3 Kasım 2017
SP Genel Başkanı’nın Elazığ TV’lerindeki konuşmaları:
Sn. Karamollaoğlu 29 Ekim 2017’deki İl Kongresine katılmak üzere Elazığ’a geldiğinde yerel televizyonlara da çıkmıştı. Katıldığı programlarda çok doğru, olumlu ve doyurucu konuşmalar yapmıştı. Sunucuların; SP’nin farkı, AKP’nin politikaları ve Türkiye’nin sorunlarıyla ilgili sorularını gerçekten akıcı, akılcı ve kucaklayıcı bir üslupla yanıtlamıştı. Ancak insanların asıl amacı ve ayarı ayrıntılarda saklıydı. Sn. Karamollaoğlu konuşmalarının %95’inde haklıydı ve başarılıydı. Ama iki ince ve derince konuda yine gerçekleri çarpıtmış, fıtratının ve fırsatçılığın gereğini yapmış ve bizi şaşırtmamışlardı.
Kanal 23’te çok değerli ve deneyimli sunucunun: “AKP’nin önemli illeri “Büyükşehir” statüsünden “Tümşehir” sistemine taşıma ve böylece bağlı köy ve kasabaları da Belediye seçimine katıp oylarını alma projesi, acaba Valilerin görev ve yetkilerini de belediye başkanlarına aktarmanın ve eyalet sistemine hazırlık yapmanın adımları mıydı?” şeklindeki sorusunu, Sn. Karamollaoğlu: “Bu çok yanlış ve anlamsız bir adımdır. Hiç belediye başkanlarına Vali yetkileri sağlanır mı? Bu durum yönetimi tamamen diktatörlüğe kaydırır” tarzında yanıtlamıştı.
Oysa Adil Düzen Siyasi-İdari yapılanmasında, evet illerde çift başlılık kaldırılacak, Belediye Başkanı ile Vali’nin yetkileri tek bir şahısta toplanacak ve o da halkın seçimiyle o makama taşınacaktı. Yıllarca Rahmetli Erbakan Hocamızın Adil Düzen seminer ve sohbetlerini dinlemiş bir insan olarak Sn. Karamollaoğlu:
a- Ya bunların gereğine ve önemine inanmamış ve boş hayaller ve projeler olarak bakmıştı.
b- Veya bu ilmi ve İslami hedefler aklına sığmamış, Hocamızın defalarca tekrarladıklarını halâ anlamamıştı. Her iki durumda da bu tavrı SP Genel Başkanlığı makamıyla bağdaşmazdı. Kaldı ki AKP’nin bu sinsi ve siyasi hesaplarıyla Adil Düzen’deki yapılanma tamamen farklıydı.
Sn. Karamollaoğlu Kanal Fırat’ta ise şunları anlatmıştı:
“Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’le özel görüştüm, HUDER Başkanı ve SP İl yönetim kurulu üyemiz Mustafa Yaman’ı bırakmalarını rica ettim. Ama elinden bir şey gelmiyor. Bakan olmuş ama sadece bakıyor… Bütün yetki Cumhurbaşkanının elinde toplanmış. Bu bir çağdaş diktatörlüktür” şeklinde açıklamalar yapmıştı.
Şimdi iz’an ve insaf ehli herkesin şu soruları sorması lazımdı:
1- Adalet Bakanının yargıya müdahalesi ve talimat vermesi yasaktır. Siz eski tanışıklığınızın hatırına yaptığınız böylesine özel ve gizli bir görüşmeyi niye açığa vuruyorsunuz?
2- Yoksa Av. Mustafa Yaman’ın daha uzun süre içerde tutulmasını mı istiyorsunuz?
3- Oğuzhan ve Recai Kutan Beylerin devamlı (ihale ve tayin konularında) Sn. Erdoğan’la buluşup görüştüklerini bilmeyen kalmamıştı. Niye Mustafa Yaman’ın haksız ve dayanaksız tutukluluğunu ona iletmiyorlar ve ricacı olmuyorlardı da, sizi gönderip Abdülhamit Beye havale ediyorlardı? Sizin derdiniz; HUDER başkanı Mustafa Yaman Beyin, uğradığı mağduriyetini gidermek ise, Oğuzhan’ın ve Recai Kutan’ın; tayin, terfi ve ihale gibi hayır işlerine vesile olmak niyetiyle, sıkça yanına uğradıkları Cumhurbaşkanına niye bu konuyu açmıyor ve aracı olmuyorlardı da, sizi Adalet Bakanı Abdülhamit Gül Beye gönderiyorlardı?! Yoksa asıl gayeniz Abdülhamit Gül Beyi deşifre edip gammazlamak, kaliteli ve kabiliyetli bir şahsiyeti zor durumda bırakmak mıydı? En azından bu tavrınızın ve konuştuklarınızın, Adalet Bakanını sıkıntıya sokacağını bilmeyecek ve düşünemeyecek kadar yaşlandınızsa, o makamda niye oturmaktasınız?
