21 Ekim 2017
Çok Muhterem Diyanet İşleri Başkanımızın yüksek dikkatlerine…
Ülkemizdeki Tarikat ve Cemaatler, resmen ve hukuken yok sayılan, ama fikren ve fiilen oldukça yaygın ve saygın bulunan, sosyal ve doğal Dini oluşumlardır. Kontrol dışı olmaları nedeniyle her türlü istismar ve manipülasyona müsait bu yapılanmalara hem meşruluk hem de sorumluluk kazandıracak tarihi ve talihli bir adıma acilen ihtiyaç vardır ve bu görev ve şeref, Zatı Âlinize ve yüce mevkiinize layıktır.
Hayırlı hizmetleri ve yararlı hedefleri istismar ve suistimal ederek ve dış güçlerin güdümüne girerek DİN VE DEVLET tahribine yönelen FETÖ bahanesiyle, Türkiye’deki bütün Tarikat ve Cemaatlere yönelik topyekûn bir karalama ve hepsinin kökünü kurutma fikir ve faaliyetleri, en az FETÖ kadar tehlikeli bir hal almıştır. Ve hele bir takım Prof. Doç. etiketli ve dini konularda yetkili zannedilen bazı zevatın bu yöndeki talihsiz tavırları, büyük tahribatlara yol açmaktadır. Oysa tarikatlar ve cemaatler; İslam’ın ibadet ve ahlâk esaslarının titizlikle ve manevi otokontrol sistemi içinde yaşanmasını sağlayan ve Kur’an’da tanışma ve dayanışma vesilesi olsun diye “insanların şu’be ve kabilelere ayrıldığı” vurgulanan fıtri (doğal ve sosyal) oluşumlardır.
“Ey insanlar, gerçekten Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle (kolaylıkla) tanışmanız (ve farklı yetenek ve faziletlerinizden yararlanmanız) için sizi (değişik) kavimler ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim ve değerli) sayılanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca (kötülükten sakınma, iyilikte yarışma konusunda) en ileride olan kimselerdir. Şüphesiz Allah (her şeyi hakkıyla) Bilendir, Habir’dir.” (Hucurat: 13)
Evet, Tarikat ve Cemaatler İslam ovalarına, bağçalarına hayat ve huzur suyu taşıyan kanallar konumundadır. Bu kanalların kurutulması, manevi ve ahlâki hayat damarlarının kansız bırakılmasıdır. Ancak bu kanallara zehirli kirlerin ve şeytani fikirlerin karışması da, mensuplarının zehirlenmesine ve FETÖ gibi çok tehlikeli bir tehdit haline gelmesine yol açacaktır. Bu nedenle çağımızın şartlarına ve ihtiyaçlarına uygun olarak Tarikat ve Cemaatlerin yeniden yapılandırılması, resmiyet ve mesuliyet kazandırılması, öğretilerinden sohbet derslerine, gelir giderlerinden sosyal hizmetlerine bütün faaliyetlerinin şeffaf olması ve devlet disiplini ve denetimi altına alınması artık bir zaruret halini almıştır.
