İsrail ve Barzani İşbirlikçisi Bir İktidar Bağımsız Dış Politikayı Başarır Mı ?

882
Paylaş:

ABD’nin 5 saat gecikmesi PKK’yı nasıl kurtarmıştı?

“14 Şubat 2016 tarihiydi. Türkiye, Fırtına obüsleriyle Suriye’deki Miniğ Hava Üssü’nü vurmaya başlamıştı. Türkiye’nin Miniğ Hava Üssü’nü vurmasının nedeni PKK-YPG’ye mensup teröristleri kaçırtmaktı. Miniğ Hava Üssü’nü ele geçirmeye çalışan YPG’liler, Fırtına obüslerinin etkili atışları karşısında zor durumda kalmıştı. Henüz ABD’li askerlerin YPG üniformasıyla dayanışma görüntüsü vermediği zamanlardı. O sırada; ABD’nin İncirlik Üssü’ndeki koordinasyon merkezinden “Miniğ Havaalanı’nın bulunduğu bölgede keşif amaçlı İHA uçuşu yapacakları, bu nedenle top atışlarının durdurulması” talebi ulaştı. Uçuşun 1.5 saat süreceği bildirilmiş, Türkiye top atışlarını durdurmuştu. ABD’nin 1.5 saat dediği keşif uçuşları o gün tam 5 saat sürmüştü. Böylece bu süreden yararlanan YPG’liler zayiat vermeden bölgeden kaçıp kurtulmuşlardı.

DAEŞ’le mücadele adına koalisyon oluşturmuşlardı. Türkiye, ABD ile 22 Temmuz 2015 tarihinde İncirlik Üssü’nü DAEŞ’le mücadeleye açmıştı. Türkiye, DAEŞ’e karşı Suriye topraklarında Fırat Kalkanı operasyonuna başlamıştı. El Bab’da bir günde 16 askerimiz şehit olmuş, ama DAEŞ’le mücadele adına İncirlik Üssü’nü kullanan ABD’den destek çıkmamış, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, “Hava desteğinin verilmemesi kabul edilemez” diye sızlanmıştı. Ama El Bab operasyonunun başladığı 9 Aralık tarihinden bu yana, ABD’den destek alınamamıştı. Hani DAEŞ’le mücadele etmek için koalisyon güçleri oluşturulmamış mıydı? Biz El Bab’da DAEŞ’le savaştığımız halde, El Bab operasyonunun başladığı tarihten bu yana ABD’den tek bir uçak desteği alınmamıştı. DAEŞ’e yönelik operasyonlarda ABD’ye sabit hedeflerin koordinatları ve teyitli bilgiler iletildiği halde, bize yardıma yanaşmamıştı. Cerablus ve Dabık’ta DAEŞ’e yönelik operasyonlarda kimi zaman ABD’den hava desteği sağlanmıştı. Sembolik düzeyde de olsa koalisyonun katkısı anlamlıydı. Ancak ne zaman ki El Bab operasyonu başlamış, koalisyona ait tek bir uçak kaldırılmamış, ülkemiz yalnız bırakılmıştı. Tabii Türkiye haklı olarak, “Siz DAEŞ’le mücadele için burada değil misiniz, neden destek vermiyorsunuz?” diye sormaktaydı”[1] diyen yandaş yazar Abdülkadir Selvi, Amerika’nın küstahlığını ve kahpelik tavrını yazıp duracağına, bu dindar ve kahraman iktidara “Yahu halâ bu İncirlik’i ABD ve AB’li gavurlara niçin kapatmıyorsunuz?” sorusunu niye hiç gündeme taşımamaktaydı?

Bu zavallılar, AKP Türkiye’sinin halâ bir zamanlar resmen eşbaşkanlığını üstlendiği BOP’un, yani 26 İslam ülkesinin ve Türkiye’nin parçalanıp Büyük İsrail’e zemin hazırlanmasının taşeronluğunu yaptığını acaba bilmiyorlar mıydı, yoksa gizliyorlar mıydı?

Siz 2. İsrail olacak Barzani Kürdistanının kurulmasına taşeronluk yaparak ve Barzanistana resmen Devlet statüsü tanıyarak bugünkü felaketlerin kapısını açtınız!

