24 Ağustos 2017
Not: Bu yazının tamamı TBMM Başkanı Sn. İsmail Kahraman’a, Milli Eğitim Bakanı Sn. İsmet Yılmaz’a, Diyanet İşleri Başkan Vekili ve Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Sn. Ekrem Keleş’e ve E. Diyanet İşleri Başkanı Sn. Mehmet Görmez’e de gönderilmiştir.
İSLAM’DA CİHAT İLMİHALİ
VE
İKTİDARIN KONUYU ÇARPITMASI
Dini konuları ve kurumları alabildiğine istismar eden Sn. Erdoğan ve AKP iktidarı, şimdi de “CİHAT-ŞERİAT” gibi kavramları ders kitaplarına sokarak yeni bir suiistimal (kötüye kullanma) hesabındadır. Daha önce AB’nin talimatıyla benzeri Kur’ani kavramları yasaklayan bu iktidar ve kurmayları, şimdi aynı kavramları fütursuz (pervasız) ve sorumsuzca asıl anlamından ve amacından saptırma hazırlığındadır. Daha şimdiden, bazı tenkitler üzerine: “Efendim bu CİHATTAN niye korkuluyor, cihat ille silahlı çatışma değil ki, nefis terbiyesi en büyük cihattır” diyen AKP Genel Başkanı Recep T. Erdoğan, böylece sinsi niyetini ve hedefini de ortaya koymuşlardır. Oysa CİHAT; namaz, oruç, Hacc, zekât gibi temel bir ibadet kapsamındadır ve bir ibadet ancak, kendi İLMİHAL kuralları içinde yapılmak zorundadır. Yani farzları, vacipleri, sünnetleri yanında mekruhları ve müfsitleri anlatılmayan ve bunlara uygun yapılmayan bir CİHAT gayreti, ibadet hüviyeti kazanmayacak ve gayesine ulaşmayacaktır. Sn. Erdoğan’a ve iktidarına hatırlatalım; en özet anlatımıyla CİHAT; ülkemizde faizsiz, rantiyesiz, kumarsız ve zinasız bir nizamı, farklı din ve kavimden herkesin temel insan haklarını sağlayıcı ve saygılı bir ortamı hazırlamak, ekonomik ve sosyal refahı arttırmak üzere çabalamaktır. Bölgemizde ise, İsrail’in ve diğer emperyalist işgalcilerin her türlü zulüm ve tecavüzlerine dur diyerek caydırıcı ve sonuç alıcı bir yaptırım gücüne, yani askeri ve teknolojik yeterlilik ve cesarete sahip olmaktır. Oysa AKP 15 yıldır bu yönde ve bu hedef istikametinde ciddi ve gerçek hiçbir adım atmamıştır.
Şimdi, İslam tarihinde ilk defa CİHAD İLMİHALİNİ hazırlayan ve bunu 30 yıl kadar önce “İslam Davası ve Cihat Kavramı” kitabında yayınlayan Ahmet Akgül üstadımızın 100 sayfalık risalesini okurlarımızın ve ilgi duyanların istifadesine sunuyoruz:
İslam, hem hak dini ve hayat disiplini olduğu gibi; hem de bir imtihan vesilesidir. Cihat ise, bu imtihanın çok önemli şartlarından birisidir. Bu kulluk imtihanını kazanabilmek için, diğer ibadet ve emirler gibi, cihat vazifesinin de hakkıyle yerine getirilmesi gerekir.
Cihat, Kur’an, sünnet, icma ve kıyasla farz olan çok önemli bir ibadettir. Cihadın farziyetini ve önemini inkâr etmek veya küçümsemek küfürdür. Korkaklık, tembellik, rahatına ve menfaatine düşkünlük gibi sebeplerle cihadın terki veya ertelenmesi ise, büyük günahtır. Cepheden ve hizmetten kaçmak ise en büyük günahlardan biri sayılmıştır.
Din yolunda gayret ve hizmeti terk edip, kolayımıza gelen ibadet ve işlerle uğraşarak imtihanı kazanmak mümkün değildir.
“İnsanlardan kimisi de (dinin tamamına teslim olmadan) Allah’a bir kenarından ibadet eder. Eğer (nefsine) hayırlı (gördüğü, rahatına ve menfaatine uygun bir emir ve takdir) ona ulaşırsa bununla memnun (ve meşgul) olur. Yok eğer (cihad ve musibet gibi) nefsine ağır bir imtihana uğrarsa, bundan yüzüstü döner. (Allah’ın birçok emir ve hükümlerine itiraz ve isyan ederek, nefsine hoş gelen ibadet ve hizmetlere uğraşır). Bunlar dünyasını da ahiretini de kaybetmiştir. Apaçık ve en büyük ziyan da işte budur.”[1] Evet, kendimizi bütünüyle İslam’a uydurmak hidayet, ama İslam’ı keyfimize uydurmaya çalışmak ise dalalettir.
“O insanlar bir imtihana tabi tutulmadan sadece “iman ettik” demekle bırakılacaklarını (ve kurtulacaklarını mı zannediyorlar? Doğrusu Biz onlardan önce gelip geçenleri imtihan ettik (ki) Allah (bu imtihan sonunda – dininde ve davasında) gerçekten sadık ve samimi olanları da bilecek, yalancı (ve yapmacık tavırlı) olanları da bilecek…
Yoksa küfür ve kötülük işleyenler, bizi atlatacaklarını (ve hak etmedikleri halde imtihanı kazanacaklarını) mı zannediyorlar? Ne kadar yanlış düşünüyorlar…
Artık kim cihad ederse (bilsin ki) o kendi menfaati için cihad etmektedir. Çünkü Allah (cc) hiçbir şeye muhtaç değildir.”[2] buyurmakla kulluk imtihanında asıl bilinmesi ve yapılması gereken ibadetlerin başında cihadın geldiğine ve ancak cihat imtihanı sonunda herkesin ayarının ve, değerinin belli olacağına işaret edilmektedir.
