Biz hiçbir kişinin, hiçbir kesimin veya partinin karşıtı olarak ortaya çıkmadık. Batıl ve yanlış akımlardan hiçbirinin zıddı olarak vücut bulmadık. Biz sadece Allah’ın (hizbi) taraftarıyız, Hakkın bağlılarıyız ve İslam’ın mensuplarıyız. Kendileri; ortadan, yandan, sağdan veya soldan Şeytanın safında, Batılın etrafında ve Siyonizm’in işbirlikçisi sınıfında olanlar, bizleri kendilerinin karşıtı sanmaktadır. Oysa biz antitez ve batıllara alternatif değiliz, kendi TEZ’imiz ve davamız vardır. Ve zaten Allah Hakk’tır ve O’nun dışında (ve İslam’a aykırı olarak) tapılan (tabi olunan, medet umulan, yalvarılan ve bağlanılan her şey ve herkes) batıldır.” (Hacc:62)
Bizim fıtratları değiştirme imkânımız yoktur; ama vicdanları etkileme ve düzeltme fırsatımız vardır. Erbakan Hoca kendilerini İstanbul il başkanlığı ve Belediye Başkanlığı makamlarına taşırken, buna rağmen Ona hıyanete kalkışanların; Kendisini sadece basit ve silik bir özel kalem müdürlüğüne reva gören Turgut Özal’lara ve arkasındaki odaklara bağlılık ve saygınlık damarı; aslında bir insanın fıtratıyla alakalıdır ve bir vicdan ayarını yansıtmaktadır. Ahmet Özal, babası Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yaptığı teklifi yıllar sonra katıldığı televizyon programında açıklamıştı. Ahmet Özal, “Babam Recep T. Erdoğan’ı hem yakından takip etmekteydi, hem de onun hakkında bazı bilgiler edinmişti. 1980’li yıllarda Recep T. Erdoğan Refah Partisi’ndeyken, babam başbakanlığı döneminde kendisine Başbakanlık’ta Özel Kalem Müdürlüğü teklifi getirmişti” bilgilerini aktarmıştı. Bir televizyon kanalında yayınlanan “Birebir” programına katılan Ahmet Özal’ın, babasının Erdoğan’ı henüz Refah Partisi’nde görevliyken keşfettiğini ve ona Başbakanlık’ta Kalem Müdürlüğü teklif ettiğini söylemesi hayretle karşılanmıştı.[1]
9 Şubat 2017 Habertürk TV’de Didem Arslan Yılmaz’ın sunduğu Türkiye’nin Nabzı programına katılan Fatih Erbakan’ın tutarsız ve duyarsız tavırları!
“Erbakan Hoca’nın Başkanlıkla ilgili düşünce ve projeleri nasıldı?” sorusunu:
“Rahmetli Erbakan Hocamız, Milli Görüş’ün de lideri olarak başkanlık sisteminin faydaları olduğunu ve bu faydaların sağlanabilmesi için başkanlık sistemine geçilebileceğini ifade etmiş bulunuyor. Rahmetli Erbakan Hocamızın istediği başkanlık sisteminde, başkanlık ve Cumhurbaşkanlığı birleştiriliyor, devlet başkanlığı halinde ve bu devlet başkanını da halk seçiyor doğrudan doğruya. Bu kısmı zaten şu anda getirmek istenen sistemle de paralellik arz ediyor… Ama, milletvekili sayısının azaltılması, halka veto hakkı tanınması, halkın yasamaya doğrudan katılmasıyla ilgili bir düzenleme bulunmuyor; inanç ve fikir özgürlüğüyle ilgili kısıtlamaların ortadan kaldırılması için laiklik ilkesinin anayasada açıklanması, şu anda getirilmek istenen sistemin içerisinde yer almıyor! Erbakan Vakfı adı üzerinde Erbakan Hoca’nın ismini taşıdığı için, asıl yapması gereken “Erbakan Hoca olsaydı bu meseleler karşısında nasıl tavır takınırdı, hangi kararı alırdı? Onu Erbakan Vakfı olarak ortaya koyabilmek bizim asıl misyonumuz oluyor!” şeklinde yanıtlıyor ve Erbakan Hocanın aziz hatırasını ve manevi mirasını istismar ediyordu. Çünkü Erbakan, yüce davasının tek adresinin Saadet Partisi olduğunu defalarca vurguluyor ve AKP’nin Siyonizm’in işbirlikçisi olduğunu haykırıyordu. Partideki birkaç tescilli haini bahane ederek bu kutlu hareketten ve Kur’an’ın çizgisinden kopup ayrılmak, nasıl bir mantık marazını yansıtıyordu?
