25 Kasım 2017
Haçlı AB yasalarıyla toplumun temel taşı aile yuvamızın altına dinamit koyulmaktaydı!
AB’ye girme sevdasına yuvalarımız yıkılmaktaydı! Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde hayata geçirilen 6284 Sayılı Kanun ile Türk aile ve geleneklerinin altı oyulmaktaydı. Batı’dan ısmarlama bu kanun, adeta barışmak isteyen evli çiftlere dahi ceza yağdırmaktaydı. Hem Yüce Dinimizin hem de milli birliğimizin en hassas olduğu konuların başında sayılan ve toplumsal ahlakın önemli yapı taşlarından birini oluşturan aile kurumunun dibine, Avrupa Birliği uğruna getirilen 6284 sayılı kanunla adeta dinamit koyulmaktaydı. Toplumumuzu, Batı toplumlarından ayıran en önemli unsur olan güçlü aile yapısı, AB uğruna yok edilmeye çalışılmaktaydı. Uyum yasaları sebebiyle hayata geçirilen bu kanun, 2012 yılından bu yana birçok yuvayı da dağıtmış durumdaydı.
Erkeği uzaklaştırma kararıyla herkes kendi dünyasına ve nefsi hevasına atılmaktaydı!
İstanbul Aile Danışmanları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Zafer Avcılar, Milli Gazete’ye yaptığı açıklamada aileye rehabilitasyon desteği yapılmadığını ve bunun kanunda boşluk bırakıldığını vurgulamıştı. Avcılar, “Aile bütünlüğünün korunması için aile danışmanlığı kurumunun güçlendirilmesi lazımdır. Danışmanlar bu süreçlerde aktif olarak rol almalıdır. Hâkim uzaklaştırma verdiği süreçte danışmanlara görev vermeli ki aile yeniden güçlenebilsin ve toparlansın. Uzaklaştırma veriliyor, herkes kendi dünyasına gidiyor ve boşanma artıyor. Bana göre boşluk burada. Ek bir karara ihtiyaç var. Çiftler psiko-sosyal destek almalı.” ifadelerini kullanmıştı.
Bu yasa boşanmaya odaklıydı!
Aileyi Koruma ve Destekleme Derneği Başkan Yardımcısı Yasemin Çoban ise yaptığı açıklamada yasanın Türkiye’ye uygun olmadığını belirterek, “Bu yasa Türkiye’ye göre hazırlanmış bir yasa değildir. Avrupa’ya uygun olabilir. Her ülkenin kendi sorunlarına kendi iç dinamiklerine, ilkelerine göre çözüm üretilir. Bizim aile yapımıza uygun bir yasa değildir. Bizim aile yapımız büyüklerin yönlendirdiği, akrabaların, arkadaşların dostların yardımcı olduğu bir yapıdır. Batı’da ise sadece kurumlar sorun çözücü.” dedi. Çoban, “Hâkimlerin verdiği uzaklaştırma cezası aileyi olumsuz etkiliyor. Bizim yapımıza göre akrabalar, dostlar, arkadaşlar devreye girer çoğunlukla sorun çözülür, evlilik devam eder. Fakat kanunda bu ara çözüm yolu yer almamıştır. Bu yasa daha çok boşanmaya odaklıdır. Ailelerin boşanmaya değil barışmaya, çözüme odaklı yollara yönlendirilmesi lazımdır. Kadın cinayetlerinin bu yasaya doğrudan sebep olarak gösterilmesi yanlıştır. Eşlerini öldüren erkekler genellikle ruhsal sorunları olan, uyuşturucu veya alkol bağımlısı olan insanlardır. Bu sorunlar çözülmeden cinayetler de önlenemez. Yasa da önleyemedi zaten.” diye uyarmıştı.
Basına yansıyan haberlere göre:
Hiçbir şiddet içermeyen ufak bir tartışmada, inceleme yapılmadan 6 ay uzaklaştırma cezası alan çift, tekrar konuşmak için bir araya geldiklerinde 10 günlük hapis cezasına çarptırılmıştı. Uzaklaştırma cezası alan kişi, eşine barışma niyetiyle çiçek göndermek istedi fakat kanuna takıldı ve kişiye, herhangi bir şekilde iletişim kurmasının yasak olduğu hatırlatıldı. Hanımı için hediye yaptırarak uzlaşmaya giden eş gözaltına alınarak 6284 nedeni ile zorlama hapsine maruz kalmıştı. Eşi ile barışmak isteyen kişinin ona yaklaştığı iddiasıyla ve 6284 sayılı kanunun dayatmasıyla gözaltı muamelesine maruz bırakılması ailenin kurtarılması adına bütün barış adımlarına engel olmaktaydı.[1]
Sanki aileyi dağıtma yasasıydı!
