Karlov Suikastı ve Türkiye’nin Savrulması

1064
Paylaş:

Rus büyükelçinin Ankara’da öldürülmesi dünyada şok etkisi yapmış, bu haber dış basında geniş yer almıştı. İngiliz The Guardian gazetesi, “suikastın Ankara ve Moskova’yı daha da yakınlaştıracağını” yazmıştı.

Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Karlov’un, katıldığı bir sergi salonunda suikasta uğrayarak hayatını kaybetmesi kafaları karıştırmıştı. Olayın ardından açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Putin “Türk-Rus ilişkilerine zarar verilmek isteniyor” kanaatini paylaşmışlardı. Olayla ilgili yorumda bulunan İngiliz gazetesi The Guardian’ın editörü Julian Borger, buna karşın Türk ve Rus liderlerin ilişkilere gelebilecek zararı önlemek için hızla harekete geçtiğini vurgulamıştı. Rusya Büyükelçisi Karlov’un öldürülmesine dair Moskova’dan sağduyulu açıklamalar gelmeye başlamıştı. Putin oynanan oyunun farkına varmış ve Büyükelçi Andrey Karlov’un alçakça öldürüldüğünü hatırlatmıştı. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Rusya Federal Güvenlik Servisi (FSB) Direktörü Alexander Bortnikov ve Dış İstihbarat Servisi (SVR) Başkanı Sergey Narışkin ile bir araya gelen Putin, “Türkiye’den trajik haber geldi. Rusya Büyükelçisi Andrey Gennadyeviç Karlov alçakça öldürüldüifadelerini kullanmıştı. Putin açıklamasının devamında kullandığı kelimelerle ise oynanan oyunun farkında olduğunu yansıtmaktaydı. Büyükelçi Karlov’un öldürülmesine karşılık Rusya’nın teröre karşı mücadeleyi güçlendireceğini ifade eden Putin; “Rusya’nın Türkiye Büyükelçisi’nin öldürülmesi, Türkiye’yle iyi ilişkileri ve Suriye’deki çözümü bozma yönünde yapılan bir provokasyon” diyerek olumlu ve sorumlu bir yaklaşım ortaya koymuşlardı.

Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’da, Rusya Büyükelçisi Andrey Karlov’un öldürülmesi üzerine Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile telefon görüşmesi yapmış, bu görüşmeye ilişkin bilgi veren Erdoğan, “Putin’le bunun provokasyon olduğu konusunda hemfikiriz” tespitinde bulunmuşlardı.

Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov’a suikast düzenleyen saldırganın Mevlüt Mert Altıntaş isimli çevik kuvvet polisi olduğu resmen kesinlik kazanmıştı. Uluslararası haber ajansı Reuters Rusya büyükelçisi suikastçısının polis olduğunu duyurmuş ve bu bilgi en üst düzeyden doğrulanmıştı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu saldırıyı yapan suikastçının kimliğini bizzat açıklamıştı.

Mevlüt Mert Altıntaş kim olmaktaydı?

Rus büyükelçisini öldüren saldırgan Mevlüt Mert Altıntaş isminde bir polis çıkmıştı. 24 Haziran 1994 Aydın Söke doğumlu olan Mevlüt Mert Altıntaş Manisa Şehzadeler nüfusuna kayıtlıydı. Söke Cumhuriyet Anadolu Lisesi mezunu olan Mevlüt Mert Altıntaş, İzmir’de polis yüksekokulu mezunlarındandı. Ankara Çevik Kuvvet Müdürlüğü’nde görev yapan Mevlüt Mert Altıntaş 2.5 yıldır bu görevde bulunmaktaydı. Mevlüt Mert Altıntaş’ın FETÖ’cü olduğu iddiaları vardı. Bakan Soylu basın toplantısında bu konuya değinmekten sakınmıştı. Suikastın hedefi hakkında konuşan Soylu, “Bu suikast, bu saldırı, bu terör eylemi Türkiye-Rusya ilişkilerine gerçekleştirilmiş bir terör eylemidir. Büyük bir provokasyondur” açıklaması yapmıştı.

Hürriyet gazetesi yazarı Abdülkadir Selvi, saldırganın İzmir polis okulundan mezun olduğunu ve o dönemde FETÖ örgütünün ilgili okulda yapılanmasının bulunduğunu hatırlatmıştı. Bu arada Prof. Dr. Yaşar Hacisalihoğlu, CNN Türk’te katıldığı canlı yayında, saldırgan polisin ÖSYM sorularının çalınmasıyla ilgili davada şüpheli sıfatıyla ifade verdiğini vurgulamıştı.

FETÖ firarisi Abdullah Bozkurt’un olaydan 4 gün önce attığı bir tweet, Ankara’daki hain saldırıyla ilgili kafalarda soru işareti bırakmıştı. FETÖ’cü Bozkurt, attığı bir tweetle saldırının ipuçlarını vermiş olmaktaydı. Bu bir ahmaklık mıydı, yoksa hedef saptırma mıydı?