“Düzenleme getiriyorsa, biz başka siyasi sebeplerle peşin peşin hayır dememiz doğru değil, ama ne olursa olsun evet diye bir tavır içerisinde olamayız, faydalı ise gerçekten güzel bir sistem getiriyorsa ona evet denmesi lazım, ama zararlı yanları varsa, onun da ortaya konması lazım, ilmi bir değerlendirme yaptık. Öncelikle çok önemli birkaç konuda ifade etmek istiyorum. Başkanlık sistemi bir araç dolayısıyla bir aracı kimin ve nasıl kullanacağı bizce daha önemli görülüyor!” gibi tavrını ve tarafını mertçe ortaya koymaktan aciz yaklaşımlar, o asil soyadınıza yakışır mıydı?
“Koskoca bir ülkeyi ve toplumu ilgilendiren kararların bir kişinin uhdesine verilmesi sağlıklı mı?” sorusuna verdiği:
“Tamam yapacak da, hangi uluslararası anlaşmayı yapacak? D-8 projesini canlandırmak için, D-60’ı, İslam Birliğini kurmak için bir uluslararası anlaşma yapacaksa gayet güzel bir yetki bu. Ama Kıbrıs’ta toprak vermek için, BOP’un uygulanması, yürütülmesi için yapacaksa o zaman kötü” yanıtı bile vicdanları yaralamaktaydı. Yahu 15 yıllık iktidar ve icraatları, Erdoğan’ın hangi istikamette ve AKP iktidarının kimlerin hizmetinde olduğunu ispat etmiyor mu ki, hala böyle çelişkili ve ikircikli yanıtlar vermekten sakınılmıyordu?
(Erdoğan’la ilgili) Kuşkularınız mı var? sorusuna:
“Yani bizim böyle olmamasını temenni ettiğimiz konular var tabi… Daha önce yapılan bizim tasvip etmediğimiz, uygun görmediğimiz uygulamaları oldu. BOP’la ilgili eşbaşkanlığı, Amerika’nın Irak’a müdahalesinde Amerika’yla birlikte davranılması, Libya’da Kaddafi’ye yapılan operasyona NATO’yla birlikte dahil olunması, Kıbrıs konusunda yapılan tavizkar uygulamaları bulunuyor” dedikten sonra: “Yani Başkan seçilecek kişi uluslararası anlaşmaları tek başına yapacak, dolayısıyla riskli gördüğümüz alanlar var mı diyorsunuz, öyle mi?” sorusuna: “uluslararası anlaşmaları tek başına yapacak olmasını hepten riskli görüyoruz, demek istemedim. Ne yapacağı önemli” şeklinde biraz önceki kendi tespit ve tenkitlerinden çark edip dönüvermesi ise, tek kelime ile mide bulandırıyordu.