HUDER İstanbul İl Başkanı, SP’li Avukat Mustafa Yaman’a alakasız ve dayanaksız ithamlarla FETÖ üyeliğinden iddianame hazırlanmıştı…
FETÖ’nün şifreli haberleşme programı ByLock kullandığı gerekçesiyle tutuklanan Hukuki Araştırmalar Derneği (HUDER) İstanbul Şubesi Başkanı ve Saadet Partisi İstanbul İl Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Mustafa Yaman hakkında, “silahlı terör örgütü üyeliği” suçundan 15 yıla kadar hapis cezası istemiyle haksız ve dayanaksız biçimde bir iddianame hazırlanmıştı. Bu yapılanmada yer aldığına dair bulgulara erişilen şüpheli avukatlar hakkında soruşturma işlemlerine başlandıktan sonra kişiselleştirme yapıldığı ve faaliyetlerin daha net anlaşılabilmesi amacıyla diğer şüphelilerde olduğu gibi şüpheli Mustafa Yaman hakkındaki soruşturma evrakının da ayrı bir dosyaya kaydedildiği belirtilen iddianamede, Mustafa Yaman’ın da ByLock kullandığının tespit edilmesi üzerine çıkarılan yakalama kararı sonrası 7 Temmuz’da yakalandığı ve sevk edildiği mahkemece 11 Temmuz’da tutuklandığı belirtilen iddianamede, dosyasının kişiselleştirme yapılabilmesi amacıyla ayrıldığı, hattının kullanımıyla ilgili Bilgi Teknolojileri Kurumundan (BTK) internet trafiğine dair rapor alındığı ithamları yer almıştı.
Şüpheli Yaman’ın ByLock yüklü telefonuyla yaptığı iletişimlere ilişkin incelemeye göre, FETÖ/PDY’nin gerek avukatlık yapılanmasında gerekse diğer yapılanmalarında bulunan bir çok ByLock sistemini kullanan şahıslarla iletişimde bulunduğunun belirlendiği de kaydedilen iddianamede, şüphelinin ifadesinde, yaşam felsefesinden bahsederek kendisinin FETÖ’ye tamamen karşıt bir görüşe sahip bulunduğu, muhafazakar camiada bunun çok net olarak bilindiği, buna ilişkin de net bir duruşunun olduğuna yönelik beyanında bulunduğu halde, nedense bunlar dikkate alınmamıştı. Sanki FETÖ bahanesiyle SP’liler ve sadık Milli Görüşçüler hizaya sokulmaya çalışılmaktaydı!
İddianamede, rapor içeriğine göre, şüpheli Mustafa Yaman’ın 2014 yılı Ağustos ayında elinde bulunan cep telefonunun ByLock erişimde kullanılmasına rağmen 6 Haziran 2016 tarihinde cihazın fabrika ayarlarına döndürülmesi veya format atılması nedeniyle 6 Haziran 2016 tarihi öncesindeki verilere ulaşılamadığı da vurgulanmıştı. İddianamede, “Rapordan anlaşılacağı üzere fabrika ayarlarına döndürülen cihazda verilerin geri getirilmesinin mümkün olmadığı gibi herhangi bir silme işlemi yapılmadığının da tespit edilemediği, şüphelinin bir dönem ByLock sistemi üzerinden iletişim kurmak için kullandığı cihazı muhtemel bir tespit yapılması ihtimaline binaen fabrika ayarlarına döndürerek önceki uygulamaları silmek suretiyle telefondan kaldırdığı anlaşılmıştır” değerlendirmesi de hukuka aykırıydı. “Şüphelinin telefonunda ByLock kalıntısı bulunmadığına” dair rapora itibar edilmediği belirtilen ve Bylock ile ilgili delil olduğuna dair Yargıtay ilamına da yer verilen iddianamede, şüpheli Yaman’ın söz konusu programı kullanmak suretiyle ”FETÖ’ye üye olmak” suçunu işlediği ısrarı kafa karıştırıcıydı.