“Allah böyle yapmakla halislerle habisleri (temizlerle pisleri) biri birinden ayıklamak istiyor.”[3] ayeti bu hikmeti anlatmaktadır. Unutulmamalıdır ki her ibadet ancak emredildiği şekilde ve kendi şartları içinde yapılırsa makbul olur. Bu nedenle ibadetlerin farzlarını, sünnetlerini, müfsitlerini ve mekruhlarını gösteren ilmihal kitapları yazılmıştır. Bugün her ibadetin ilmihalini anlatan çeşitli kitapları bulmak mümkün olduğu halde, cihadın önemini, amacını ve şartlarını öğreten ve günümüze hitap eden bir ilmihal, maalesef elimizde yoktur.
Biz Cenab-ı Hakkın lütfu inayetiyle bu mühim boşluğu kısmen dolduracak bir risaleyi yazmaya karar verdik. En azından bu konuda daha doyurucu ve ilmi çalışmalara bir başlangıç ve teşvik olsun istedik. Doğrular Rabbimizden, hatalar nefsimizdendir. “Ve ma tevfiki illa billah”
Konularla ilgili ayet ve hadis meallerini arz ederken, parantez içinde açıklayıcı ifadeler kullanılması gerekmiştir. Bunlar keyfi ve şahsi katmalar değil, gerekli ve ilmi açıklamalardır. Ayrıca bazı muteber fıkıh kitaplarından alınan nakillerde de, gerektiği yerde sadeleştirmeler yapılmış ve yine parantez içinde açıklayıcı ve manayı tamamlayıcı ifadeler kullanılmıştır. Bu tür alıntı ve nakiller daha çok bilgi olsun diye verilmiştir. Yani metinlerdeki şekilden çok, mananın korunmasına özen gösterilmiştir.
Cihat konusunu şu başlıklar altında arz etmeyi münasip gördük:
A- Cihadın anlamı,
B- Farz edilmesindeki hikmetler ve cihadın amacı,
C- Cihadın diğer ibadetlerden farklı özellikleri,
Ç- Cihadın farz-ı ayın olduğu durumlar,
D- Cihadın metotları ve siyasi cihat,
E- Cihadın edasının şartları (Cihadın farzları)
F- Cihad hususunda uyulması gereken emirler, (Cihadın vacipleri ve sünnetleri)
G- Cihad esnasında mutlaka sakınılması gereken yasaklar, (Cihadın müfsitleri ve mekruhları)
A- CİHADIN ANLAMI;
Cihad, insanları hak dine ve adalet düzenine davet etmek ve bu davete mani olan engelleri ortadan kaldırmaktır.[4] İbni Kemal ise cihadı şöyle tarif ediyor; Bir müslümanın, Allah yolundaki bir çalışmaya ve çarpışmaya bizzat katılması, malı ile, dili ile ve re’yi ile yardımda bulunması, bunlara gücü yetmiyor ise İslam cemaatini kalabalık göstermek için orduya katılması, veya yiyecek, giyecek ve mühimmat tedariki için geri hizmetlerde çalışması, habercilik, elçilik, casusluk, postacılık ve benzeri görevlerde bulunması gibi, bütün faaliyet ve fedakârlıkların hepsine birden cihad denir.[5]
Görülüyor ki, cihad deyince, akla sadece harp gelmemelidir. Gerektiğinde saldırgan ve fesat çıkaran düşmana karşı yapılacak silahlı savaş (mukatele) ise cihadın sadece bir çeşididir. O halde cihad; Her türlü zulmü, haksızlığı ve ahlaksızlığı ortadan kaldırmak, hakkı ve adaleti hâkim kılmak amacı ile, bir ibadet niyeti ve teşkilat disiplini içerisinde yapılması emredilen, bütün gayret ve hizmetlerin tamamıdır.
Tekrar belirtelim ki askeri cihad (Milli Savunma) dış düşmanlara karşı ve silahlı yapılır. Şartları ve kuralları farklıdır. Ama ülke içindeki, yanlışlık ve haksızlıkları önlemeye ve düzeltmeye yönelik hizmetler de bir nevi cihad sevabı kazandırır. Ancak bu türlü hizmetler ilmi, fikri ve siyasi metotlarla yapılır. Toplumu kavga ve kaos ortamına itecek davranışlardan sakınmalıdır.
B- FARZ EDİLMESİNDEKİ HİKMETLER VE CİHADIN AMACI.
1- İslam’a, Müslümanlara ve İslam ülkelerine yapılacak tecavüzleri önlemek,
2- İslami ve ictimai hayatın huzur ve hürriyetini korumak, barışı ve emniyeti sağlamak,
3- Zulüm hakimiyetini ve sömürü sistemlerini yıkıp, hak ve adalet düzenini yerleştirmek,
4- Kimden gelirse ve kime karşı olursa olsun, yeryüzünde temel insan hak ve hürriyetlerine karşı yapılacak tecavüz ve saldırıları durduracak, üstün bir güç ve sistem oluşturmak,
5- İslam’ın herkese ve her yerde anlatılmasına, gerçek bir söz ve fikir hürriyetinin oluşmasına mani olan engelleri ortadan kaldırmak,
6- İnsanlığın yaratılış gayesine uygun, adil ve dengeli, ekonomik, sosyal ve siyasal bir hukuk ve hayat sistemini kurmak ve yürütmek,
7- Yeryüzünde fitne ve fesat (odaklarını) ortadan kaldırmak.[6] Ve “İlayı Kelimetullah”ı (Allah kelime ve kelamının yani Kur’an ahlakının hakim kılınmasını) gerçekleştirmek gibi, önemli hikmetleri ve genel hedefleri nedeniyle, cüz’i ve geçici zararları ve sıkıntıları da olsa – cihad üzerimize farz kılınmıştır.
Bu konuda Cebab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
“Pek hoşunuza gitmediği halde, savaş (ve cihad) size farz kılındı. (Buna sabredin) Bazen hoşlanmadığınız bir şey, hakkınızda çok hayırlı olabilir ve hoşunuza giden bazı şeyler de, sizin için zararlı olabilir. (Bunları) Allah bilir, siz bilemezsiniz.”[7]
C- CiHAD’IN DİĞER İBADETLERDEN FARKLI ÖZELLİKLERİ VE ÜSTÜN TARAFLARI
1- Cihad, dinimizde ilk farz kılınan ibadettir. Çünkü cihad, Hakkı yaymak ve yerleştirmek için yapılan gayret ve fedakarlıkların hepsidir. Bu hizmet ve mesuliyet de, nübüvvetle başlamıştır. Hicretten sonra izin verilen ise, mukatele (silahlı çarpışma)dır.