“Yürütme tekelde toplanıyor, tek başına kararname çıkarıyor, siz hala ne yapacağını mı önemli sayıyorsunuz?” sorusunu ise:
“Efendim bu kadar yetkiyi veriyorsunuz, her şeye kendi başına karar veriyor, dediğim gibi yine ne yapacağı önemli… Gelecek başkan kanun hükmünde kararname çıkarıyor, çıkartabilir, bunu çok zararlı görmüyoruz, nasıl bir kanun hükmünde kararname çıkartacağı önemli. Bütçeyi yapıyor, bütçeye denk bütçe yapıyorsa tamam yapsın… Efendim Ordu’yu kullanma yetkisi verilmiş, bu da hayırlı yöne kullanılırsa faydalı olur. Dolayısıyla biz aslında başkanlığa karşı değiliz. Tabii ki demokratik bir ortam içerisinde halkın seçtiği bir Başkan olması lazım. Burada başkanı doğrudan halkın seçmesi son derece faydalı, iki başlılığın ortadan kaldırılması son derece faydalı, koalisyonların ortadan kaldırılması son derece faydalı, etkili, hızlı bir yönetimin olması gibi son derece faydaları var. Sıkıntılı tarafları burada bir denetlenebilme özelliğinin tam olarak oturmamış olması, denetleme, hesap verilebilirlik, hakemlik müessesi yani bağımsız tarafsız bir yargının teşekkül etmesi ile ilgili… Yani şuna benziyor. Efendim bıçak vermeye karşı mısınız değil misiniz? Dört yaşında bir çocuksa bıçak vermeye karşıyım ama bir hanım bu bıçağı eline alacak ve sonunda yemek yapacaksa faydalı bir şey olur… Özetle Cumhurbaşkanlığı sistemine prensipte Evet diyoruz!
Biz (Erbakan Vakfı olarak) tabi herhangi bir bağlayıcı karar almadık, geldiğimiz noktada şunu söylüyoruz: Bu mahsurlarını ve faydalı taraflarını milletimizin değerlendirmesi gerekiyor. Biz de bir vakıf olarak, bir siyasi parti olmadığımızdan bu konuya daha ziyade ilmi açıdan yaklaşıyoruz. Gördüğümüz faydaları şunlardır, ama bu gibi sakıncaları vardır diye ifade edip bunun karşılığında seçimi millete bırakmamız faydalı olur.” Sözlerinin Türkçesi: “Ey Erbakan Vakfı mensupları, biz bu referandumda EVET diyeceğiz!” oluyordu.
Israrla “Evet mi Hayır mı diyeceksiniz?” sorularına:
“Başkanlık sistemi bir araç, bu aracın hangi amaçlarla kullanılacağı önemli” şeklinde kaypak ve kaçamak cevaplar verilmesi, şuurlu ve sorumlu bir mümin tavrını yansıtmıyordu.
“Vakfımızda Milli Görüş çizgisinden gelen, uzun yıllar Milli Görüş’ün içerisinde olmuş insanlar çoğunlukta, ayrıca çok değişik kesimlerden insanlar da var, milliyetçi görüşte olanlar var, mevcut iktidar partisine çok yakın olanlar da var. Dolayısıyla aslında bir mozaik halinde Vakfın asıl işlevi, maksadı da herkesi kucaklayabilmek. Biz dediğim gibi kendimiz de hep arkadaşlarla görüşmemizde, konferanslarımızda toplantılarımızda bu çekincelerimizi ifade ediyoruz. Bunun yanında, faydalı taraflarını da söylüyoruz. Kararı tabii Vakıf mensuplarına ve milletimizin kendisine bırakıyoruz, bağlayıcı bir karar almadık ve özellikle başkanlık sisteminin bir araç olduğunu, bu aracı kimin nasıl ve ne yönde kullanacağının asıl önemli olduğunu da hep ifade ediyoruz.” Sözleri de, gerçekleri gizleyici ve her tarafı idare edici bir yaklaşımı ortaya koyuyordu!