19 Ekim 2017 tarihinde Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, Habertürk TV’de Kübra Par’ın konuğu olduğu programda:
“Sivas katliamı konusunda bugüne kadar yaptığınız açıklamalarla kamuoyu vicdanını rahatlattığınızı düşünüyor musunuz ve neden ‘Sivas katliamı’ yerine ‘Sivas hadiseleri’ diyorsunuz?” sorusunu yanıtlarken “Doğru ‘Sivas katliamı’ demekten imtina ediyorum, çünkü hakikaten katliam başka bir şey. Evet, 33 kişi can verdi, bunu kabul ediyorum. Ama birisi gidip doğrudan insanları katlettiği zaman bu katliam olur. Orada bir kişinin gidip birisini doğrudan doğruya katlettiği vaki değil. İşte bu yüzden “Sivas katliamı” yerine “Sivas hadisesi” demeyi tercih ediyorum!..” açıklamasını yapmıştı. Şimdi iman, iz’an ve insaf ehli herkesin düşünmesi lazımdı: Sivas Madımak otelinde, 33 insanımızın cayır cayır yanarak can vermesine yol açan bu vahşice kundaklama olayını “katliam” değil de “hadise” olarak yorumlayan bir genel başkan, acaba bu tavrının partisine ve camiasına nelere mal olacağını hesap edemeyecek kadar bunamış mıydı, yoksa zaten davaya ve teşkilatına bu zararı vermek için mi oradaydı? Bu tarz yaklaşımların partimizi oy kaybına uğratacağını düşünemiyorlar mıydı?
Sivas Madımak katliamının, dış güçlerin tertibi ve işbirlikçi hükümetin gafleti ile tezgâhlandığını, Alevi-Sünni kavgasıyla ülkemizde bir iç savaş çıkarılmaya çalışıldığını ve Milli Görüş camiasının bu tür tahriklerden uzak kaldığını söylemek yerine Sivas Madımak vahşeti “bir katliam değil bir hadisedir” sözleri gaflet ve cehaletten çok öte, kasıtlı bir hıyaneti hatırlatmaktaydı. Aynı ekipten Şevket Kazan’ın hem de Erbakan Hoca’dan habersiz, o süreçte hemen koşup ucuz bir kahramanlık damarıyla, Sivas katliamı sanıklarının avukatlığını alması ve bu vahşetin Milli Görüş’ün sırtına yıkılmasına gerekçe oluşturması da, aynı hıyanetin bir parçasıydı.
Sn. Karamollaoğlu Elazığ’daki Fırat TV’de Zeki Akbıyık Bey’in: “Fatih Erbakan’ı niye teşkilata alıp değerlendirmediniz? Niye yeni oluşumlara yönelmesine ve partiden ayrılıp gitmesine izin verdiniz?” mealindeki sorusunu yanıtlarken ise: maalesef gerçekleri çarpıtmış ve yanlış yorumlar yapmıştı.
“Biz kongre öncesi kendisine (Fatih Bey’e) teklif götürdük, ama kabul etmedi…” beyanları yanlıştı ve yakışıksızdı. Çünkü olayın esası çok farklıydı. Biz de, dünya alem de biliyor ki; Sn. Temel Karamollaoğlu, o süreçte Fatih Bey’e bir Genel Başkan Yardımcılığı teklifi taşımış ve bunun kabul edilmesi camiamızda haklı bir memnuniyete yol açmıştı. Ancak daha sonra Oğuzhan Asiltürk’ün kasıtlı ve kışkırtıcı bir tavırla “Fatih Bey’in Erbakan Vakfını kapatması” şartını dayatması, bu sevinci kursaklarımızda bırakmıştı. Oysa Erbakan Vakfı, kuruluş amaçlarına hizmet etmek şartıyla, aslında lüzumlu ve olumlu bir yapılanmaydı.