Yıl 1995 ABD Saddam’ı devirmek için İsrail yanlısı ve Barzani taraftarı Kürtlerle anlaşmaya varmıştı. Özel seçilmiş 5000 Kürt pasaportsuz ve kimliksiz olarak Türkiye sınırından içeri alınmıştı. Batman-Guam Adası köprüsünde nakliye uçaklarıyla taşınan 2500 kişi Guam adasında özel eğitime tabi tutulmuşlardı. Türkiye bu 2500 kişinin tek tek parmak izlerini almıştı. Ve Yıl 1998. Türk istihbaratçıları bir koli çay bardağı ile Kürt aşiret liderleriyle K. Irak’ta bir toplantıya katılmışlardı. Tek bir amaçları vardır; Toplantıya katılanlardan kaçı ve kimler Guam Adası’na gidenler arasındaydı? Hatırlayacaksınız; birinci Körfez Savaşı’nda Saddam Hüseyin’i deviremeyen ABD, içten darbe başlatmak için hazırlıklara başlamıştı. Washington’un bu konudaki en büyük müttefiki sınır komşusu Türkiye ve K. Irak’taki yerleşik Kürtler sayılmaktaydı. Türkiye zaman zaman sınır ötesi harekatlarla K. Irak’a dalmakta, güya Peşmergeler de o dönemde Türk askerine yardımcı olmaktaydı. Hatta zaman zaman çatışan Barzani ve Talabani güçleri Türkiye’nin araya girmesiyle ateşkes yapılırdı.

PKK’dan usanan Barzani ve Talabani’nin yardımına Türkiye koşardı. Sınır bölgelerinde peşmergelerin kullanacağı karakollar ve yollar yapılır, silahlar aktarılırdı. İki peşmerge lideri sınırın öteki yakasında Türkiye’nin müttefiki olmuşlardı. Ancak Saddam Kürtler üzerindeki baskıyı arttırınca, bunun üzerine ABD kimine göre 5 bin kimine göre 7500 seçilmiş Kürt asıllı Iraklıyı alarak Guam Adası’na taşımıştı. ABD bu faaliyetini “müttefiklerine sahip çıkmak ve onlara yeni bir yaşam kurmak” olarak açıklamıştı. Tabi bu faaliyetlerin yapılması için tek bir yol ve yardımcı ülke vardı; TÜRKİYE. Ve iki ülke arasında görüşmeler başlamıştı. ABD, nedense Türkiye’den Guam Adası’na götüreceği kişilerin adını saklamıştı. Bu Ankara’da kriz yaşanmasına yol açmıştı. Sonra Pasaport Kanunu’ndaki bir maddeye istinaden kimliksiz ve pasaportsuz kişilerin Türkiye’ye girişi için bir yöntem bulunmuştu. Kimlikler beyana dayalı olacaktı ama, Türkiye sınırdan geçecek herkesin parmak izini alacaktı. ABD bunu kabule yanaşmıştı. Bunun üzerinde Ankara’dan giden 5 kişilik uzman bir ekip, sınırdan konvoylarla gelen Guam yolcusu seçilmiş 5000 Iraklı Kürt’ün parmak izlerini almıştı. Sonra bu parmak izleri Emniyet dosyasına konmadan MİT arşivlerine kaldırılmıştı.

ABD Guam adasında eğittiği seçilmiş Kürtleri zaman içerisinde yeniden K. Irak’a taşımış, bunlar da Saddam rejimini devirmek için altyapı çalışmalarına başlamıştı. Bu kez ellerinde kapı gibi ABD pasaportları vardı ve Türk sınırından rahatlıkla girip çıkmaktalardı. Kimisi Irak’ın güneyine kadar giderek oradaki Arap aşiretleri ile ABD’nin temasını sağlamaya yönelik çalışmalar yapmaktaydı. Amaç Saddam’ı kuşatarak silah bile kullanmadan teslim almaktı. Bu sırada PKK’nın Irak’taki faaliyetlerinden rahatsız olan Türk istihbarat birimleri 1998 yılında Kürdistan Demokrat Partisi lideri Barzani’den Kürt aşiret liderleriyle bir toplantı ayarlamasını istemiş ve Barzani Bölgedeki aşiretlerin liderlerini toplantıya çağırmıştı. Türk istihbaratının amacı hem PKK faaliyetlerini öğrenmek hem de gelinen durumla ilgili bilgi sahibi olmaktı. Ankara’dan yola çıkan istihbaratçılar Habur Sınır Kapısı’ndan geçerek görüşmeye katılmıştı. Arabaların bagajında aşiret liderlerine verilecek hediyelerin yanı sıra bir koli çay bardağı vardı.