“Kendileriyle savaşılan (mü’min)lere (silahlı çarpışmaya) izin verildi. Çünkü onlara zulmedilmiştir (ve silahla savaşılacak olgunluğa ve hazırlığa erişilmiştir) ve şüphesiz Allah Müslümanlara yardım etmeye kadirdir.”[8]
2- Kur’an-ı Kerim’de, hakkında en çok ayet bulunan ibadet, cihad’dır. Namaz, oruç, hac ve zekat gibi ibadetlerle ilgili ayetlerin toplamı 140 kadar olduğu halde, sadece cihad’la ilgili ayetlerin sayısı 400’ü geçmektedir.
3- Cihat, en büyük ibadettir. “Mü’minler’den özürsüz olarak yerlerinde oturanlarla, malları ve canlan ile Allah yolunda cihad edenler (asla) bir olamazlar. Allah mallarıyla, canlarıyla cihat edenleri, derece bakımından, oturanlardan üstün kılmıştır. Gerçi Allah (mü’minlerin) hepsine güzellikler vaat etmiştir. Ancak mücahitleri, oturanlardan çok daha büyük ecirlerle üstün kılmıştır. (Allah cihad edenlere) kendi katından çok büyük mertebeler vermiş, onlara mağfiret ve rahmet etmiştir.”[9] ayeti bunu açıkça göstermektedir.
Ebu Hureyre Hz.lerinin rivayet ettiğine göre, sahabeden birisi gelerek;
– Ya Resulullah bana cihadın (faziletine) denk bir ibadet gösterir misin? diye sorunca, Peygamberimiz;
– Ben cihad değerinde başka bir ibadet bilmiş ve bulmuş değilim ki, sana da öğreteyim, buyurdu ve devamla;
– (Sana sorarım) Hiç gücün yetişir mi ki, mücahit (sefere) çıkağında (o dönünceye kadar) sen de mescide girip, hiç ara vermeden devamlı namaz kılasın, hiç iftar etmeden devamlı oruç tutasın? deyince o adam:
– Buna kimin gücü yeter ki? dedi.[10]
Yine Ebu Zer Gıfari Hz.leri:
– Ya Resulüllah en efdal ibadet hangisidir, diye sorduğunda, Efendimiz:
– Allah’a iman ve Allah yolunda cihad… cevabını vermiştir.[11]
4- Diğer bütün ibadetlerin gönül huzuruyla yapılması ve İslami kuralların bütünüyle uygulanması da cihada bağlıdır. Zira cihad’sız emniyet ve hürriyet olmayacağı açıktır. Ekonomik, teknolojik ve psikolojik yönden hazırlıksız toplumlar, başka milletlerin kölesi olacaktır.
5- Peygamberlikten sonra, en yüce makam olan şehitlik rütbesine ancak cihad ile ulaşılabilir. Bir Hadis-i Şerifte şöyle bildirilmektedir.
“Yeryüzünde hiçbir insan cennete girdikten ve Allah katındaki nimet ve faziletleri gördükten sonra, artık dünyanın tamamı bile kendisine verilse, yine asla geri gelmek istemez. Ancak şehitler (ve şehitlerin o yüksek makamını görenler) hariç… Onlar (cihad ederek) yeniden şehit olmak üzere, tekrar ve tekrar dünyaya dönmek isterler…”[12]
6- Her ibadet için belli bir zaman ve miktar tayin edildiği halde, cihad belli bir süre ve sayı ile sınırlanmamıştır Çünkü cihad, hayat boyu sürecek ve dünya durdukça devam edecek bir ibadettir.
7- Namaz, oruç ve hac gibi ibadetler işlenirken, insanın canına, malına bir zarar gelmesi ihtimali ve endişesi ortaya çıkarsa, o ibadetler tehir edilebildiği halde cihad yolunda, mal ve canın feda edilmesi emredilmekte ve mutlaka cihadın sürdürülmesi gerekmektedir.
8- Allah ve Resulünden sonra herkesten ve her şeyden daha çok sevilmesi ve yapılması gereken amel cihad’dır. Çünkü Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
“(Ey Resulüm inananlara) De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabalarınız, kazandığınız mal, servet ve memuriyetiniz, düzeninin bozulmasına korktuğunuz ticaretiniz, pek hoşlandığınız ve ferahladığınız evleriniz, (evet) şayet bunlar size Allah’tan, Resulünden ve Onun yolunda cihad etmekten daha sevgili geliyor (ve bütün bunları elden kaçırırım korkusu ile cihat’tan geri kalıyorsanız) o zaman Allah’ın emri ile (zillet ve esaret) gelinceye kadar bekleyin. (Başınıza gelecekleri göreceksiniz.) Allah (cihattan kaçan) fasıklar topluluğuna, asla (hidayet ve inayet) etmeyecektir.”[13]
9- Cihad etmeyenlere, cepheyi ve nöbet (hizmet) yerini terk edenlere selam verilmemesi ve onlara genel boykot ilan edilmesi öngörülmüştür.
“Ve (cihad’tan) geri kalan (ve hizmetten kaçan) o üç kişinin tövbelerini (Allah) kabul buyurdu: (çünkü, Peygamberin emri ile kendilerine uygulanan manevi boykot yüzünden) bütün genişliğine rağmen, dünya kendilerine dar gelmeye başlamış, canları sıkıştıkça sıkışmış, (nihayet) Allah’ın (azabından) yine Allah’a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı…”[14] ayeti bu durumu haber vermekte ve nefislerine uyarak Tebük seferinden geri kalan üç büyük sahabeye uygulanan “selam vermeme ve ilgilenmeme” cezası sonucu çektikleri ızdırabı dile getirmektedir.
Halbuki cihadın dışında, başka ibadetleri terk edenlere böyle bir ceza uygulanmamıştır.
10- Cihadı terk etmek en büyük tehlike sayılmıştır “(Paranızı ve imkanlarınızı) Allah yolunda (ve cihad uğrunda) harcayın (cihadı terk etmek suretiyle) kendi ellerinizle, kendinizi tehlikeye atmayın. Allah yolunda ihsan ve iyilik edin. Doğrusu Allah (verilen görevleri iyi yapan ve imkanlarını cihad yolunda harcayan) muhsinleri sever.”[15] ayeti bu tehlikeden sakındırmaktadır.