Şeyhliğin ŞAH’lık gibi; babadan oğula kalan ve başka sahada başarılı olamayan ve işe yaramayan evlatların geçim vasıtası yapılan bir veraset ve vesayet kurumu olmaktan kurtarılıp, icazet ve liyakat esasına kavuşturulması… Böylece yetkinlik ve resmiyetle beraber, mesuliyet ve sorumlu mezuniyet imkânı da kazandırılması kaçınılmazdır. Aksi halde hem dış odakların hem de fırsatçı ve fesatçı sahtekârların istismar aracı, siyasi ve ticari kazanç kapısı olarak çeşitli tertip ve tahriklere müsait ocaklar konumunda kalacaklardır. Bunun yanında hepsini kapatmak ve yasaklamak sonucu Tarikat ve Cemaatlerin milyonlarca mensuplarını sudan çıkmış balık gibi ortada bırakmak ise, daha büyük tahribat ve travmalara neden olacaktır. Ve bu durum sadece din düşmanlarının işine yarayacak, toplumda derin yaralara ve yıkımlara yol açacak, din devlet barışını bozacak, ahlâki ve ailevi yozlaşmayı hızlandıracak ve toplumu çöküşe hazırlayacaktır. Artık ülkemizde bu denli fiilen ve alenen yürürlükte olan ve bu denli yaygınlık ve saygınlık kazanan bu oluşumların imhası değil ihyası lazımdır ve halâ bunlara resmiyet ve mesuliyet kazandırmamak akla ve vicdana aykırıdır, bu hukuki boşluk ve belirsizlik mutlaka doldurulmalıdır. Bu girişimlere öncülük yapmak, gerekli ve yeterli projeler ortaya koymak, hukuki zemin ve metinlerin hazırlanmasına katkı sunmak ve hükümetin bu yöndeki girişimlerine destek çıkmak ise, herhalde ve herkesten önce Diyanet İşleri Başkanlığı’mızın görevi ve tarihi şerefi olmalıdır. Bu konuda bilgi ve birikim sahibi ilgili zevatın, başta Tarikat ve Tasavvuf ehli ulemanın, İlahiyat Fakülteleri bütün ilgili kurumların ve Hukuk Hocalarının; Tarikat ve Cemaatlerin yeniden yapılandırılması, disiplin ve denetim altında çalıştırılması konularındaki plan ve programlarını Diyanet İşleri Başkanlığı’mıza sunmaları sağlanmalıdır. Biz de Milli Çözüm Ekibi olarak, 1996 yılında, İslam Tarihinde ilk defa Rahmetli Başbakanlarımızdan Prof. Dr. Necmettin Erbakan tarafından Libya Trablus’ta tertip olunan ve bütün İslam ülkelerinden ve cemaatlerden 500 kadar ilgili ve seçkin delegenin katılımıyla ve 4 gün boyunca yapılan Dünya Tasavvuf Kongresi’ne, Hocamız tarafından Türkiye temsilcisi olarak görevlendirilip tebliğ sunanlardan birisi sıfatıyla, yıllardır üzerinde çalıştığımız ve olgunlaştırdığımız; “Toplumda Ahlâki ve Manevi Düzenin Temel Kurum ve Kuralları: Siyasi, Hukuki, İlmi ve İktisadi Düzenle İrtibatları” başlıklı çalışmalarımızı paylaşmaya hazırız.
Osmanlı’da Meşîhat Dairesi ve görev sahası
Meşîhat, Osmanlılarda ilmiye sınıfının ve tarikat erbabının başı ve sadrazamdan sonra devletin ikinci büyük bürokratı olarak kabul edilen Şeyhülislâmların görev yaptığı makama verilen addır. Bu makam ayrıca “Bâb-ı Fetvâ”, “Bâb-ı Meşîhat”, “Şeyhülislâm Kapısı” olarak da anılmıştır. Özellikle Tanzimat Devrinde dinî temellere dayanan bütün müesseselerin idare ve kontrolü Meşîhat Dairesi tarafından yürütülmeye başlanmıştır. Böylece Şeyhülislâm, statü bakımından 19. yüzyılda nâzırlar (bakanlar) ile eşit konuma taşınmış ve hükûmet üyelerinden birisi sayılmıştır. Mithat Paşa’nın 1876’da ilân ettiği Kânun-ı Esasî’nin 27. maddesine göre, diğer nâzırlardan üstün duruma taşınmıştır. 1920 yılına kadar çeşitli zamanlarda yapılan reformlarla bu makam olgunlaştırılmışsa da, Osmanlı Saltanatı 1922’de ortadan kaldırınca, Meşîhat Dairesi de kaldırılmıştı.
