uzman-danışman kullandığı ülkelerin başında ise Türkiye bulunmaktadır.
Filan ülkedeki, filan siyasi lider hakkında, kontrolümüzdeki medyada karalama kampanyası başlatıldı mı? Şu gazetelerde, şu yollu manşetler atıldı mı? Bazı yüksek makamlara, bizim öngördüğümüz masonlar atandı mı? Filan terör örgütüne, şu, şu imkânlar ve silahlar sağlandı mı? Şu ülkede bize sorun çıkaran iktidara karşı askeri ihtilal veya isyan süreci için düğmeye basıldı mı? Bizim adamlarımız olan, Hıristiyan, Müslüman, Moon veya Brahman filan din adamlarının etkinliğini artıracak ve reklâmı sayılacak girişimler yapıldı mı? Şu dindar kahraman görünümlü iktidarlara, şu din tahribatcısı ve Büyük İsrail hizmetkârı Dini cemaatlere gerekli kolaylıklar sağlandı mı? Şu, şu yatırımlar gerçekleşip, şu ve şu şirketler batırıldı mı? Filan savaş ve saldırının şokunu azaltmak için şu, şu şekilde suni gündemler oluşturulup dikkatler dağıtıldı mı? Gibi sorularını tek tek soran, eksiklik ve aksaklıkların nedenlerini ve çarelerini araştırıp bulan bu ihtiyar Siyonist, bütün bunlara “Siyonizm’in dünya hâkimiyeti” gibi şeytani inançları ve amaçları için ibadet niyetiyle katlanmaktadır.
Kabalist Hahamların Şeytanla ilişkileri, bütün dünyaya hâkimiyet hedefleri ve bunun için ekonomik gücü ele geçirme ve bütün ülkeleri etkileme istekleri; asırlardır bilinegelmektedir.
Yahudi toplumunun parayla olan ilişkisi, büyük ölçüde İbrani öğretisinden esinlenmiştir. Bilindiği gibi Yahudilik, dünya-merkezli ve maddeye yönelik bir dindir. Bu nedenle, İslam ve Katolik dinlerinde uzak durulması söylenen “para hırsı”, tam aksi bir şekilde, Yahudilikte meşru, hatta teşvik edilen bir dürtüdür. Bu nedenle de söz konusu iki dinde yasaklanan faiz, Yahudilikte serbest bırakılan, hatta tavsiye edilen bir kazanç yöntemidir. Bazı araştırmacılar, Yahudi-para ilişkisinin dini boyutunu özenle vurgulayarak, “Yahudilerin parasal işlemler konusundaki tercihlerinin dini düşüncelerinden kaynaklandığını” söylemektedir.
1- Faiz, Ortaçağ’daki Yahudi ekonomik gücünün de temelini teşkil etmiştir. Kimsenin tefecilik yapmadığı bir ortamda, bunu bir dini emir olarak gören Yahudiler tefecilikle özdeşleşmişlerdir. Judaica (Yahudi Ansiklopedisi), Ortaçağ’da Yahudi tefecilerin genelde %30 civarında faizle borç verdiklerini ancak bu oranın zaman zaman %100’lere bile vardığını belirtmektedir (enflasyonsuz bir ortamda bu rakamın büyüklüğü elbette hayret vericidir). Ortaçağ boyunca “Yahudi” ve “tefeci” kavramları o kadar özdeşleşmiştir ki, bazı dillerde aynı anlamda kullanılır hale gelmiştir. O dönemdeki bazı Almanca kitaplarda “wucherer” (tefeci) kelimesinin “Yahudi” anlamında; “judaizare” (Yahudileşme) sözcüğünün de “faiz alma” anlamında kullanıldığı görülmektedir. Yahudi tefecilerin önemli bir özelliği de, mesleklerini sürekli olarak babadan-oğula aktarmaları ve bu şekilde sürekli katlanan bir sermaye ile büyük bir ekonomik güce erişmeleridir. Bu nedenle Ortaçağ’da pek çok Kral bile Yahudilerden borç istemiştir. Bunun çarpıcı bir örneği: İspanya Kraliçesi İsabella’nın Granadalı Müslümanlara karşı girişip 1492’de kazandığı savaşı, (aynı zamanda da bir Kabalacı olan) Isaac Abrabanel adlı tefecinin finanse etmesidir. Kolomb’un yolculuğu da Abrabanel ve diğer başka bazı Yahudilerce finanse edilmişti. Bunlar, “finansman” kavramının, en başından beri Mesih Planı’nda önemli bir yer tuttuğunun işareti olarak yorumlanabilir. Yahudilerin 16. ve 17. yüzyıllardaki ekonomik güçleri, köle ticareti, sömürgecilik gibi alanlardaki büyük rolleri bilinmektedir. Amsterdam’da kapitalizmi doğuranların da Sefarad Yahudileri olduğu da bir gerçektir.