Saadet Partisi’nin hayır kararını destekliyor musunuz? Sorusunu ise:
“Ben tabi böyle bir fikri ifade edersem bizim Vakıf bünyesi içerisinde bağlayıcı karar almamış olmamızın çok bir mantığı kalmaz. Onu ifade ettiğimizde o zaman herkes böyle bir karar aldık diye düşünüyor. Ben de, bu sakıncalarını ve faydalı yönlerini bütün Vakıf mensupları ve milletimiz gibi değerlendiriyorum. Kimseyi de etki altında bırakmak istemiyorum” şeklinde geçiştirici, niyetini ve gayesini gizleyip Erdoğan’ın gözüne girici ifadelerle yanıtlaması ise nefsinin ve güvenilmez kesimlerin tuzağına kapıldığını gösteriyordu. Ve tabi çok fazla da şaşırmamak gerekiyordu. Çünkü zaten Kur’an-ı Kerim bazı peygamberlerin bile çocuklarının, hanımlarının ve babalarının çok farklı ve aykırı saflarda bulunduklarını haber veriyordu. Çünkü insanlar hür iradeleriyle imtihan için bu dünyada bulunuyordu ve herkes kendi amacına ve ayarına uygun davranışlar sergiliyordu.
Bakan Mehmet Şimşek’in itirafıyla; tamamı 489 ton olan Merkez Bankası altın rezervinin tam 450 tonunu İngiltere’ye emanet (rehin) olarak gönderen AKP iktidarına mı güvenip referandumda “EVET” oyu atacaktık?
• Ziraat Bankası, Halkbank, Botaş, PTT gibi elde kalan Milli varlıkları, yeni ve faizli dış borç alabilme hatırına, malum ve mel’un merkezlere ipotek vermenin kılıfı olan “VARLIK FONU” kahramanlarına mı güvenip “EVET” mührü basacaktık?
• Siyonist ve işgalci zalim İsrail’le normalleşme anlaşması yapan yamuklaşmış kafalara mı güvenip “EVET” propagandası yapacaktık?
• ABD’nin Irak vahşetine, NATO’nun ve Batının Libya mezalimine, Suriye’yi harabeye çeviren şeytani projelere taşeronluk yapanlara mı güvenip, camiamızı “EVET mi, HAYIR mı?” konusunda serbest bırakacaktık?
Hesap vereceğine inanan, dava hassasiyeti taşıyan… Ve zerre kadar olsun muhterem Babasının hatırını sayan ve hatırasına saygı duyan bir insana böylesine çelişkili ve çetrefilli bir tavır yakışır mıydı?
Siz Allah’a karşı ne kadar cesur ve mağrur insanlardınız ki, bu iktidarın geçmişteki korkunç tahribatlarının ve zulüm ortaklıklarının ve gelecekteki işbirlikçilik icraatlarının bütün vebalini sırtlamaktan hiç korku duymamaktasınız!? Açıkça AKP’ye katılan ve kendi mantıklarıyla “CHP ve PKK ile aynı konumda olmamak için EVET veriyoruz” propagandası yapanlar bile, sizlerden çok daha tutarlıydı…
Nabi Avcı İsrail ziyaretinde Siyonist katliamcılara şöyle yılışmışlardı:
“Sevgili dostlar. Büyükelçimizin bu güzel konuşmasından sonra benim ilave edecek fazla bir sözüm yok. Ama şu kadarını bilmenizi istirham ediyorum. Sadece Kültür ve Turizm Bakanı olarak değil, Cumhurbaşkanından Elçilikteki çalışanımıza kadar hepimiz sizinle birlikteyiz.
Dolayısıyla birlikte projeler yapalım, hem İsrail’de hem Türkiye’de, hem de üçüncü ülkelerde. Birlikte ne tür kültürel faaliyetlerde bulunabiliriz, bunları birlikte konuşalım, çalışalım. Biz Kültür Bakanlığı olarak yeni açılan Kültür merkezimizde inşallah Elçiliğimizin koordinasyonunda pek çok yeni kültürel etkinlikler planlıyoruz. Oraların en aktif katılımcıları gayet tabii sizler olacaksınız.
Dolayısıyla ben artık kendimi artık sadece Türkiye’nin Kültür Bakanı olarak değil… Devamını okumak için tıklayınız.
[1] http://www.internethaber.com/turgut-ozal-erdogana-hangi-gorevi-teklif-etti-1752471h.htm