İstanbul tekkeleri, Meclis-i Meşâyih’in teşekkülü üzerine bulundukları bölgelere göre tarikat ayırımına gidilmeden önce otuz beş Merkez Tekkeye bağlanmış, 1918 yılından sonra bu sayı on beş merkezle sınırlandırılmıştır. İstanbul’daki on beş merkez tekkenin yanı sıra müstakil merkezler olarak beş mevlevîhâne ile sekiz Nakşibendî tekkesi bulunmaktaydı. Merkez tekke uygulamasının son şekliyle birlikte İstanbul içindeki tekkelerin Meclis-i Meşâyih ile irtibatının; merkez tekkeler aracılığıyla yapılması ve merkez tekkelerin diğer tekkeler üzerinde denetim haklarının bulunması hususları 1334 (1918) tarihli Meclis-i Meşâyih Nizamnâmesi’nin “Merkez Tekâyâ Tâlimatnâmesi” ile sağlanmıştır. Bu tâlimatnâmeye göre her bölgedeki meşâyih kendi merkezinde toplanarak gizli oyla aralarından seçeceği iki şeyhi tekkelerin denetimiyle görevli ve yetkili sayacaktı. Bir merkeze bağlı tekkeler yoklama ilmühaberleriyle sürekli kontrol altında tutulacak ve bu ilmühaberler merkez tekkede saklanacaktı. Yılda bir defa olmak üzere umumi ve tasdikli yoklama cetveli Merkez Şeyhleri tarafından Meclis-i Meşâyih’e sunulacaktı.
Taşra tekkeleriyle ilgili ilk düzenlemeler II. Mahmud devrinde başlamış ve tarikat pîrinin medfun bulunduğu dergâh merkez kabul edilerek, merkez şeyhi kendi tarikatına ait diğer tekkelerin idaresinden sorumlu tutulmuşlardı. 1334 (1918) tarihli Meclis-i Meşâyih Nizamnâmesi ile İstanbul’daki tekkeler merkezlere ayrılıp yeni bir idare kurulunca; taşrada da böyle bir teşkilâtlanma ihtiyacı duyulmuş, şeyhülislâmlığın tesbit ettiği vilâyet, livâ ve kazalarda Encümen-i Meşâyih adıyla müftü başkanlığında iki üyeden oluşan bir kurum oluşturmuşlardı. Ulemâ ve meşâyih arasından gizli oyla seçilen bu iki üye mahallî meşâyih ve iyi hal sahibi kişilerden meydana gelen bir komisyon tarafından seçimle tayin olunmaktaydı. İcazet, hilâfet ve ehliyet usulüyle tevcih edilmekte olan şeyhlik vazifesi, Meclis-i Meşâyih’in kurulmasından sonra doğrudan meclis tarafından kontrol edilmeye başlanmıştır. Bir dergâhın şeyhi vefat ettiği zaman şeyhlik görevinin tevcihi için Meclis-i Meşâyih’e müracaat edilir, müracaat eden kişi şeyhin neslinden ve talebelerinden, halifelerinden ise ve gerekli şartları taşıyorsa tayin yapılırdı. Tekke vakıflarına ait vakfiyelerin (gelir giderlerin) Meclis-i Meşâyih defterlerine kaydolunması, bunların korunması, kontrol ve denetimlerinin yapılması da meclisin görevleri arasındaydı.[1]
Türkiye’deki başlıca TARİKAT ve CEMAATLER ve bunlarla ilgili yaklaşım ve yorumlarımız!