Barzani’nin davetiyle gelen aşiret liderleri Türk istihbaratçıları coşkuyla karşılamış. Tek tek tanışma faslı yapılmıştı. Tanışılanların hepsi tek tek kayda alınmıştı. Ardından garson olarak görevli Türk istihbaratçıları toplantıya katılanlara çay servisi yapmıştı. Çay içilen bardaklar daha sonra içen kişilerin adlarıyla etiketlenerek yıkanmadan özel korumalı kolilere geri konulmuşlardı. Toplantı salonunda bilgi akışı dışarıda ise gerçek kimlikleri öğrenme telaşı vardı. İki grup da toplantıdan mutlu bir şekilde ayrılmış, aşiret liderleri Türkiye’nin de desteğini kazanmanın sevincini yaşamışlardı.

Türk istihbaratçıları özel kolide saklanan bardaklarla birlikte yeniden karayoluyla Habur Sınır Kapısı’ndan Türkiye’ye dönüş yapmışlardı. O koliler Ankara’ya gelir gelmez hemen Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Daire Başkanlığı’na gönderilip, burada bardaktaki parmak izleri alınmıştı. Daha önce seçilmiş olarak Guam’a” götürülen 5000 Kürt’ün parmak izleriyle mukayesesi yapılmış ve toplantıya katılan 17 aşiret liderinin Guam’da eğitimden geçen kişiler olduğu ortaya çıkmıştı. Bu bilgi de devletin arşivlerindeki yerini almıştı.

Peşmerge, Kürdistan Ordusu mu, gönüllü CIA-MOSSAD militanları mıydı?

Peşmerge Kürtçe; savaşçı veya fedai anlamındadır. Pêş, Kürtçede Önce; merg ise ölüm. Peşmerge, ölümün önünde koşanlar, ölümüne savaşanlar anlamındadır. Silahlı Kürt güçleri Peşmerge diye tanınmaktadır.

1920’lerde İsrail’in kışkırtmasıyla Kuzey Irak’ta özgür Kürt devleti hedefine ulaşmak için ilk kez tarih sayfasında ortaya çıkmış bağımsızlıkçı Kürt hareketinin silahlı bir kanadıdır. 2003 yılında Amerika Birleşik Devletleri destekli tekrar faaliyete geçen birim Kürdistan Bölgesel Yönetimi Ordusu olarak resmiyet kazandırılmıştır. 2003’te başlayan Irak’ın İşgalinde ABD ile birlikte koalisyon güçlerine destek sağlamışlardır.

Peşmerge komutanları özel CIA elamanları ve İsrail ajanlarıydı!

1995 yılına kadar Irak içinde 7.500 kadar Peşmerge ve Kürt STK görevlileri CIA operasyonu ile ülkeden kaçırılarak ABD ordusunun Guam Üssü’ne taşınmıştır. Irak’ın işgali sonrasında bu peşmergelerin eğitilerek Irak’ta önemli görevlere getirildiği bilinip durmaktadır. 2015 yılı itibari ile 35 bin Kürt askerin yanı sıra Irak ordusundan ve güvenlik güçlerinden ayrı olarak 80 ile 300 bin arasında Peşmerge bulunmaktadır. İki yıl önce bir Kürt Generali Mesrur Barzani, Peşmergelerin sayısını roket sistemleriyle donatılmış 5 bin zırhlı araç, 550 tank ve 25 savaş helikopterine sahip 270 bin kişi olarak açıklamıştı. Gönüllü savaşçıların sayısı bilinmemekle birlikte sıklıkla Amerika, Avrupa ve Avustralya’dan Peşmerge’ye katılım olmaktadır. Peşmerge’ye Amerika, Avrupa ve Avustralya’dan silah ve lojistik destek sağlanmaktadır.