2- 17. ve 18. yüzyıllarda doğan yeni bir sınıf ise Yahudilerin ekonomik gücünü siyasi alana da taşımıştı. Bu sınıf, “Saray Yahudileri” (Court Jews) olarak adlandırılıyordu ve yeni kurulmaya başlanan merkezi mutlak devletin finansman ihtiyacından doğmuşlardı. Bu Yahudiler, özellikle Protestan reformunun ardından Papa’nın otoritesinden bağımsız olarak kurulan yeni merkezi devletlerin yardımına koşan varlıklı tefeci takımıydı. Özellikle Avrupa’nın Protestan ve Katolik güçleri arasındaki kanlı Otuz Yıl Savaşları, hem savaş sırasında hem de sonrasında büyük bir finansman açığı doğurmuştu ve bu açık Yahudilerce kapatılmıştı. Bunun yanında yeni kurulan merkezi devlet mekanizması, tüm yetkileri elinde toplamak istiyordu ve bunun için de öncelikle büyük bir finansman ihtiyacıyla karşı karşıya kalmıştı. Yeni devlet aygıtının; ordu toplayıp beslemek, bürokrasi oluşturmak, otoritesini sağlamlaştırmak için ihtiyaç duyduğu parayı karşılayan Yahudiler, doğal olarak yeni mutlak yöneticilerin yanında büyük bir güç ve saygınlığa kavuşmuşlardı. Merkezi devletlerin giriştiği savaşların finansmanı da, söz konusu “Saray Yahudileri”nden sağlanmaktaydı. Judaica, örneğin Osmanlı’ya karşı giriştiği savaşlar sırasında Avusturya’nın tüm bütçesinin üçte birinin Yahudilerden alınan borçlarla karşılandığını yazmaktadır. Bu “savaş finansörlüğü”, Saray Yahudilerinin başta gelen işlevlerinden biri halini almıştı. Öyle ki, çoğu zaman karşılıklı savaşan her iki devlet de, masraflarını Yahudilere borçlanarak karşılamaktaydı. Bu nedenle de, savaş finanse etmek ve bu kirli işten kâr yapmak, kısa sürede Yahudilerle özdeşleşen bir “meslek” halini almıştı. (Bu “savaş finansörlüğü”, Kur’an’da bildirilen, Yahudilerin yeryüzünde “savaş amacıyla ateş alevlendirdikleri” ve“yeryüzünde bozgunculuğa çalıştıkları”[1] haberine de uygun bulunmaktaydı.)
“Saray Yahudilerinin en önemli özelliği ise yüksek bir “ırk bilinci”ne (Siyonizm ideolojisine) sahip olmalarıydı.
Judaica, hem Protestan hem de kimi zaman Katolik kral ve prenslerin yanında büyük bir güce ulaşan bu Yahudilerin tamamına yakınının, kendi çıkarlarını değil, Yahudi toplumunun genel çıkarlarını koruduğunu anlatıyor ve bu nedenle de Yahudi toplumlarının lider ve temsilcileri (İbranice Shtadlan) haline geldiklerini yazmaktaydı. “Yahudi Ansiklopedisi”, ayrıca Saray Yahudilerinin Yahudi politik eşitliğinin sağlanmasının öncüleri olduğunu da vurgulamaktaydı.
3- Fransız Devrimi’nin ardından Saray Yahudileri devri kapanmış ve yeni bir dönem,Yahudi bankerler dönemi başlamıştı. Bu bankerlerin gücü, eski Saray Yahudilerinden çok daha fazlaydı. Goldschmidt, Oppenheimer, Seligmann hanedanlarının kurduğu finans imparatorlukları işte bu sırada, 19. yüzyılın başında ortaya çıkmıştı. Bu finans imparatorluklarının en ünlüsü ve kuşkusuz en önemlisi ise Rothschild’lardı.
A- Rothschild Hanedanının Hikayesi!