KADİRİ-HAYDARİ tarikatı:
Çağımızın önemli maneviyat kutuplarından ve seçkin gönül erbabından Hacı Haydar Baba Hazretlerince bizzat yaşanıp yaygınlaştırılan, cehri (sesli) zikir yapılan, Kelime-i Tevhid (La ilahe illallah) ve Lafza-i Celal (Allah, Allah…) ismi şerifi huzurla, şuurla ve coşkuyla tekrarlanan bu tarikat Elazığ merkezli olup; Adana, İstanbul, Bursa, Malatya, Bingöl ve Diyarbakır gibi birçok ilimizde dergâhları ve müridanları bulunmaktadır. Haydar Baba Hazretleri döneminde hem itikat ve ibadet konusunda, hem beşeri münasebetler ve ticaret sahasında, hem de siyasi-içtimai tercih ve tarafgirlik hususunda, sadece Allah’ın rızası ve İslam’a bağlılık-yakınlık esas alınmıştır. Çünkü Tarikat ve irşat ehli kimselerce, münasip bir dille, idarecilerin doğru ve yararlı icraatlarını tebrik ve teşvik yanında, yanlış ve zararlı yanlarının da tenkidi yapılmalıdır.
Sonradan: haksızlıkları, yanlışlıkları ve Dinimize-değerlerimize aykırılıkları belli olan bir partinin yan kuruluşu gibi taraftarlığa ve reklamcılığa soyunmak şeklindeki vahim hataları dışında; her konuda İslami esaslara ve tasavvufi kurallara sahip ve saygılı, ibadet ve istikamete samimi bir gayretle bağlı, zikir ve fikir erbabı olan bu tarikatın çok daha yaygın ve yararlı hizmetler sunması sağlanmalıdır. Rahmetullah HAYDAR BABA döneminde, bölgedeki önemli medrese âlimlerinin bu irşat halkasına katılması da bu amaçlıdır.
Nakşibendî Yahyalı Cemaati (Kayseri)
Kayseri merkezli olup Nakşibendî tarikatının Anadolu’daki en önemli kolları arasındadır. İsmini Yahyalılı Hacı Hasan Efendi’den almaktadır. Şimdi şeyh postuna oturan Ramazan Dinç Hocaefendi, Hacı Hasan Efendi’nin evladıdır. Cemaat Kayseri’deki sanayi gelişimine paralel olarak hızla yaygınlaşmıştır. Müritleri arasında Kayseri’nin önde gelen işadamları da bulunmaktadır. Bu tarikat Rahmetullah Şeyh Esad Erbilli ve Şeyh Mahmut Sami Ramazanoğlu Hazretlerinin bir kolu ve devamıdır. Çıkış sebebi ve zihniyeti de, dini gayret ve hizmet ciddiyeti de Edille-i Şer’iyye’ye (Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas gibi İslami ölçülere) ve sağlam tasavvufi geleneğe bağlı olan bu tarikatın mensupları, genellikle ibadet ve istikamet ehli insanlardır.
Kamuoyunda Yahyalı Cemaati olarak tanınan ve kanaat önderliğini Ali Ramazan Dinç Hocaefendi’nin yaptığı Safa Vakfı Grubu’ndan 7 Haziran genel seçimleri için hükümete destek çağrısı çıkmıştı. Konuyla ilgili olarak aynen şu açıklama yayınlanmıştı:[2]
“RESMİ AÇIKLAMADIR…
Lazımdır yanlışı düzeltmek için beraberlik. Yanlışsak, yanlışımızı düzelttirmek için efdaldir beraberlik. Biz AK Parti’deyiz, AK Parti bizde. Ülkemizin ve bütün dünyanın sulhuna vesile olmak için AK Parti’de bütünleşmeye davet ediyorum ihvanı kiramımızı. Ulaşabildiğiniz her bir şahsa bu emri duyurunuz.