Bu Peşmergeleri “Bob” diye çağrılan Siyonist Yahudi asıllı Amerikalı diplomat ve CIA ajanı Robert Booker Baer, teşkilatlandırmıştı. Irak’tan önce Fransa’da, Hindistan’da, Lübnan’da, Sudan’da, Fas’ta, Tacikistan’da görev yapmıştı. Anadili seviyesinde Arapça, Farsça, Fransızca, Almanca, Rusça, Tacikçe konuşmaktaydı. 1995’te Saddam’ı devirmek için Peşmergeleri kullanıp darbeye kalkıştı. Başaramayıp çuvalladılar, fiyaskoyla sonuçlandı. CIA apar topar tahliye operasyonu başlatmış, maşa olarak kullandığı 7500 civarında peşmergeyi kaçırıp, aileleriyle birlikte Habur’dan Türkiye’ye sokmuşlar, sonra Batman’dan nakliye uçaklarına bindirip, Pasifik okyanusundaki Guam adasına taşımış ve orada Barzanistan devletini kuracak şekilde uzun bir eğitime tabi tutmuşlardı.

1996’da Saddam’ın devrilmesi için ABD’nin destek verdiği ve sonrasında can güvenlikleri kalmadığı gerekçesiyle Türkiye üzerinden Pasifik’teki Guam adasına götürdüğü seçilmiş Kürtlerin bir kısmı şimdi ABD’de yaşamaktaydı. Michigan’lı Kürtlerden Hikmet Piromavi, ‘Biz ABD’lilerle aynı kanı taşıyoruz. Saddam’a karşı iki taraf da kan döktü. İki tarafın kanı birbirine karıştı’ diyorlardı. Ve İsrail Büyükelçiliği ile sürekli irtibat halinde bulunuyorlardı.

Türkçesi Guam Adası’na beş bin PKK’lı taşınmıştı!

Evet, 1991 Yılı’nda baba Bush’un Başkanlık döneminde gerçekleştirilen 1. Körfez Savaşı’nda 5 bin peşmerge aileleriyle birlikte CIA tarafından Pasifik Okyanusu’ndaki Guam Adası’na taşınıp, özel bir eğitime tabi tutulmuşlardı. Şimdi Kuzey Irak’ın sözde kurmayları da, devlet kurmayları da, peşmerge komutanları da bu 5 bin kişi arasından atanmıştı, PKK’nın mayıncıları da bunlardandı.

Taktik manevralarla stratejik amaçlara ulaşılamazdı!

Lütfen dikkat! Cumhuriyet tarihimiz boyunca Ankara’ya atanan bütün ABD büyükelçilerinin istisnasız tamamının Yahudi kökenli olması sadece bir tesadüfle izah edilemezdi. Çünkü Türkiye İsrail’in varlığı için hayati önemdeydi ve Ankara’ya atanacak Amerikan büyükelçilerinin çok özel seçilmesi ve güvenilmesi gerekliydi. Üstelik ABD’nin Ankara büyükelçilerini buradan ayrıldıktan sonra, ülkelerinde en yüksek stratejik görevlere getirilmesi ve Amerikan yönetimindeki etkinlikleri bu iddialarımızı ispatlar nitelikteydi.