İktidar, AB’ye uyum sağlamak için kendi değerlerini yıkmaktaydı. Avrupa standartları baz alınarak hazırlanan 6284 sayılı kanun, aile yapımızı temelden sarsmaktaydı. Kanunun sağladığı psikolojik şiddet hakkı kapsamında; kadın, kocasını dayak, yaralama gibi bir fiziksel şiddet olmamasına rağmen evden attıracaktı. Eşlerin kanunu her tartışmada sopa gibi kullanması, boşanmalara ve cinayetlere sebep olmaktaydı. Söylemlerde millilik naraları atan ve dindarlık taslayan, icraatlarda ise Avrupa çizgisinden çıkamayan Türkiye, rol modeli batı gibi aile yapısını tehlikeye atmaktaydı. Oysa AB’de evlilik dışı ilişkiler çoğalmakta ve kanunlar, “evlilik”e göre değil, “birliktelik”e göre yapılmaktaydı. Doğan her iki çocuktan biri evlilik dışı ilişkiden doğmaktaydı. Bunun yanı sıra insanlar, çocuk sahibi olmak yerine kedi, köpekleri “evlat” edinip yozlaşmaktaydı. AB’de tablo böyle iken Türkiye, aile yapısını batıya entegre etmeye çalışmaktaydı. Avrupa standartları örnek alınarak hazırlanan 6284 sayılı kanun, Türk aile yapısını parçalayacaktı. Kanunu sopa niyetine kullanan eşler, kendilerini boşanmanın eşiğinde bulacaktı.
Avrupa’da aile kalmamıştı!
OECD tarafından yayımlanan istatistiklere göre, evlilik dışı doğum oranları 1970’li yılların başında OECD ülkelerinde ortalama %10’un altında seyrederken, 1995’te %24’e, 2014’te ise %40,5’e yükselmiş durumdaydı. AB istatistik ofisi Eurostat’ın yayımlamış olduğu verilere göre ise AB ülkelerinde 1964 yılında 3,3 milyon evlilik gerçekleşirken bu sayının 2014 yılında 2,1 milyona gerilediği ortaya çıkmıştı. Aynı zaman diliminde boşanan çiftlerin sayısının ise 330 binden 1 milyona yükseldiği anlaşılmıştı.
“Aileyi bir arada tutmaya yönelik adımlar atmalıyız”
Psikolog Dr. Bora Küçükyazıcı: “Öncelikli olarak, bizler depresyonu tüm dünyada birincil nedenin işsizlik ve ekonomik sorunlar sebebiyle oluştuğunu biliyoruz. Bu nedenle aile bireyleri eğer ekonomik buhranın içerisindeyse siz o kişilerin aile kavramı oluşturmasını bekleyemezsiniz. Avrupa’da uygulanan aile sistemi bizim kültürümüzle hem de aile yapımızla uyuşmadığı için aile yapımıza uygulamaya geçirilmesi kabul edilir durum değildir. Bu nedenle kişileri yasalarla değil, aile yapısını ayakta tutacak manevi duygular verilmesi gerekiyor. Ceza verilerek ya da aileyi dağıtarak bir yere varılmaz. Biz aileyi bir arada tutmaya yönelik adımlar atmalıyız” uyarılarını yapmıştı.
Porno filmlerine erişim kolaylığı, ahlaksızlığı ve cinsi sapıklığı körükleyen TV dizilerinin yaygınlaşması, eşcinselliğin meşrulaştırılması, çok küçük yaşlardan itibaren cep telefonuyla sosyal medya kullanımının çoğalması; maalesef kız ve erkek çocuk tacizlerini, hatta aile içi ensest ilişkileri hızla artırmaktaydı.
Örneğin: Erzurum’da, ablasının 23 yaşındaki kızına tecavüz ederek hamile bırakan, dünyaya getirdiği çocuğun babası olduğu DNA raporu ile saptanan Muş’un Malazgirt ilçesinde görevli imam, 2 çocuk babası 41 yaşındaki A. İ. tutuklanmıştı. İmamlık gibi kutsal bir mesleği icra eden bu iğrenç adamın savunması ise çok daha aşağılıktı. A. İ. “Uyurken odama girmiş. Rızam dışında ilişkiye girmiş. Asıl ben ondan şikâyetçiyim” demekten utanmamıştı.