Hizmetkârınız Ali Ramazan Dinç Efendi”
Oysa, geçmişinde Kur’an ve Sünnet kaynaklı Adalet Nizamı şuuruna ve CİHAD (Hak Nizamı kurma) sorumluluğuna sahip bir cemaatin, en fazla; “Biz AKP iktidarının şu şu yararlı ve başarılı adımlarını destekleyip dua ediyor, ama İslam’a ve insafa aykırı şu şu icraatlarını da kınıyor ve düzeltilmesi için uyarıyoruz!” şeklinde bir mesaj yayınlaması beklenirken; AB yönlü, ABD güdümlü, faiz, fuhuş ve kumar yürütücüsü kadrolara kayıtsız şartsız destek açıklaması, hem şeriat esaslarına, hem tarikat misyonuna aykırıydı; ve İhlasla bağdaşmayan bir yaklaşımdı…
Zaten doğru ve olumlu temeller üzerine kurulan, kutlu ve nurlu hedefler ve hizmetler amaçlayan bu tarikatın, müttaki ve müstakim mensuplarıyla, çok daha hayırlı hizmetler için manevi bir merkez konumuna taşınması umulmaktadır.
İsmailağa Cemaati (İstanbul Merkezli)
Kurucusu sayılan Ebuishak İsmail Efendi, 1723’te Fatih’te kendi adını taşıyan camiyi yaptırdı. Ölümünden sonra cemaati tarikat yoluna bağlandı. Şeyh Batumlu Ali Haydar Efendi, 1960’ta ölene kadar lideri konumundaydı. Görevi İsmail Ağa Camii imamı Mahmut Ustaosmanoğlu devraldı. Cemaat İstanbul’un merkezi Fatih’te, Türkiye’nin en dikkat çeken İslami gettosunu oluşturmayı başardı. Sarık, şalvar ve cübbeli giyimleriyle diğer Nakşibendî gruplarından ayrılmaktadır. İsmailağa Cemaati, Ustaosmanoğlu’nun kökeni nedeniyle İslami gruplar içinde “Oflular” olarak da tanınmaktadır. İsmailağa cemaati özünde tasavvufi bir cemaat olup, tarikatı ilim kanadı ile takviye eden bir cemaattir. Cemaatin lideri muhterem Mahmud Ustaosmanoğlu Hocadır. Cemaat arasında “Efendi Hazretleri” veya “Mahmud Efendi” olarak anılır. Kendisi altın silsilenin 36. altın halkası sayılır. Osmanlı dersiamlarından Ahıskalı Ali Haydar Efendi’nin 1960 yılındaki vefatı ve vasiyeti üzerine Nakşibendî Tarikatı ve Halidiyye kolunun bu silsilesinin 36. altın halkası olmuşlardır. Mahmud Efendi Hazretleri şeriat kurallarına, ilme ait yapıya ve tasavvufa bağlılığı ve sünnet-i seniyye’nin ihyası hususunda gayretleri ile bütün İslam âleminin dikkatini çekmiş, takdir ve tebriklerini almıştır. En zor şartlarda bile İslam’ı tebliğ ve halkı irşada ve şer-i ilimleri ihyaya çalışması hayırlı sonuçlara yol açmıştır.
Yüce Dinimiz, altını gösterecek kadar şeffaf ve vücut kıvrımlarını belli edecek kadar dar olmamak şartıyla, özellikle kadınların örtünmesi öngörülen tesettür emrinde: kılık kıyafetin ve özellikle dış elbise’nin biçimini, rengini, desenini zaman ve ortamın ihtiyaçlarına, coğrafi ve ekonomik şartlara, sosyal ve kültürel standartlara bırakmış… İlle de siyah çarşaf, sarık, cübbe, şalvar gibi mecburiyetler koşmamıştır. Ancak belki bir fazilet makamında sayılabilecek çarşaf ve cübbe gibi giyim-kuşamları, sanki bir farziyet makamında tutarak; farklılık fantezisine ve takva gösterisine kapılmaları… Kendi mensuplarını bir üstünlük duygusuyla tatmin ederken büyük halk tabanlarının ürkütülmesi ve nefretlerin celbedilmesi şeklindeki aşırı taklitçilik ve şekilcilik takıntıları… Kendileri dışındaki Müslümanları horlamaları ve tepeden bakmaları… Tarikat mensubu bazı Hoca’ların şöhret ve servet sahibi olunca, şaşırmışlık, haddini aşmışlık ve şımarıklık tavırları… Hatta kıskançlık damarı ve rekabet hırsıyla birbirlerine sataşıp saldırmaları, öyle ki Beytullah çevresinde ve Umre ziyaretinde bile yumruklu sopalı kavgalara tutuşmaları… Birtakım istismarcı fırsatçıların tarikat bağlılarının sırtından bir rant ve sömürü saltanatı kurma çabaları… Ve maalesef vekil-yetkili sıfatıyla bazılarının, tarikat mensuplarının oylarını siyasi partilerle pazarlık konusu yapmaları… gibi çirkin ve tehlikeli davranışları önleyecek tedbirlerin alınması durumunda, İsmailağa Cemaati yüzbinlerce insana hidayet ve istikamet yolunu gösteren hayırlı bir yapılanmadır.