Judaica, (Yahudi Ansiklopedisi) “19. yüzyıldaki Yahudi bankacılığı, Rothschild’ların Frankfurt’taki yükselişiyle başladı” diye yazmaktaydı. Kuşkusuz Rothschild’larla birlikte yalnız 19. yüzyıldaki Yahudi bankacılığı değil, yeni bir devir de başlamıştı. Alman tarihçi Prof. Wilhem bu konuda “Rothschild’ler Avrupa politikasına paranın hakimiyetini sağlamıştır. Dünyayı paranın ve onun fonksiyonlarından ibaret hale getirmek için çalışmışlardır” tespitinde bulunmaktadır. Frederic Morton ise, The Rothschilds adlı kitabının önsözünde “Son yüz elli yıldır, Rothschild hanedanının Avrupa tarihindeki perde arkası rolü şaşırtıcı boyutlardadır” diyor ve ekliyor, “Yalnızca bireylere değil, uluslara da borç vermeyi başardıklarından dolayı inanılmaz kazançlara ulaşmışlardı”. Belki de Erbakan’ın dediği gibi; “Rothschild’ların zenginliği, ulusların çöküşüne bağlıydı.”
Hanedan 1800’lü yılların hemen başında Almanya’da doğmuştu. Frankfurt’ta 1744’te doğan Eşkenaz Yahudisi Mayer Amschel Rothschild, hanedanın kurucusuydu. “Bir ulusun parasının denetimi elimde olsun, onun kanunlarını kimin yazdığını umursamam artık” diyordu. Önceleri Mayer Amschel, Frankfurt’ta faizle borç para veren fırsatçı bir tefeci sayılıyordu. Gittikçe zenginleşen Amschel, Avrupa ekonomisinin merkezi haline gelmeye başlayan Frankfurt’taki en güçlü banker oldu ve beş oğlunu, Avrupa’nın diğer finans merkezlerine göndererek Rothschild hanedanını kurdu.Beş ok ile sembolize edilen Rothschild hanedanının varisleri, finans dünyasında izledikleri yayılmacı politika sonucunda Avrupa ekonomisini büyük ölçüde kontrol altına almış oluyordu. Bu beş oğuldan Amschel Mayer Frankfurt’ta kalıyordu. Solomon Mayer Viyana’ya, Karl Mayer Napoli’ye, James Jacob Mayer Paris’e ve Nathan Mayer de Londra’ya yollanıyordu. Bu beş Rothschild da gittikleri finans merkezlerinde büyük güce ulaşıyordu.
1816’da Viyana’ya giden Salomon Mayer, Habsburg hükümet bankacılığında kilit kişi oldu. Bu arada Avusturya’nın ünlü devlet adamı Metternich’le çok yakın ilişkiler kurdu (hatta 1848 devrimi sırasında Metternich’in kaçmasına yardım ettiği söylenir). Avusturya sınırları içinde Yahudilere yapılan her türlü yasal kısıtlamaların kalkmasını sağladı. Salomon Mayer’in ikinci oğlu Anselm Salomon ise Viyana’da, beş Yahudi ailesi; Arnstein, Eskeles, Geymuller, Stein ve Sina tarafından paylaşılan banka tekelini devraldı. 1821’de Napoli’de bir şube açan Karl Mayer ise İtalya’nın en önde gelen bankeri oldu. Sardunya, Sicilya, Napoli’ye hatta Papa devletine büyük miktarlarda borç verdi. Diğer dört oğlu da Rothschild ailesi üyeleriyle evlendiler.
Beş kardeşin en küçüğü olan James Jacob Mayer, 1812 yılında Paris’e gitti ve Rothschild Freres şirketini kurdu. Fransa’daki Yahudi toplumuyla yakın ilişkiler geliştirdi. Yönetimle de iyi bağlar kurarak, Fransa’yı İngiltere’yle birlikte Rothschild’lerin en önemli kalesi durumuna soktu. Öyle ki, 27 Temmuz 1844’te Mazzini şöyle diyordu: “Eğer Rothschild isterse Fransa’nın kralı olabilir.” 1909 baskılı Jewish Encyclopedia’da ise Rothschild’lerin Fransa’daki gücü şöyle açıklanıyordu: “1848 yılında Paris bankacıların toplam 352 milyon Frankı olduğu halde, yalnızca Rothschild, Paris’te 600 milyon Franka sahipti.”