Halâ: “Batı’dan kopmadık, kopmayacağız!” edebiyatı.
Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek halâ; “Ne AB’nin Türkiye’den, ne de Türkiye’nin AB’den vazgeçtiğini” söyleyerek, “Batıdan kopmadık, kopmayacağız” açıklamasını yapmaktaydı. Mehmet Şimşek, “İnsani Finans” temasıyla düzenlenen Küresel Katılım Finans Zirvesi’nin (Global Participation Finance Summit-GPAS Istanbul) açılışında yaptığı konuşmada: “AB ile ilişkilerin dondurulacağı, ilişkilerin kesileceği” yönünde iddialar olduğunu, ancak AB’nin Türkiye’den, Türkiye’nin AB’den vazgeçemediğini, vazgeçemeyeceğini vurgulamıştı.
Yandaş yazarların tutarsızlığı!
“Aile içindeki huzursuzlukları, para kazanma aracı olarak gören (fırsatçılar)… Kendi egolarını tatmin etmek için, en kral avukatı tutarak, eşine ders verme amacı taşıyan, psikolojik rahatsızlık yaşayanlar… Çocukları anne/babasına göstermeyerek, küçücük bebelerin anne veya babası ile ilişki kurmasını engellemekten gurur duyan manyaklar… “Hayat benim değil mi? İster doğururum, ister düşürürüm” diyerek, ailenin anlamını idrakten aciz çatlaklar… Bugünlerde televizyon ekranlarında boy gösteren, “Bu hükümet, arabuluculuk yasası ile, her konuda iş alanımızı daraltıyor… İşçi-işveren davasında da bu… Aile içi davalarda da bu… Adım adım, avukatlık tasfiye ediliyor” diyerek, insanların birbiri ile mahkemelik olmasından zevk duyan zırvacılar…
Maalesef bu ülkede aile ile ilgili kanunlarda geçmiş dönemde söz sahibi oldukları için, bugün aileler, büyük bir travma yaşıyor… Özellikle 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ve bu kanunun uygulanmasında öyle absürt olaylarla karşılaşıyoruz ki, eminim somut olaylar masaya yatırılsa ve bunlar kamuoyu ile paylaşılsa… Hepimiz ağzı açık “Yanlış olmalı… Mümkün değil… Olamaz, doğru değildir” demek zorunda kalırız.
Kocasından korumak için, sığınma evine konulan kadının, kendi anne babasından da kaçırılması örneği mi dersiniz… Öz anne-babasının evine yakın bir yerde oturan, ancak eşi ile tartışması olduğu için uzaklaştırma cezası aldığından, yardıma muhtaç anne-babasının yanına yaklaşamayan insanlar mı dersiniz… Onlarca, yüzlerce, binlerce içler acısı olay… Somut olayları bir kenara bırakıp kanunun mantığına bakalım… 6284 sayılı kanunun, 3. maddesinden örnek vereyim… Bakın, aile içi tartışmalardan para kazanmayı düşünecek kadar çakallaşan, arabuluculuk sistemi gelecek diye ödü kopan namussuzların baskısı ile çıkartılan kanunda, aile içi kavgalar nasıl körükleniyor…
“Mülkî amir tarafından verilecek koruyucu tedbir kararları” başlığı ile… “Bu Kanun kapsamında korunan kişilerle ilgili olarak aşağıdaki tedbirlerden birine, birkaçına veya uygun görülecek benzer tedbirlere mülkî amir tarafından karar verilebilir:” deniliyor… Ve ilk tedbir şöyle belirtiliyor: “Kendisine ve gerekiyorsa beraberindeki çocuklara, bulunduğu yerde veya başka bir yerde uygun barınma yeri sağlanması.” Eyvallah…
İkinci yardım da şu: “Diğer kanunlar kapsamında yapılacak yardımlar saklı kalmak üzere, geçici maddi yardım yapılması.”