Menzil Tarikatı
Nakşibendî Tarikatı’nın Menzil Kolu adını Adıyaman’ın Menzil köyünden almıştır. Cemaatin en ünlü ismi, uğradığı zehirli iğne saldırısından bir süre sonra hayatını kaybeden Şeyh Raşit Erol olmaktadır. Şeyh postunda şimdi kardeşi Abdülbaki Erol oturmaktadır. Şeyh adaylarından Fevzettin Erol ise şimdilik cemaatin Ankara ve Afyon örgütlenmesinin başındadır. Menzilcilerin Ankara çevresi “Semerkant Grubu” olarak da adlandırılır. Fevzettin Erol, yılın bir bölümünde Afyon’daki merkezde yaşamaktadır. Cemaat ekonomik gücünü özellikle kendilerine derviş adını veren müritlerin kurduğu şirketlerin belediyelerden aldığı ihalelerle arttırmışlardır. Rahmetullah Raşit Erol Hazretlerinin “İmanı kurtarmanın ve pekiştirmenin kâfi olduğu bir devir yaşıyoruz” anlayışıyla hareket eden cemaatin Adıyaman Menzil ve Ankara merkezleri özellikle alkol bağımlılığından kurtulmak isteyen kişilerin ilgi odağıdır. Bakanların ve yüksek bürokratların bir kısmı bu tarikata bağlıdır, özellikle Adalet, İçişleri ve Sağlık Bakanlıklarında yoğunlaşmışlardır. Ordu içerisinde yine Menzilci askerlerin güçlü oldukları ve el altından kadrolaştıkları konuşulmaktadır.
Fetullahçılardan boşalan kadrolara Menzil’e mensup bürokratların sızmaya başladığı iddiaları yaygınlaşmıştır. Adıyaman’da bir köyden ismini alan Menzil Tarikatı, Nakşibendîliğin bir uzantısıdır. Radyo istasyonları, TV kanalları, dergileri bulunmaktadır. Menzil Tarikatı’nın sağlık alanında yoğunlaşmasında önde gelen birçok tarikat mensubunun, doktor kökenli olmasından kaynaklanmaktadır. Bunların başında, 2013 yılında hayatını kaybeden Menzil Tarikatı’nın önde gelen isimlerinden Dr. Ahmet Çağıl sayılmaktadır. Menzil Tarikatı’nın lideri Muhammed Raşit Erol ile yakın ilişkileri olan Ahmet Çağıl’ın 2013 yılındaki cenaze törenine Sağlık Bakanı Recep Akdağ da katılmışlardır. Recep Akdağ’ın tekrar Sağlık Bakanı olması sonrası yaşanan ‘müsteşar krizi’ninde Menzil Tarikatı çerçevesinde gündeme gelen bir konu olduğu iddiaları dolaşmaktadır. Menzil Tarikatı ile ilgisi bulunmadığı belirtilen Mehmet Müezzinoğlu’nun Sağlık Bakanlığından alınmasının ardından tekrar Sağlık Bakanı olan Recep Akdağ’ın, ilk iş olarak Müsteşar Eyüp Gümüş’ün istifasını istediği, bunun üzerine Eyüp Gümüş’ün konuyu Saray’a taşıdığı kulislere sızmıştır.