İngiltere’ye giden Nathan Mayer ise 1806’da Hannah Barent Cohen ile evlendi. Bu ilişki onu İngiltere’nin Sefarad cemaatine de dahil etti. Judaica, Nathan Mayer’in, henüz 1810 yılında, Londra para piyasasındaki en büyük güç haline geldiğini bildiriyor. 1815’te, Nathan Mayer, Waterloo’daki İngiliz zaferini, kurduğu erken istihbarat ağı sayesinde çok önceden öğrendi ve Londra borsasına koşarak aldığı hisseleri ertesi gün çok büyük miktarla satarak bir gecede inanılmaz bir servet elde etti. 1836’da hanedanın Londra’daki temsilcisi Nathan Mayer Rothschild ölünce en büyük oğlu Lionel Nathan Rothschild başa geçti ve sadece Londra bölümünün iş bağlantılarını sağlamakla kalmadı, ayrıca İngiliz Yahudi toplumunun 30 yıl liderliğini de yaptı. Mali operasyonlarından bazıları; Kırım Savaşı’nı devam ettirecek 16 milyon Poundluk borcun sağlanması ve 1875’te İngiltere’de “İngiliz asilzadesi” ünvanını kazanan ilk Yahudi’ydi. Bankerlik işine girmeden önce, ünlü bir haham ailesi olarak tanınan Rothschild’ler, genelde “kirli” yollardan elde ettikleri dev servetle büyük bir ekonomik ve politik güce ulaştılar. Hanedanın en önemli özelliği ise bu büyük gücü, yalnızca ailevi çıkarlar için değil, tam tersine asıl olarak, bağlı oldukları ırkın çıkarlarına uygun olarak kullanmalarıydı. Bu nedenle Siyonist harekete ve İsrail Devleti’ne çok büyük yardımlar yaptılar. Ancak en büyük “icraatları, Yeni Düzen’i kontrol edecek olan politik kurumları oluşturmak” olacaktı.
Rothschild’ların kurdukları bu hanedan ağı, onlara büyük bir ekonomik güç getirdi. Alman tarihçi Werner Sombart, Jews and Modern Capitalism adlı kitabında şöyle der: “1820 sonrasındaki dönem ‘Rothschild’lerin çağı’ olarak bilinir. Öyle ki yüzyılın ortasında finans çevrelerinde şu yargı genel bir inanç haline gelmişti: Avrupa’da tek güç vardır, bu da Rothschild’lerdir.” John Reeves ise, The Rothschilds; The Financial Rulers of Nations adlı kitabında şöyle yazar: Nathan Rothschild’ın İngiliz Hükümetine ilk yardımı 1819’daydı ve 60 milyon Dolarlık borç verdi; 1818–1832 arasında 105.400.000 Dolar miktarında sekiz adet borç daha verdi; aşağı yukarı 700 milyon Dolarlık 18 adet hükümet borcu oluşturdu. Etkileri o kadar güçlüydü ki, hiçbir savaş Rothschild’lerin yardımı olmadan gerçekleşemezdi. Politika ve ticaret dünyasında öyle güçlü bir pozisyona yükseldiler ki bir anlamda Avrupa’nın gizli diktatörleri oluvermişlerdi.
Ünlü Amerikalı Yahudi yazar Hannah Arendt, The Origins of Totalitarianism (Totaliterizmin Kökenleri) adlı kitabında Rothschild’ların gücüne değinirken, 19. yüzyılda pek çok devlet adamının günlüklerine, “yeni bir savaş çıkmayacağını, çünkü Rothschild’ların şimdilik böyle bir şey istemediklerini” yazdıklarına dikkat çekiyor. Arendt, özellikle Tarihçi J. A. Robson’ın Imperialism adlı kitabında yazdığı şu satırları da vurguluyor: “Eğer Rothschild ailesi buna karşı koyarsa, herhangi bir Avrupa ülkesinin ciddi bir savaşa girebileceğine inanan var mı gerçekten?” Arendt, Metternich’in şu tespitini de aktarıyor: “Rothschild ailesinin Fransa devleti üzerindeki etkisi, başka herhangi bir yabancı devletin etkisinden daha fazladır.” Bu, Rothschildlar’ın tek başlarına bir devlet kadar güç elde ettikleri anlamına geliyordu. İşin bir başka ilginç yanı da, Rothschild’ların bu kazançlarının çoğu kez başkalarının yıkımını getirmesiydi… E. C. Knuth, The Empire of the City adlı kitabında, bu konuya dikkat çekerek şöyle diyor: “Şu tartışmanın ötesinde bir gerçektir ki, Rothschild’lar, servetlerini, tarihteki büyük çalkantılar ve büyük savaşlar sırasında, yani başkalarının büyük paralar yitirdiği zamanlarda oluşturdukları bilinmekteydi.”
Gerçekten de, Avrupa ülkelerin içinde bulunduğu savaşlar dolayısıyla meydana gelen ekonomik krizler …Devamını okumak için tıklayınız.
[1] Maide Suresi, 64
[2] Nisa Suresi, 161
[3] Ibıd sh. 108