ABD’li Eski Büyükelçiler deyip geçmeyin! Çünkü başımıza ne geliyorsa onların Türkiye’deki çalışmalarından ve Türkiye-ABD ilişkilerine “katkılarından” geliyor. Bu kapsamda, ABD’li mevcut ve eski büyükelçilerin Türkiye hakkında sağanak halinde gelen açıklamalarını fazlasıyla önemsemek ve dikkate almak gerekiyor. Bununla ilgili çok sayıda örneği birçoğumuz hatırlıyordur. Çünkü bunun için çok fazla geriye gitmeye bile gerek yok. Sadece son iki-üç hafta bile fazlasıyla yeterlidir. Washington’da BipartisanPolicy Center (Partilerüstü Siyaset Merkezi) tarafından düzenlenen Türk Amerikan ilişkilerinin ele alındığı bir panelde ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Eric Edelman’ın yaptığı konuşmaya dikkatleri çekmiş ve Washington’un Edelman üzerinden Ankara’ya şu üç önemli mesajı verdiğinin altını çizmiştim: 1)Türkiye’deki gelişmeler ABD’nin bölgedeki çıkarlarını tehdit etmektedir. Dolayısıyla Türkiye ABD açısından riskli bir ülke haline gelmektedir. 2)ABD, Türkiye’den gelecek hiç bir şantajı kabul etmeyecektir; 3)Türkiye iç savaşa doğru gitmektedir. Son cümle oldukça önemli! Çünkü Edelman “iç savaş” tespiti/uyarısı ile ABD’nin “başarısız bir devlet” kategorisine sokmaya başladığı Türkiye’ye “Yeniden Devlet İnşası” adı altında bir müdahalede bulunabileceğini ima etmişti. (15 Temmuz’un hemen ardından Türkiye’nin önce NATO, ardından ABD açısından “riskli bir ülke” olarak ilan edilmesi bu açıdan oldukça önemli diye de altını çizmiştik.)

Bass ve Kirby’den “Şişenin Tıpası Rolü”ne Devam Çağrısı

Bu kapsamda ABD’nin Ankara Büyükelçisi John Bass’ın Türkiye’ye yönelik Rusya uyarısı, daha doğrusu tehdit niteliğindeki çıkışı fazlasıyla dikkate almak gerekiyor. Bass’ın konuşması, ABD’ye yönelik son zamanda ön plana çıkartılan tüm iddialara bir cevap olmanın ötesinde, aba altında bir sopa gösterme olarak da kendisini hissettiriyor. Bass’ın bu kapsamdaki şu cümlesi not edilmeli: “Türkiye’nin Rus hükümetinin diğer birtakım politikaları ve bölgedeki davranışlarıyla ilgili temkinli davranmasını da beklerim.” İşte bu cümleyi, ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby tarafından yapılan açıklama ile birlikte değerlendirdiğimizde, açıkçası Türk-Amerikan ilişkileri adına fazlasıyla kırılgan bir döneme girildiğini söyleyebiliriz. Kırılganlık ve kriz elbette sadece Türkiye ile sınırlı değil. Suriye ve Irak merkezli olarak Ortadoğu’da yeni bir mücadele ve ittifaklaşma sürecine dikkat çekmesi açısından da önemli. Bunun için Kirby’nin kullandığı cümleler üzerinde biraz daha yoğunlaşmak gerekiyor.

Bu bağlamda Kirby’nin; Türkiye, Rusya ve İran Dışişleri Bakanları’nın Suriye’de çözüm için Moskova’da gerçekleştirdiği üçlü görüşmeye ilişkin olarak kullandığı şu cümlelere dikkatlerinizi çekmek istiyorum: 1)”ABD’nin davet edilmeyerek dışarıda tutulduğunu biliyoruz. Ancak ABD, Suriye’de kenara atılmadı, hâlâ Suriye’deki sürecin bir parçası”; 2)”Moskova’daki toplantıdan bir yol haritası çıkıp çıkmadığını anlamak için çok erken”; 3)”ABD Ortadoğu’da hâlâ etkin bir ülke”; 4)”ABD, Suriye’nin geleceğine dair çözüm arayışlarına devam edecek”; 5)“Türkiye ABD’nin Suriye’deki rolüne ihtiyaç duyabilir.” Bu ifadelerin öz Türkçesine gelince: 1)ABD Suriye-Irak merkezli BOP’da kararlı ve buradan çekilme niyetinde değil; 2)Karşımızdaki oyunu halen bozma kapasitesine sahibiz. Çünkü karşımızda kırılgan bir ittifaklaşma arayışı söz konusu; 3)Türkiye mevcut durumunu devam ettirirse, onu kendimize mecbur kılacak birtakım yöntemlere başvurabiliriz. Evet… Türkiye bölgede kendisine yüklenen rolleri reddettikçe, buna karşı direndikçe ve daha da önemlisi kendi milli menfaatleri çerçevesinde oyunu bozucu bir aktör olmanın ötesinde, çok kutuplu bir dünyada Türk-İslam dünyası adına bir kutup olma hedefini ortaya koydukça “birileri” buna çok fena kızıyor. Kızsınlar!” diyen Sn. Mehmet Seyfettin Erol’un tespitlerinde haklılık payı vardı. Ancak böylesi taktik manevralarla stratejik amaçlara asla ulaşılamazdı.