11- Cihad; Ashabı Kiramın tarikatıdır. Onların cihadı sayesinde İslam yerleşmiş ve yayılmıştır. Hz. Peygamber (sav)in “Küçük cihad’dan büyük cihada dönüyoruz” sözü yanlış anlaşılmıştır. Bu emriyle, Efendimiz (sav), “Ashabım, bugüne kadar sadece Allah rızası ve ahiret düşüncesiyle hizmet ve hareket ettiniz. Ancak bundan sonra komutanlık ve benzeri makamlar ve ganimet gibi çeşitli menfaatler yüzünden sakın ihlasınızı bozup, birbirinize düşmeyin” ihtarında bulunuyordu ve sahabe bunu böyle anlıyordu. Zira bu sözü duyduktan sonra hiçbir sahabenin cihadı terk edip “nefsimi temizliyorum” bahanesiyle evine kapandığı görülmemiştir.
Hem madem örneğimiz, peygamberimizdir. Öyle ise, İbadet ve hizmetlerimizi sıraya koyarken ve bir zamanlama yaparken ona uyulması gerekmez mi? O halde geliniz, bizler de “küçük cihadı” tamamlayalım, zulmün ve sömürünün esaretinden kurtulalım, adalet ve hürriyet ortamını birlikte hazırlayalım, ondan sonra nefis terbiyesi ile uğraşalım.
Gerçek odur ki, nefsi cihatla fiili ve siyasi cihad mutlaka birlikte sürdürülmesi gerekmektedir. Bunlardan birisi olmadan, diğeri de anlamını ve amacını yitirmektedir. Tarikat terbiyesi alamamış ve devamlı bir nefis muhasebesi yapacak olgunluğa ulaşamamış insanların, fiili ve siyasi cihad’da da başarılı ve faydalı olmadıkları ve hedefe varamadıkları görülmektedir. Bunun, gibi sözde zikir, ibadet ve riyazetle meşgul görünüp, cihad’dan, sosyal ve siyasal hayattan uzak kaçanların ise, maalesef İslami onurlarını koruyamadıkları, mason ve münafıklarca istismar aracı yapıldıkları bilinen bir gerçektir.
Müritlerinden bazıları Allah dostlarından bir zata gelip, nefis terbiyesi için kendilerini çileye sokmasını isterler. Hazret onlara sorar: Avam çilesi mi istiyorsunuz, yoksa Ashab çilesi mi?
Bunların ne anlama geldiğini sorduklarında ise, şöyle cevap verir;
Sadece dünyayı ve günahları değil, yemek, içmek, uyumak ve eşlerinizle olmak gibi helal ve mübah olan arzularımızı bile terk edip, 40 gün mescidin karanlık bir köşesinde ibadet ve riyazetle meşgul olmak, avamın çilesidir!..
Ama, insanların onurunu ve huzurunu korumak, barış ve bereket şartlarını hazırlamak, zulüm ve sömürüyü ortadan kaldırmak üzere çalışmak ve bu yolda sıkıntılara katlanmak ise Ashabın çilesidir.
12- İnananların, Allah (cc) ve Resulüne (sav) muhabbet ve teslimiyetlerinin ve dindeki ihlas ve samimiyetlerinin en keskin ölçüsü de, cihad hususundaki gayret ve ciddiyetleridir.
“Yoksa siz, Allah içinizden cihad edenleri, Allah ve Resulünden ve mü’minlerden başkasını kendisine dost ve lider edinmeyen (gerçek Müslümanları) diğerlerinden ayırmak ve açığa çıkarmak üzere, imtihan etmeden bırakılacağınızı mı sandınız?”[16]
“Mü’minlerden (bir kısmı da, silahlı savunma ve savaşa izin veren) bir sure indirilmesi gerekmez mi? (Yeter artık eli kolu bağlı durduğumuz) derlerdi. Fakat (ne zaman ki) hükmü açık bir sure indirilip, düşmanlarla çarpışmaktan söz edilince, kalplerinde hastalık bulunan (bu tiplerin) ölümden korkarak bayılıp düşenler gibi, (ürkek ve isteksiz) sana baktıklarını görürsün.” Halbuki onlara yakışan (cihad’la ilgili emir ve görevlere) itaat etmek ve güzel (teşvik edici sözler) söylemektir. İş ciddiye bindiği zaman (sahte, kahramanlık numaralarında) Allah’a sadık kalsalardı, elbette kendileri için daha hayırlı olurdu.”[17]ayetleri, bu ölçüleri ortaya koymaktadır.
13- Cihad ibadeti asla zarar ihtimali bulunmayan, bir manevi ticaret ve en kârlı meşguliyettir.
“Ebedi olan ahiret hayatını satın almak isteyenler, fani olan dünya hayatı ve menfaatini Allah yolunda versinler. Kim Allah yolunda çarpışırken o yolda ölürse veya galip gelerek (zafere ererse) her iki halde Biz ona yakında pek büyük bir mükafat vereceğiz.”[18] ayetinde (galip gelse veya mağlup olsa) denmiyor. Zira bu yolda asla mağlup olunmayacak ve hizmetler boşa çıkmayacaktır.
Ç- CİHADIN FARZ-I AYIN OLDUĞU DURUMLAR.
Cihad; Kur’an, Sünnet ve icma ile farz olan bir ibadettir. Adalet düzeninin hâkim olduğu, milletin hak ve hürriyetlerini koruyacak ve savunacak milli orduların kurulduğu, tebliğ ve irşat görevini yürütecek ulema ve mürşitlerin hazır bulunduğu bir ortamda diğer sade müslümanlara cihad farz-ı kifayedir. Cihadın farz-ı kifaye olduğu bir dönemde, muhtaç ve mağdur olan ana-babaya hizmet, ilim tahsili ve nefis terbiyesi, sanat ve meslek talimi ve helal rızık talebi gibi hizmetler tercih edilerek, cihad terk edilebilir.