Devam ediyoruz, maddeye: “Psikolojik, meslekî, hukukî ve sosyal bakımdan rehberlik ve danışmanlık hizmeti verilmesi…”
Sonrasında; “Hayatî tehlikesinin bulunması hâlinde, ilgilinin talebi üzerine veya resen geçici koruma altına alınması. Gerekli olması hâlinde, korunan kişinin çocukları varsa çalışma yaşamına katılımını desteklemek üzere dört ay, kişinin çalışması hâlinde ise iki aylık süre ile sınırlı olmak kaydıyla, on altı yaşından büyükler için her yıl belirlenen aylık net asgari ücret tutarının yarısını geçmemek ve belgelendirilmek kaydıyla Bakanlık bütçesinin ilgili tertibinden karşılanmak suretiyle kreş imkânının sağlanması.”
Bu kadar tedbirleri kanunla düzenlediniz de… Peki, ailenin kurtulması, yürümesi için aldığınız tedbirler nerede, sayın kanun düzenleyicileri?” diyen yandaş ve dindar, Yeni Akit yazarı Ali Karahasanoğlu’nun sahtekârlığına bakın, muhalefet ağzıyla konuşuyor, ama halâ aile yuvamızı ve ahlaki yapımızı dinamitleyen bu iktidarı savunuyordu!
Hiçbir dönemde ahlaki ve ailevi yapı bu denli sarsılmamıştı!
Komşusuyla gizli ve kirli ilişkisini yakalayan oğlunu öldüren cani kadın ve suç ortağı yakalanmıştı. Sakarya’nın Karasu ilçesinde komşusuyla kendisini yatakta yakalayan oğlunu öldüren hain ve cani anne ile sevgilisi adliyeye çıkarılmıştı. Şehvet artırıcı ahlaksız yayınların artması, inanç temellerinin giderek zayıflaması, AB uyum yasaları kılıflı zinayı kolaylaştıran hatta cezasını kaldıran kanunların çıkarılması toplumun temeltaşı aile yuvasını derinden sarsmaya başlamıştı. Görünüşte dindarlık taslayarak, gerçekte ise din istismarı yaparak iktidara taşınan; ama içten içe İslami ve insani değerleri hızla yozlaştıran bir süreç yaşanmaktaydı.
Afyonkarahisar’da 13 yaşındaki ilkokul öğrencisi, 11 yaşındaki sınıf arkadaşına tecavüz edince, karın ağrısı çeken kızın hastanede hamile olduğu anlaşılmıştı. Karın ağrısı şikayetiyle hastaneye götürülen 11 yaşındaki kız çocuğu, 2.5 aylık hamile çıkmıştı. Savcılığın talimatıyla çocuğa kürtaj yapılmış ve korumaya alınmıştı. Küçük kız ifadesinde aynı sınıfta okuyan 13 yaşındaki sınıf arkadaşının kendisine cinsel istismarda bulunduğunu anlatmıştı. Star TV’nin haberine göre, inanılmaz olay 7 Kasımda Afyonkarahisar’da yaşanmıştı. Ortaokul öğrencisi 11 yaşındaki kız çocuğu karın ağrısı şikâyetiyle annesi tarafından devlet hastanesine götürülünce yapılan kontrollerde 11 yaşındaki kızın 2,5 aylık hamile olduğu saptanmıştı. Hastane yönetimi durumu savcılığa bildirmiş, Savcılık kararıyla kıza kürtaj yapılmıştı. Daha sonra küçük kız korumaya alınmıştı. (24.11.2017)
Evet, şehvet azgınlığı artık ilkokul seviyesine inmiş durumdaydı. Gayet kolay ulaşılan hatta cep telefonlarında taşınan porno filmleri, şehveti tahrik ve teşvik edici TV dizileri ve ilkokul çocuklarının bile sosyal medya erişim ve iletişimleri neslimizi yozlaştırmakta, geleceğimizi karartmaktaydı.
Türkiye Yüzme Federasyonu; Balkan Gençler Şampiyonası için Bulgaristan’a 41 kişilik kafile yollanmıştı. 12 antranör, 29 sporcunun bulunduğu kafilede, tek bir yönetici bile yer almamıştı. Gündüz madalya kazanan 17-18 yaşındaki gençlerimiz, akşam ise ‘casino’da çeşitli çılgınlıklara başlamıştı. Yöneticinin olmadığı Sofya’da; gençlerimizin önlerinde kumar makineleri, ellerinde içki kadehleriyle Başıboş bırakılan gençler, hatıra olsun diye çektirdikleri fotoğrafı sosyal medyada paylaşmıştı. Acaba dindar AKP iktidarının Spor bakanlığı ve Yüzme federasyonu sorumluları bu rezaleti nasıl savunacaklardı?