Fatih Beyin Erbakan Vakfı Büyük Gençlik Buluşmasındaki (29.10.2017 Ankara) konuşmaları, doğruları ve yanılgıları:
“Erbakan Hocamızın dava erleri olarak biz bundan böyle 2. 40 yılda içi saman dolu kuşları görmek istemiyoruz. Biz Erbakan Hocanın dava erleri olan Milli Görüşçüler olarak bundan böyle ezberlediği için Fatiha’yı okuyan ancak okuduğundan hiçbir şey anlamayan papağanları görmek istemiyoruz. Biz bundan böyle artık özü, sözü ve ameli birbirine uymayan yöneticiler istemiyoruz. Biz Milli Görüş istiyoruz Milli Görüş!.. Biz gerçek Milli Görüş’ü istiyoruz. Biz kuşun canlısını istiyoruz. Biz sadece bireysel ibadetlerin özgürce yapılabildiği, devlet yöneticilerinin 5 vakit namazını kıldığı, devlet makamında olanların eşlerinin mesture olduğu değil, aynı zamanda bunlarla birlikte ekonomik sömürünün ortadan kaldırıldığı, aynı zamanda adaletsizlik ve zulmün ortadan kaldırıldığı bir Türkiye’nin ve bir dünyanın kurulmasını istiyoruz. Biz kaynak lazım olduğunda ya dışarıya borçlanacağız ya da millete vergi yükleyeceğiz anlayışında olan bir ekonomi istemiyoruz. Biz ülkeyi borçla yöneten borç almayı, dışarıdan kredi bulmayı marifet sayan zihniyetleri artık istemiyoruz. Biz devlet bütçesinden 15 senede 700 katrilyon faiz ödeyen, devlet bütçesinden her sene 60 katrilyon faiz ödeyen, sonra da faiz zulümdür, şu faizleri düşürün diye haykıran devlet yöneticileri istemiyoruz. Biz milletine her sene 50 katrilyon ilave vergi yükleyen devlet yönetimi istemiyoruz. Biz Amerikan Cargill firmasının keyfi için şeker pancarı üretimine kota koyup milyonlarca çiftçisini mağdur eden devlet anlayışı istemiyoruz. Biz örtülü ödenekten senede neredeyse 1 katrilyon harcama yaparken, milyonlarca asgari ücretli vatandaşına açlık sınırının altında maaşı reva gören devlet yönetimi istemiyoruz. Biz önümüzdeki 3 senede faize 260 katrilyon ayırırken 80 milyon vatandaşına sadece 350 katrilyon ayıran devlet yönetimi istemiyoruz. Milletten aldığı vergilere bir kalemde, bir gecede %40 zam yaparken, memuruna milletine vereceği maaş zammı için haftalarca sabahlara kadar pazarlık edip sonunda da %5.5 maaş zammı yapan ekonomi yönetimi istemiyoruz. Biz dış politikayı Amerika’nın, Siyonizm’in kovboyu Trump’ın verdiği ev ödevlerini yapmak olarak gören anlayışı reddediyoruz. Biz dış politikayı Amerika’nın Ortadoğu’daki posta memurluğunu yapmak olarak gören anlayışı reddediyoruz. Biz Milli Görüşçüler olarak, Erbakan Hocamızın dava erleri olarak D-8’i 15 sene rafa kaldıran, D-60’ı hayal olarak gören, bütün ümidini ırkçı emperyalizmin kurdurduğu G-20 ve Avrupa Birliği’ne bağlayan zihniyeti reddediyoruz. Biz Milli Görüşçüler olarak motoru Avusturya’dan kasası bizden milli tank istemiyoruz. Biz namlusu Almanya’dan kabzası bizden milli tüfek istemiyoruz. Biz yazılımı Amerika’dan gövdesi bizden milli uydu istemiyoruz. Biz motoru ve prototipi Avrupa’dan, ismi bizden yerli otomobil istemiyoruz. Biz jet motoru, elektroniği, yazılımı Amerika’dan ismi bizden milli savaş uçağı istemiyoruz. Biz mühendisliği Japonya’dan, müteahhitliği İtalya’dan, kredisi dışarıdan, ismi ecdaddan yerli köprü istemiyoruz. Biz vagonları Fransa’dan sinyalizasyonu Kore’den, sadece istasyonlarındaki tabelaları Türkiye’den hızlı tren istemiyoruz. Biz Milli Görüşçüler olarak artık yeni dönemde metalleri yorulmuş, boyaları dökülmüş yönetim kadrosu istemiyoruz. Biz Milli Görüşçüler olarak aynen Erbakan Hocamız gibi aldanmayan ve aldatmayan kadrolar istiyoruz. Biz Milli Görüşçüler olarak koltuk için değil, ümmet için çalışan kadrolar istiyoruz. Lafı eğip bükmeden bana ne Amerika’dan