Ancak ülkenin genel bir düşman saldırısına ve işgale uğraması, veya müslümanların zorba rejimlerin tasallutuna mahkum bırakılması durumunda ise, kadın-erkek her mü’mine cihad farz-ı ayın olur. Böyle bir zulüm ve esaret altında bulunan, ekonomik, sosyal ve siyasal haksızlıklara uğrayan, İslam dışı cahili bir hayat yaşamaya mecbur tutulan müslümanların, bu zulümlerden kurtulmak, hürriyet ve adalet ortamına kavuşmak için çalışmaları kaçınılmazdır.
Cihadın herkese farz-ı ayın olduğu böyle bir ortamda, gerekirse çocuk babasından, hanım kocasından, köle (hizmetçi) efendisinden izin almak zorunda kalmadan bile ülke savunmasına ve hizmet yarışına katılacaktır. Bu durumlarda cihadı terk ederek yapılacak hiçbir hizmet Allah’ın makbulü değildir.
“Siz hacılara su verme ve Mescid-i Haram’ı onarma (işini yapanı) Allah ve ahiret gününe inanarak, Allah yolunda cihad edenle bir mi tutuyorsunuz? (Hayır) Bunlar Allah katında bir olamazlar… Allah cihadı terk eden zalimler topluluğuna hidayet etmez.”[19]ayeti, cihad’ın farz-ı ayın olduğu bir ortamda, inanan herkesin cihada önem ve öncelik vermesi gerektiğini, cihadı terk edenlerin, mevcut zulme göz yumduklarından dolayı, bir nevi suçlu ve sorumlu olacaklarını haber vermektedir.
“Nefiri am” Genel seferberlik halinde (cihad farz-ı ayın olunca) köleler, kadınlar, alimler, hatta savaşa gücü yeten çocuklar da, cihad’la mükellef olurlar. Düşman saldırısını ve genel zulmü ortadan kaldırmak mecburiyeti hasıl olduğu için çocuk babasından, köle (hizmetçi) efendisinden, kadın kocasından izin almak zorunda değildir. Çünkü (dini ve vatanı) korumak gibi, genel belayı önlemek için, özel zarar ve zahmetler göze alınır.[20]
“Ancak cihad faaliyetlerine katılmaktan aciz, çaresiz ve zayıf oIanlar, ağır hastalar (ve sakatlar), cihad yolunda harcayacak hiçbir şeyi olmayanlar -bunlar cihad hareketini söz ve dua ile desteklemek ve halka öğüt verip teşvik etmek şartıyla- cihada katılmayabilirler”[21]ayeti cihadın farz-ı ayın olduğu dönemde, kimlerin ve hangi mazeretinden dolayı cihada katılmayabileceklerini bildirmektedir.
“Ey iman edenler, (uyanık bulunup) korunma ve savunma tedbirlerinizi alın. Bölük bölük, ya da hep birlikte cihada çıkın.”[22] ayetinde “sübatin” (bölük bölük) kelimesi, cihadın farz-ı kifaye olduğu döneme, “cemian” (topyekûn hepiniz) emri de cihadın farz-ı ayın olduğu zamana işaret eder.
Velhasıl, düşman tehlikesinden ve zalim yönetimlerin esaretinden kurtulmak, can, mal ve namus emniyetini korumak, din ve düşünce hürriyetini sağlamak, İslam’ca ve insanca bir hayat yaşamak için, cihadın farz-ı ayın olduğu hususunda icma ve ittifak vardır.
D- CİHAD’IN METOTLARI VE SİYASİ CİHADIN ANLAMI
Kur’an’da birçok konudaki hükümler “mutlak”tır, ama “mukayyet” (kayıtlı) değildir. Yani, özelikle itikat ve ibadet dışında kalan, muamelat (ticaret, iktisat, sanat ve siyaset gibi) yaşanan hayat konularında “mutlak hükümler, genel ve temel ölçüler” koymakla beraber, o hükümlerin icrasının (uygulanmasının) şeklini, değişen ve gelişen şartlara uygun içtihatlara bırakmıştır. Böylelikle, İslam, dar kalıplar ve kuru kabuklar içinde sıkışıp kalan, ölü prensipler yığını olmaktan kurtarılıp, her çağa yön ve şekil veren ve her çıkmaza yol gösteren, diri ve dinamik bir din olma özelliğine kavuşturulmuştur.
Bu hikmete binaen, İslam, “her türlü zulmü ortadan kaldırmak, Hakkı ve adaleti hâkim kılmak” için mutlak surette emredilen cihadın, genel ve temel esaslarını bildirmekle beraber, cihadın şeklini, metodunu ve vasıtalarını açık olarak göstermemiş, bunları değişen ve gelişen şartların durumuna bırakmıştır.
Ancak bu metotları iki ana bölümde ele almak mümkündür:
1- Dışarıdan gelecek harbi ve saldırgan düşmanlara karşı, silahlı savunma ve hücum harpleri ve hazırlıkları, hile, oyalama ve aldatma taktikleri, barış ve anlaşma stratejileri.
2- İçerideki zalim yönetimlere karşı ise, basın ve yayın gibi en etkili vasıtalarla kamuoyu ve baskı unsurları oluşturarak yapılacak, ikaz ve irşat hizmetleri ve “siyasi cihad” hareketleri…
“Kafirlere (ve zalim rejimlerine) itaat etme (boyun eğme) onlara, karşı bununla (Kur’an ile) büyük cihad et.”[23] ayeti, Kur’ani örnek ve ölçülerle yapılacak ilmi ve siyasi cihada işaret etmekte ve bunun “en büyük cihad” olduğunu bildirmektedir.
“Siyaset, halkı dünya ve ahirette kurtuluşa erecekleri, hak yola irşat etmekle, onların salahına ve felahına çalışmaktır.”[24]
Siyaset, devleti hak ve adalete uygun olarak yönetmek ve insanları iyilikle idare etmek mesleğidir.
Zira Cenab-ı Hak, insanlar arasında mutlaka adaletle hükmedilmesini emretmiş, adaletle hükmedilmesi için de emanetlerin (devlet yönetimine ait vazifelerin) ehline verilmesini istemiştir.[25] Ülkemizde, temel insan haklarına ve evrensel hukuk kurallarına uygun bir sistemi yerleştirmek, en hayırlı hizmettir.