Şeyhlerine, Hazreti Resulullah’ın, Hatta Cenabı Hakkın sıfatlarının ve icraatlarının yakıştırılması… Bu tarikata mensup olanların kabir suali ve mahşer hesabı vermeden, Şeyhleri tarafından sırattan geçirilip cennete ulaştırılacağı iddiaları… Oldukça zararlı ve adaba aykırı olan sigaranın mübarek bir ikram gibi birbirlerine sunulması ve yaygın biçimde kullanılması… İlim ve irfana önem verilmeyip, keramet hikâyeleri ve kulaktan dolma rivayetlerle müritlerin oyalanması gibi yanlışlıklardan kurtarılması, mensuplarının doğru bilgiler ve olumlu öğretilerle donatılması durumunda; özellikle sade vatandaşların içki ve kumar kötü alışkanlıklardan uzaklaşıp hayra ve güzel ahlâka alıştırılması… Ve böylece toplumda genel huzur ortamının sağlanması konusunda önemli hizmetler sunacak hazır bir yapılanmadır.
Bakınız; Menzil Tarikatının Şeyhlerinin ve Gavslarının kitaplarında şunlar anlatılmaktadır:
Gavs-ı Bilvânisî Hazretleri bize öyle anlatmıştı:
“Bir kimse, günde en fazla yetmiş defa, en az yirmi beş defa Resûlullah Efendimiz’i (S.A.V) görüp de ondan aldığı emre göre hareket etmezse; o insan kimseyi irşad etmeye kalkışmasın ve mürşidlik yapmasın. Çıksın dağ başında eşkıyalık yapsın. O zaman Müslümanlara daha az zarar vermiş olacaktır!”
Bu tür asılsız iddialar, Şeyhlerin hâşâ Peygamber makamına taşınmasına, hatta tanrılaştırılmasına yol açacaktır. Hatırlayınız Fetullah Gülen de bu tür safsata ve sahtekârlıklarla bağlılarını saptırmıştı. Böylesine aldatılan ve körü körüne kendilerine bağlanılan kalabalıklar, uzaktan kumandalı robotlara çevrilip, kışkırtılıp kullanılmaya müsait hale sokulmaktadır.
“Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım” (Nahl: 98)
“De ki: “Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka kimse bilemez! (Bazı nebilere ve seçkin kimselere gayp ilminden çok cüz’i şeylerin haber verilmesi de bu gerçeği değiştirmez.) Onlar ne zaman (ölüp) dirileceklerini de bilemezler.” (Neml: 65)
“De ki: “Size Allah’ın hazineleri benim yanımdadır demiyorum ve ben gaybı da bilmem! Ben size, bir meleğim de demiyorum. Ben ancak, bana vahyolunana uyuyorum.” De ki: “Kör ile gören bir olur mu? Hiç düşünmüyor musunuz?” (Enam: 50)
“Siz bir şeyi açığa vursanız da gizleseniz de, biliniz ki (sadece) Allah her şeyi bilir.” (Ahzab: 54)
“O, gözlerin hain bakışını ve göğüslerin (zihinlerin) gizlediğini (her şeyi ayrıntılarıyla) bilir.” (Mü’min: 19) ayetleri bu safsata ve sapkınlıklara karşı mü’minleri uyarmaktadır.