diyen ve bunun gereğini yerine getiren kadrolar istiyoruz. Biz borçlanma ve vergiyle değil, milletin sırtına yük yükleyerek değil, borç almadan, vergi koymadan, zam yapmadan milli kaynak paketleriyle kaynak üreten ve bu kaynağı milleti için kullanan kadrolar istiyoruz. Biz Avrupa Birliği’nin kapısında bekleme odalarında sıra bekleyen değil, 60 Müslüman ülkeye öncülük edip, Türkiye’nin öncülüğünde İslam Birliği’ni kuracak kadrolar istiyoruz. Biz ümmetin ve insanlığın kurtuluşu için bedel ödemekten korkmayan kadrolar istiyoruz. İşte bu sebeple biz içi saman dolu kuş değil, kuşun canlısını görmek istiyoruz, canlısını. Şimdi bunları ifade ettiğimiz zaman, ak sakallı, ak yüzlü hacı amcamız bize diyor ki “evet bunları söylüyorsunuz ama bak görüyor musun adamlar 28 Şubat’ın rövanşını nasıl da aldılar. 1000 sene sürecek dedikleri 28 Şubat, 10 sene bile sürmedi hamdolsun” diyor. Bak İmam Hatipler açık, Kuran kursları açık, başörtülü bakanımız var, milletvekilimiz var, başörtülü büyükelçimiz bile var, başörtülü genç kızlarımızı üniversitelere rahatça gönderiyoruz. Siz hâlâ daha neden canlı kuştan bahsediyorsunuz diyor. 1000 sene sürecek dedikleri 28 Şubat, 10 sene bile sürmedi hamdolsun diyor ve dua ediyor. Bunu söyleyen ve çok sık rastladığımız bu hacı amcalarımıza sesleniyoruz. Diyoruz ki ey kıymetli hacı amcamız, ak sakallı ak yüzlü hacı amcamız. 28 Şubat bu saydığınız sebeplerden dolayı olsaydı, dış güçler en şiddetli en büyük 28 Şubat’ı Türkiye’de değil Suudi Arabistan’da yaparlar. Peki bu 28 Şubat neden dış güçler tarafından Suudi Arabistan’da yapılmıyor da Türkiye’de 54. Hükümet döneminde yapıldı? Çünkü Erbakan Hocamız 54. Hükümette denk bütçe yaptı da onun için yapıldı. Denk bütçe demek ne demek? Ben dış güçlerden 1 kuruş borç almayacağım ve dış güçlere 1 kuruş borç faizi haraç ödemeyeceğim demek. 28 Şubat neden yapıldı? Erbakan Hocamız D-8’ kurup İslam Birliği’nin adımını attı da onun için yapıldı. D-8 demek ne demek? D-8 demek büyük İsrail planlarının tamamen suya düşmesi demek. 28 Şubat neden Türkiye’de yapıldı? Erbakan Hocamız, Amerikan askerlerini conileri kulağından tuttuğu gibi Anadolu’dan dışarı attı da onun için yapıldı. 28 Şubat neden yapıldı? Erbakan Hocamız 54. Hükümette İsrail ve Amerika’nın haksız İran ve Irak ambargolarını kaldırıp attı da onun için yapıldı. Ve Erbakan Hocamız 54. Hükümette dünya Siyonizm’inin ünlü firması Boeing ile uçak anlaşması imzalamadı da onun için 28 Şubat yapıldı. 28 Şubat işte bu sebeplerden dolayı oldu. Erbakan Hocamız Siyonizm’in oyunlarını bozduğu için oldu. Peki şimdi bugün 2010’lu yıllarda Türkiye’ye baktığımızda ne görüyoruz. Denk bütçe yapılıyor mu? Hayır! Bütçe hala eski taklitçi zihniyetlerin döneminde olduğu gibi yamalı bohça bütçesi. Türkiye hala borçlanmaya devam ediyor mu? Evet bütün hızıyla devam ediyor. Devlet, millet ve özel sektör olarak toplam borcumuz neredeyse 1 trilyon dolar olacak. D-8 bir adım ilerletildi mi? Hayır. D-60 kurulabildi mi? Hayır. İncirlik üssü kapatılıyor mu? Hayır. Boeing’le anlaşma imzalandı mı? Elbette ki tıpış tıpış imzalandı. Peki büyük İsrail projesi yürüyor mu? Evet bütün hızıyla yürüyor. Eee öyleyse 28 Şubat da bütün hızıyla devam ediyor. Sen 28 Şubat’ı imam hatipten, kuran kursundan başörtüsünden dolayı mı oldu zannettin. Ey ak sakallı ak yüzlü hacı amca! Metalleri yorulmuş, boyaları dökülmüşler, 28 Şubat’ın rövanşını alamazlar. 28 Şubat’ın rövanşı hamasetle, edebiyatla, esip gürlemekle, tecvidle Kur’an okuyarak alınmaz. 28 Şubat’ın rövanşı Milli Görüşle alınır Milli Görüşle…
… Devamını okumak için tıklayınız.