Müslümanların en önemli ve öncelikli vazifelerinin başında, adil bir hükümet kurmaları gerektiği, Kur’an ayetleri, Resulüllah’ın hadisleri ve Ashabın icması ve uygulamasıyla sabittir. Peygamberimizin vefatından sonra, Ashabı Kiram’ın, O’nun cenaze hizmetlerini bile erteleyip, Hz. Ebu Bekir’i devlet başkanı seçmek sureti ile ona biat etmeleri ve meşru bir hükümet kurulmasına son derece önem ve öncelik göstermeleri, bunun açık bir delilidir.[26]
Çağımızın önde gelen alimlerinden Said Havva “İslam Erinin, Ahlak ve Kültürü” adıyla dilimize çevrilen kıymetli eserinin “siyasi cihad” bölümünde şunları söylemektedir.
“…….. Çağımız cemiyetleşme ve kitleleşme çağıdır. Müslümanlar, çeşitli isimler altında kuracakları cemiyet (ve teşkilatların) çatısı altında, hem tanışıp toparlanacaklar, hem de birlikte İslam’ı yaşamaya ve yaşatmaya çalışacaklardır…”
“…….. Kanunların tanıdığı imkanları, hayır yolunda kullanmak ve hukuki haklardan yararlanarak her gün biraz daha ileriye gitmek ve fırsatları değerlendirmek lazımdır…”
“…….. Kalbinde zerre kadar imanı bulunan bir insanın, hak ve adalete dayalı bir hükümet düzeninin kurulması için çalışması farz-ı ayındır. Bütün bu hizmetler ise, ancak siyaset çatısı altında yapılabilecek işlerdir. Siyasetten kaçan ve korkan bir Müslüman, şüphesiz bunların hiçbirini, yapamayacaktır…”
Bugün İslam’ı savunmak ve haklarımızı korumak için siyasetle uğraşmak müslümanlar için zorunluluktur. Eğer müslümanlar haklarını ve dinlerini korumak istiyorlarsa, kendi ülkelerinde siyasi faaliyet gösteren (batıl zihniyetlere) karşı koyabilmek için mutlaka bir siyasi partinin çatısı altında toplanmalıdırlar…
“……. Yahudi Siyon protokollerinin beşinci maddesi şöyledir; Yahudiler bulundukları her yerde, birbirine zıt düşünceleri ortaya atarak halkın siyasetten uzak durmalarını ve bu sahanın Yahudi ve masonların tekelinde kalmasını sağlamalıdırlar…”
“…… Bugün siyaset düşüncesini kafasından atan ve ondan uzak duran bir Müslüman, ya İslam’ı anlamayacak kadar şuursuz bir insandır, veya İslam’ın hükmünü savunmaktan çekinen bir korkaktır…”
“…… Bir takım özel sebepler ve mazeretlerle, İslam’ın menfaati gereği bazı kimseler zahiren siyasi parti faaliyetlerine katılmayabilirler. Ancak bunlar siyasi faaliyetlerin aleyhinde bulunamazlar ve başka müslümanları da siyasi cihad’dan soğutamazlar. Böyle yapmaları halinde iki büyük günah işlemiş olurlar:
1- Kendileri (adil bir devlet düzeni kurmak için yapılan) siyasi cihattan kaçtıklarından,
2- Kendilerine uyan müslümanları, bu önemli hizmetten geri koyduklarından…”
“Biz siyasi parti faaliyetlerini bırakıp, önce fert fert insanları irşat ve ıslah etmeliyiz.” düşüncesinde olanlara karşı da Mevdudi şöyle cevap veriyor:
“Siz eğer ahlaki ve sosyal inkılabı bir an önce elde etmek istiyorsanız, evvela bu (sosyal) inkılabı (gerçekleştirebilecek) vasıtaların neler olduğunu düşünmeniz lazımdır. Elbette ki bu vasıtalar; eğitim, öğretim, genel ahlakın ıslahı ve (batıl) zihniyetlerin değişmesi gibi şeylerdir. Bunlar için de (adil) bir hükümetin (mutlaka) kurulması ve onun kanuni ve siyasi vasıtalarının kullanılması gereklidir. (Çünkü) hükümet kudreti, yalnız tek başına bir ıslah vasıtası olmakla kalmaz, (aynı zamanda) diğer ıslah vasıtaları üzerinde de (çok büyük) tesirler icra eder.”
Artık bu gerçekler ortada iken “hükümet vasıtalarından istifade etmeyelim (ve siyasetle uğraşmayalım) demek manasızdır. Bizim verdiğimiz reyler ve ödediğimiz vergilerle (zaten batıl ve zalim zihniyetler) hükümet icraatına devam edeceklerdir. Şimdi biz bu yanlışlık ve ahmaklığı nasıl kabul edebiliriz ki, bir yandan ferdi ve ahlaki bakımdan toplumun ıslahına çalıştığımızı söyleyelim, diğer taraftan da hükümetin ahlakı ve hayatı düzeltecek (eğitim sistemi, televizyon, basın gibi) en etkili vasıtalarını (hayır yolunda) kullanmaktan kaçınıp, bunları küfür ve kötülük yolunda faaliyet yapmasına göz yumalım…”[27]
Müslümanlara hikmet ve siyaset dersi vermek üzere indirilen sure-i celilede Hz. Yusuf’un (as) Firavunlardan biri olan Mısır melikinden maliye bakanlığı görevini istemesi ve üstlenmesiyle ilgili 55. ayetin tefsirinden şu sonuç çıkarılmıştır.
“Bu ayeti celile bir kimsenin beşeri kanunları yoluyla hizmete ve siyasete imkanı ve fırsatı olur ve o işi ondan başka başaracak birisi bulunmazsa, (müslüman’ın) o memuriyete muktedir olduğunu açıklayıp ispat etmek (ve bizzat istemek) suretiyle o göreve talip olması caizdir. İsterse, o göreve tayin edecek kimse kâfir bile olsa (hayırlı işlerde) onunla yardımlaşarak (toplumu) Hak’ka ve huzura doğru çekip götürmek lazım olduğuna dalalet ettiği” Beyzavi tefsirinde bildirilmektedir.[28]
Ebu Hureyre (ra) da rivayet ettiğine göre, Resulüllah (sav) şöyle buyurmuştur:
“İsrailoğullarının peygamberleri siyaset yapardı (idare ederdi). Her ne zaman bir peygamber gider (ölür)se, onun yerine başka bir Peygamber geçerdi. Benden sonra ise şüphesiz hiçbir peygamber olmayacaktır. Sahabiler:
– Şu halde (Senden sonra) ne olabilir, diye sordular. Peygamber (sav):
– (Benden sonra) halifeler olur ve sayıları çoğalabilir, buyurdu.