Reyhanîler (İzmir)
Nakşibendî Halidi Kolu Erzincan Şubesi’nin devamıdır. Önceki üstadları ve altın silsilenin 38. halkası sayılan Abdurrahim Reyhan Erzincan’i Hazretlerinin isminden dolayı Reyhaniler olarak da adlandırılır. Abdurrahim Reyhanî Hazretleri Atasay kuyumculuğun sahibi olan şahsın başarılarının manevi destekçisi olduğu bilinen zattır. Rahmetli Erbakan Hoca ile Alparslan Türkeş’in seçim ittifakı yapması için dua ve temennide bulunmuşlardır. Şu anki Şeyhi 1960 doğumlu olan Hüseyin Avni Reyhanî Efendi olmaktadır. Tarikatın mensubu sayısının çok fazla olduğu söylense de Türkiye’deki diğer tarikatlar kadar meşhur olmamıştır. Gösteriş ve reklamdan hoşlanmayan bir cemaattir. Mensuplarının birçoğu Ordu mensubu olduğu ve Bürokraside Etkin kademelerde bulunduğu idiaları yaygındır. Eski Başbakan Davutoğlu ve mevcut Başbakan Binali Yıldırım Tekke’nin ziyaretine gelenler arasındadır. Binali Yıldırım’ın kardeşleri ve eşi de bu tarikatın bağlıları olduğu konuşulmaktadır. Şeyh Efendi’nin 15 Temmuz’da tüm mensuplarını meydanlara yönlendirdiği anlatılmaktadır. Geçici iktidar cazibesine kapılıp, şeriat ve tarikatın temel amaçlarından uzaklaşma tehlikesine dikkat edilirse, çok kalıcı ve kapsayıcı hizmetlere vesile olunacaktır.
Erenköy Cemaati (İstanbul-Konya-Ankara)
Kökleri Kelami Dergâhı’na ve şeyhi Erbilli Mehmet Esat’a dayanmaktadır. Rahmetullah Mehmet Esat Efendi, tekkeler kapatılınca Erbil’deki arazilerini satıp, İstanbul’a taşınmış, Erenköy’de bir köşk alıp, cemaatin temellerini atmıştır. Menemen Ayaklanması’na karıştığı ithamıyla, haksız ve dayanaksız iddialarla gözaltındayken rahatsızlanıp bu fani ve fena dünyadan ayrılmıştır. Erenköy Cemaati, Mehmet Esat’ın halifesi Mahmud Sami Ramazanoğlu’nca yapılandırılmıştır. Nakşibendî geleneği içinde, esnaf ve işadamlarının kolu olarak tanınır. Sami Ramazanoğlu Hocaefendinin ardından cemaatin dini sorumluluğunu Rahmetli Musa Topbaş almıştır. Onun ölümüyle yerine oğlu atanmıştır. Zaten Sami Efendiden sonra Konya’da yaşayan Tahir Büyükkörükçü de öne çıkmıştı. Şeyh postuna Tahir Büyükkörükçü Hocanın oturduğuna inananlar vardır. Erenköy Cemaati’nin Ankara örgütlenmesini ise Muradiye Vakfı yürütüyor durumdadır.
İskenderpaşa Cemaati (İstanbul-Ankara)
Geçmişi 1800’lü yıllara, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi’ne uzanmaktadır. Rahmetullah Mehmet Zahit Kotku Hz.leri şeyhlik postuna oturduktan sonra, görev yaptığı İskenderpaşa Camii tarikatı olarak anılmıştır. Bu zatın ölümünden sonra liderliğe geçen damadı Prof. Esad Coşan da 2001 Şubat’ında Avustralya’da trafik kazasında ölünce Post oğlu Nurettin Coşan’a kalmıştır. Esat Coşan, tarikatı kurduğu vakıflar sayesinde yaygınlaştırmıştır. Bunların en etkini Hakyol Vakfıdır. İlim Kültür ve Sanat Vakfı ile Sağlık Vakfı da ... Devamını okumak için tıklayınız.
[1] Bak: TDV İslam Ansiklopedisi, cilt: 28; sayfa: 248
[2] Bak: 05.06.2015, bütün gazeteler