Şimdi asıl gelelim Esra Erol’da programındaki çarpıcı “bebek ticareti” konusuna: Esra Erol’daki itiraf ve ithamlardan sonra yer yerinden oynamalıydı, ama hayret bu tepkisizlik ve ilgisizlik nasıl okunmalıydı?..
Adana’da 1984 yılında Meydan Hastanesi’nde doğan ve doğduğu gün evlatlık alınan Reşit Ongun, aylardır Esra Erol’un TV programına çıkarak biyolojik annesini aramaktaydı. Geçtiğimiz günlerde aynı Meydan Hastanesi’nde çocuklarını kaybeden birçok aileye DNA testi yapılmış ve DNA testi iki aile için olumsuz sonuçlanmıştı. Bu süreçte “Esra Erol’da” programına yüzlerce başvuru yapılmış ve aynı hastanede doğan bebeklerinin gerçek ailelerine “çocuğunuz öldü” denilerek başka ailelere satıldığı ve o ismin yine Leyla Atay olduğu ortaya atılmıştı. Reşit’i büyüten anne Kerime Hanım da; Leyla Atay ile birlikte Reşit’i hastaneden beraber çıkardıklarını söyleyip durmaktaydı. Yayına bağlanan ve bilgiler aktaran kişiler, doğum evinden çalınan çocukların hepsinin ardından çıkan ismin Leyla Atay olduğunu vurgulamışlardı. Hastanede öldü denilen bebeklerin hangi ailelere verildikleri ise ancak Leyla Atay isimli kişinin ortaya çıkarılması ile aydınlatılacaktı. Türkiye haftalardır Leyla Atay’ı konuşmakta ama o bir türlü ortaya çıkmamaktaydı. Peki, Leyla Atay nerede saklanmaktaydı ve niye halâ soruşturma açılmamış ve yakalanmamıştı? Adana Meydan Hastanesi’nde o yıllarda ne haltlar karıştırılmıştı? Bunların soruşturma kapsamında aydınlatılması niye savsaklanmaktaydı? Leyla Atay’ın bugün halâ bir özel poliklinikte çalıştığına dair bazı duyumlar da yayıncı kuruluşa kadar ulaşmıştı.
Şimdi şu sorular kafaları kurcalamakta, vicdanları sızlatmakta ve elbette yanıtları aranmaktaydı:
1- Bunca feryadı, iddiayı ve çok ciddi ithamları, “ihbar” kabul etmesi gereken savcılar harekete geçmek için daha neyi bekliyordu?
2- Adana Valiliği’nden, İl Sağlık Müdürlüğü’nden… Sağlık Bakanlığı’ndan, Aile ve Sosyal Yardım Bakanlığı’ndan niye halâ tıs çıkmıyordu?
3- Ve tabi işbaşındaki Hükümet ve Devlet niye bu olaya el koymuyordu?
4- On yıllar boyunca yüzlerce, hatta binlerce bebeğin: “Öldü, belediye götürüp gömdü” denilip, anne babalarından koparılarak, büyük paralar karşılığı pazarlandığı; doğum ve ölümlerle ilgili resmi kayıtların bile tutulmadığı veya ortadan kaldırıldığı iddiaları ve bu konuda onlarca mağdurun bizzat yaşadıkları ve aktardıkları karşısında, Devlet ve Hükümet yetkililerinin: “Ne yapalım, bizden önceki iktidarlar döneminde yaşanmış…” dercesine, bu konuda ilgisiz ve isteksiz davranıp ağırdan almasının altında başka şeyler mi yatıyordu? Çocuk ve organ mafyasının şeytani etkinliği halâ devam mı ediyordu?
5- Yoksa bu ağır suçlulara ve vicdansız sorumlulara; kendilerini aklamak, pisliklerini örtüp saklamak ve gerekli-geçerli(!) sahte mazeret belgeleri hazırlamak ve kaçmak dahil her türlü kurtuluş tedbirini almak üzere fırsat mı tanınıyordu?
6- Ya da, yürekleri yaralı ve ciğerleri yanmış mağdur vatandaşlarımızın;… Devamını okumak için tıklayınız.
[1] Milli Gazete,Furkan Erten
[2] http://www.yenisoz.com.tr/dogurdugunuzla-kucaginiza-verilen-ayni-cocuk-mu-