Sahabiler;
– (Ya Resulüllah) Halifelerin sayısı artınca (birden fazla lider ortaya çıkınca) nasıl yapacağız? diye sordular. Peygamber (sav):
– Birinciye ettiğiniz biat’a bağlı kalınız. (Çünkü ilk biat sahihtir) ve üzerinizdeki (emrini dinleme ve itaat etme) hakkını ödeyiniz. Onlara da Allah (Azze ve Celle) (sizin adınıza) riayet etmeleri gerekli haklarınızı soracaktır.”[29]
E- CİHADIN EDASININ ŞARTLARI:
(Cihad’ın Farz’ları.)
Cihad bir ibadettir ve her ibadet gibi cihad dahi, ancak emredilen şartlara uyularak yapılırsa makbul olacaktır. Abdestsiz namaz, arafat’sız hac, açlık çekmeden oruç olmayacağı gibi, şimdi arz edeceğimiz şartlar yerine getirilmeden de cihad olmayacaktır.
Bu şartlar beş tanedir: Bunlar aynı zamanda cihadın farzlarıdır.
1- Cihad, mutlaka organizeli bir teşkilat ve disiplinli bir cemaat şuuruyla yürütülecektir.
2- Bu hizmetlerin başındaki yetkililere ve yöneticilere her mü’min -Hakkı ve hayrı emrettiği müddetçe- ona itaat edecektir.
3- Her mümin (mücahid) bu hayırlı oluşum içindeki hizmet birimini ve şahsi görevini bilecek, nöbet ve hizmet yerini asla terk etmeyecektir. Yani “şuurlu” insan haline gelecektir.
4- a- Canıyla cihad etmek: Ömrünü, zamanını, fırsatını adalet nizamının kurulması ve korunması yolunda harcamak. Bizzat, bedeniyle cihad ve teşkilat hizmetlerine katılıp bu yolda yorulmak ve bu gaye ve gayret üzerinde iken Mevla’ya kavuşmak.
b- Malıyla cihad etmek: Parasını, makamını ve imkanlarını hakkın hakimiyeti için seferber etmek… Hayırlı hizmetlerin ve dava erlerinin maddi ihtiyaçlarını karşılamak…
5- Teşkilat içinde fitne ve tefrika çıkarmamak.
Kur’an, sünnet, icma ve içtihat gibi temel İslami ölçülerle sabit olan bu beş şart yerine getirilmeden yapılacak hiçbir hizmet ve hareket, gerçek manada cihat mertebesine çıkamayacaktır.
Şimdi bunları delilleri ve kaynaklarıyla birlikte izah edelim.
1- Bu türlü hizmetlerin mutlaka teşkilat düzeni ve disiplini içinde ve inananların hep birlikte yapmaları gerekmektedir.
İslam’da şahsi ve sivri hareketlere izin ve itibar yoktur.
“Müşrikler nasıl sizinle topyekûn savaşıyorlarsa, siz de onlarla hepiniz birlikte ve topyekûn savaşın.”[30] ayeti bütün milletin aynı hedefe, aynı şuur içinde ve birlikte yürümeleri gerektiğini açıkça göstermektedir.
“Ey iman edenler. Size ne oldu ki “Allah yolunda (topluca) cihada çıkın” denildiği zaman, yerinize çakılıp kaldınız. Yoksa ahireti bırakıp dünya hayatına mı razı oldunuz.”[31]ayetinde, cihatta topluca ve birlikte hareketin gereğine işaret etmektedir.
“Allah kendi yolunda kurşunla kaynatılmış binalar gibi, saf bağlayarak çarpışanları sever.”[32] ayetinde geçen “Bünyanün mersus” ifadesi, fertleri ve birlikleri arasında ciddi bir teşkilat ve irtibat bağı bulunan, sevgi ve saygı zinciri içinde bir disiplin düzeni kurulan, gönül birliği ve teşkilat dirliği oluşturulan müminler bir bütünlük halinde cihad ederler” manasını taşımaktadır.
Elbette bir orduda karacı, havacı ve denizci gibi çeşitli birim ve bölükler olacaktır. Ama bunların hepsi, aynı genelkurmaya bağlı kalacaktır. Bunun gibi, örneğin bir siyasi hizmet bünyesinde parti, sendika, gazete vakıflar gençlik teşkilatları gibi çeşitli kuruluşlar haliyle bulunacaktır. Ancak bunlar manevi sinir sistemiyle beyne (genel merkeze) bağlı çalışmak durumundadırlar.
Bu oluşum içinde ırkçılık, bölgecilik, grupçuluk gibi ayırımlar yasak ve haramdır. Daha önce İslami feyiz ve eğitimini ister Risale-i Nurdan, ister Kur’an kurslarından, ister bir tarikat ocağından, isterse medreseden ve özel hocadan almış ve yetişmiş olsun, bu hukuki ve ahlaki hizmet içinde zulme ve sömürüye karşı birlikte hareket etmeye mecburdurlar. Hanefilik, Şafilik gibi mezhep ayrımı, Nurculuk-Süleymancılık gibi meşrep ayrımı, Kadirilik-Nakşilik gibi tarikat ve şeyh ayrımı veya mektepli-medreseli gibi meslek ayrımı ve Türk-Kürt gibi ırkçılık ayrımları yapmak ve fitne çıkarmak haramdır, en büyük günahlardandır.
“Hepiniz birden topluca Allah’ın ipine (ve Kur’an’ın hükmüne) yapışın, (sakın) tefrikaya düşüp parçalamayın.”[33] ayeti, hep birlikte ve bir düzen ve disiplin içerisinde hareket etmemizi, tefrikadan da mutlaka sakınmamızı kesinlikle emretmektedir.