İsrail’in Kürt Kartı ve Barzani Belası!

Ortadoğu’da sinsi ve şeytani hesapları olan İsrail’in yandaş medyada çok fazla gündeme taşınmaması acaba bilgi noksanlığı mıydı, yoksa kasıtlı mıydı? Oysa Amerika’dan ziyade İsrail bu işin içinde bulunmaktaydı. Amerika’daki güçlü Yahudi ağırlığı hesaba katılmadan burada yapılacak yeni oluşumların ne anlama geldiği asla anlaşılmayacaktı. Nil’den Fırat’a uzanan ‘Büyük İsrail hülyası, İsrail’in direkt olarak Irak’ın Kuzeyindeki hesaplarına yansımaktaydı. Tevrat’ta (Tekvin 16/12) “Hz. Musa’ya ‘Nil nehrinden, Fırat ırmağına kadar bu diyarı senin zürriyetine verdim” denilerek, bölge Doğu Anadolu ile birlikte kutsal Yahudi toprağı sayılmaktaydı. Bu mistik ibare İsrail’in doğal refleksine dönüşmüş durumdaydı. Irak’ın Kuzeyi üzerinde doğal bir müdahale hakkını kendisinde gören İsrail uzun süreden beri Barzani ailesinin denetiminde bir ‘Kürt Devleti’ne yani ikinci İsrail’e taraftardı ve bunu başarmıştı. 1897’de toplanan Dünya I. Siyonist Kongresi’nde Yahudilere ‘Nil’den Fırat’a İsrail Devleti’ hedefini işaret eden modern Siyonizm’in babası Theodor Herzl, siyasi Kürtçülerle de ilk temas kuran Yahudi lider olmaktaydı. Herzl bu durumu hatıralarında açıkça yazmıştı. Türkiye Kürtlerinden Abdullah Cevdet ile bağlantıya geçen Herzl’in bu girişiminden sonra Irak’ın kuzeyine Yahudilerin ilgisi artmıştı. Bu bağlamda en önemli temasları İsrail Devleti kurulunca MOSSAD’ın ilk başkanı olacak olan Reuven Zoslanski (1949-1952) yapacaktı. Zoslanski Filistin’de kurulacak Yahudi Devleti için ‘Shiloah’ (vazifeli) kod adıyla Ortadoğu’da çeşitli milletler nezdinde zemin hazırlamaktaydı. İsrailli yazar Hagai Eshed’in One-Man Mossad: Reuven Shiloah, Father of Israeli Intelligence (Tek Adamlık Mossad: İsrail İstihbaratının Babası) adlı uzun makalesinde belirttiği gibi, Shiloah, İsrail’in ilk 10 yılı boyunca istihbarat servisinin yapılanmasında olduğu kadar, dış politikanın oluşumunda da büyük payı vardı. Reuven Shiloah, 1930’lu ve 40’lı yıllarda yaptığı Ortadoğu gezileri sırasında (1931-1934 yılları arasında Irak’ta yaşadı. Kürtlerle ilişkiye başladı) edindiği istihbarat birikimini MOSSAD’ın liderliğini üstlendiğinde yoğun biçimde kullanmaya çalıştı.

Yahudi istihbaratı bu dönemde …Devamını okumak için tıklayınız.

[1] Hürriyet / 27 12 2016

    Güncel makalelerimizden istifade etmek istiyorsanız lütfen aşağıdaki kutuya e-mail adresinizi yazarak bize gönderiniz.