Herkes kendi eğitimine, mesleğine ve kabiliyetine uygun hizmet birimlerinde çalışacak, muazzam bir fabrikanın dişlileri gibi, hep birbirinin işini kolaylaştırmaya ve eksiğini tamamlamaya uğraşacaklardır. Böylece, Türkiye’nin öncülüğünde yeni bir medeniyet kurulacaktır.
2- Hizmet birimini tanımak ve tabi olmak. Başsız ve programsız başarı olamayacağı, akli ve nakli delillerle sabit olan bir gerçektir. Vücutta baş ve beyin ne ise, teşkilatta da lider o konumdadır.
“Ey iman edenler. Allah’a itaat edin, Resule itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de (itaat edin).”[34] ayeti hem “emir ve komuta” sahiplerinin gereğini hem de onlara itaatin farziyetini beyan etmektedir.
“Gidip peygamberlerine: Bize bir komutan tayin et ki (onun önderliğinde) Allah yolunda savaşalım, dediler.”[35] ayeti de ancak itaat edilen bir liderin komutasında hizmet verilebileceğine işaret etmektedir.
“Cihada lüzum görüldüğünde “Veliyyülemr” (devlet başkanı-yoksa müslümanların) ilk yapacağı şey bir emir (komutan) tayin etmektir. Çünkü askeri (cemaat ve teşkilatı) sevk ve idare etmek, orduda ittifak ve ittihadı sağlamak, gerekli kararları almak ve uygulamak, disiplin ve düzeni korumak için (mutlaka) bir emire (ve lidere) ihtiyaç vardır.”[36]
Milli savunmada böyle olduğu gibi, Müslümanların esir ve zelil yaşadıkları, Temel insan haklarından mahrum bulundukları, cemaat ve teşkilat şuurundan habersiz, başıboş dolaştıkları bir ortamda, kim çıkar da düzenli ve disiplinli bir hareket başlatırsa, o hizmet ve faaliyeti kuran, yürüten ve yöneten kişi, eIbette liderliğe liyakatını da ispat ve izhar etmiş olur.
Artık müslümanlara düşen, ona tabii ve taraf olmak, onun hizmet halkasına katılmak ve bazı zahmetlere katlanmaktır.
Bu konuda Peygamberimiz Efendimizin (sav):
“(Cemaat, teşkilat ve cihad)… Devamını okumak için tıklayınız.
Not : Cihat ilmihalimizin tamamın aşağıdaki linkten yükleyebilirsiniz…
[1] Hac: 11
[2] Ankebut: 2, 3, 4, 5, 6
[3] Enfal: 37
[4] Şumunni
[5] İbni Abidin, Cihad Risalesi
[6] Enfal: 39
[7] Bakara: 216
[8] Hac: 39
[9] Nisa: 95, 96
[10] Buhari, Cihad Bahsi
[11] Buhari, Itık Bahsi
[12] Süneni Nesei, Cihad Bölümü, Bab: 33
[13] Tevbe: 24
[14] Tevbe. 118
[15] Bakara: 195
[16] Tevbe: 16
[17] Muhammed: 20, 21
[18] Nisa: 74
[19] Tevbe: 19
[20] Daha Geniş Bilgi için Bkz. Bedayi, Reddül Muhtar, Hukuku İslamiye Kamusu, Ö. N. Bilmen, C:111 Sh:160
[21] Tevbe: 91
[22] Nisa: 71
[23] Furkan: 52
[24] İbni Abidin, C:8, SH: 186 Çağrı
[25] Nisa: 58
[26] Geniş Bilgi İçin Bkz. M. Vehbi Ef. Ahkamı Kur’aniye, Sh: 250
[27] Mevdudi, İslam’da Hükümet, Son Bölüm.
[28] E. Vehbi, Hulusatül Beyan, C: 7, Sh: 2451
[29] Sünen-i İbn Mace, C: 8 H. No: 2871
[30] Tevbe: 36
[31] Tevbe: 38
[32] Saf: 4
[33] Al-i İmran: 103
[34] Nisa: 59
[35] Bakara: 246
[36] Geniş Bilgi İçin Bkz. Hukuki İslamiye Kamusu, Ö. Nasuhi Bilmen C: NI, Sh: 361
[37] Müslim, C. 6 Sh: 22 / Ebu Davut, C: 4 Sh: 242
[38] Nesai, Bab: 25 / İbni Mace, Fiten Babı, / Müslim, C: 6, Sh: 38
[39] Bakara: 247
[40] Fetih: 10
[41] Al-i İmran: 200
[42] Süneni Nesei, Cihad Babı: 11
[43] Nesei, Cihad Bl. Bab. 40
[44] Muhammed: 7
[45] Bakara: 249
[46] Al-i İmran: 139
[47] Münafıkun: 8
[48] Enfal. 60
[49] Adiyat: 3, 4
[50] Süneni Ebu Davud, C:3, H. No: 2514
[51] Tevbe: 123
[52] Enfal: 61
[53] Müntehine: 7, 8
[54] Saf: 4
[55] Buhari, C:8 Sh: 105 / Müslim, C: 6, Sh: 21
[56] Süneni Ebu Davud, C: 3 H. No: 2533
[57] Al-i İmran: 57
[58] Saf: 10 – 14
[59] Hac: 78
[60] Enfal: 65
[61] Fetih: 20, 21
[62] Al-i İmran: 147 – 148
[63] Buhari, Cihad ve Siyer Babı.
[64] Al-i İmran: 159
[65] Şura: 38
[66] Tevbe: 45
[67] Tevbe: 47
[68] Ahzap: 11, 13
[69] Tevbe: 42
[70] Tevbe: 86
[71] Tevbe: 73
[72] Tevbe: 19
[73] Enfal. 46
[74] Enfal: 27
[75] Enfal. 16
[76] Tevbe: 81, 82
[77] Enfal: 6
[78] Enfal: 7, 8
[79] Nisa. 104
[80] Nisa: 94
[81] Süneni Nesai, Cihad Böl. Bab: 25
[82] Tirmizi, Siyer Babları 134, Hadis No: 1643
[83] Nisa: 83
[84] Ahzap. 60
[85] Nur: 16, 17
[86] Nur: 14, 20
[87] Hucurat: 6
[88] Bakara. 190
[89] Bakara. 194
[90] Tirmizi, Terc. 111, Siyer Babları, Sh. 154, Hadis No: 1629
[91] Hac. 40