Ankara’daki hain saldırıda tüm deliller FETÖ’yü ve tabii CIA’yı işaret ediyordu. FETÖ firarisi Abdullah Bozkurt’un attığı bir tweet, bu iddiaları daha da kuvvetlendiriyordu. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Türkiye’den kaçan Bozkurt’un 3 gün önce Türkiye’deki büyükelçilerin güvende olmadıklarını yazdığı ortaya çıkmıştı. FETÖ’nün yayın organlarından Today’s Zaman’ın firari yazarlarından olan Abdullah Bozkurt’un günler öncesi attığı bir tweet kafaları karıştırmıştı. FETÖ sanığı olan ve Ankara’daki diplomatları yakından tanıyan bir isim olan Bozkurt, 3 gün önce twitter hesabından Türkiye’deki diplomatların güvende olmadığını yazarak, saldırının ilk ipuçlarını vermiş olmaktaydı.

ABD’nin resmi makamlarınca yapılan ilk açıklamada suikastı kınadıkları ancak “FETÖ yaptı” haberlerine tepkili ve temkinli yaklaştıkları dikkatlerden kaçmamıştı.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby;“ABD veya koruduğu Gülen’in bir şekilde bunun parçası olduğu yönündeki iddialar hakkında endişeli misiniz? Buna hazır mısınız?” şeklindeki bir soruya: “Bu tür “iddiaları duyduğunu” ancak olayın henüz çok yeni olduğunu, soruşturma sona erene kadar gereksiz yere buna işaret etmenin sakıncalı bulunduğunu” belirtmesi, bir suçluluk psikolojisini yansıtmaktaydı.

Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov’a yapılan suikastın ardından, İran ve ABD’nin bazı temsilciliklerini açmayacaklarını duyurmaları, Türkiye’de bir panik ve korku havası oluşturmaya katkı sağlamaktı. Fars Haber Ajansı’nın ilgili haberine göre, İran’ın Ankara Büyükelçiliği bir bildiri yayımlayarak, İstanbul, Erzurum ve Trabzon Başkonsoloslukları Salı günü kapalı olduğunu duyurmuşlardı. İran Büyükelçiliği, vatandaşlarını bugün bu mekanlara başvurmaktan kaçınmaları konusunda uyarmıştı. Öte yandan ABD Ankara Büyükelçiliği, İstanbul Başkonsolosluğu ve Adana Konsolosluğu’nun da o gün kapalı olacağını duyurması anlamlıydı.

Asıl gizemli soru şuydu: Sağ yakalanması gereken saldırgan neden öldürülmüş ve ortadan kaldırılmıştı?

Ankara’da yaşanan ve dünyayı sarsan suikast sonrası herkes “Rus Büyükelçi”yi öldüren Mevlüt Mert Altıntaş neden sağ yakalanmadı?’ sorusunun yanıtını aramaktaydı. Güvenlik kaynakları, bu durumu şu şekilde geçiştirme çabasındaydı: “Yakın mesafeden kurşunların hedefi olan Büyükelçi yaralıydı ve kan kaybediyordu. Saldırgan da elinde silahıyla olay yerinden ayrılmıyordu. Rus Büyükelçi Andrey Karlov’a hemen müdahale edilebilmesi için saldırganı etkisiz hale getirmek icap ediyordu. Çünkü kurşun yaraları nedeniyle kan kaybeden Karlov’un hemen hastaneye kaldırılması gerekiyordu.”

Ayrıca; suikastçı polis memuru Mevlüt Mert Altıntaş da: “Benim buradan ancak ölüm çıkar” diye bağırmıştı. Oysa bu saldırganın öldürülmeden yaralanarak yakalanması, Onun arkasındaki odakların ortaya çıkmasını sağlayacaktı. Yoksa bu yolun kapatılması için mi öldürülüp ortadan kaldırılmıştı?

Katil öldürüldüğüne göre Büyükelçi Karlov suikastının hesabı kimden sorulacaktı?

Rusya Büyükelçisi Andrey Karlov soğuk savaş dönemlerini yaşamış, Kuzey Kore’de görev yapmış, dikkatli ve dengeleri gözetici bir diplomattı. Türkiye-Rusya arasındaki Suriye’de düşürülen Uçak krizinde ağırbaşlı davranmış, ortamı yumuşatmıştı. Tam da Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun uçağı Moskova’ya gitmek üzere havalandığı sıralardaki saat 19.05 civarında kürsüde konuşmaya başlamış ve “Yıkmak kolay, yapmak zordur” dediği sırada suikasta uğramıştı. Hemen arkasında koruma pozunda duran polis memuru Mevlüt Mert Altıntaş silahını çekerek; “Siz Halep’te çocukları öldürdünüz!” şeklinde kendisine ezberletilenleri tekrarlamış ve Büyükelçiye sıkmaya başlamıştı. Nasıl oluyorsa katil kapıdaki güvenliğe polis kimliğini göstererek kolaylıkla yukarı çıkmıştı. Sızdırılan ama bir türlü açıklanmayan bilgilere göre, o gün görevli değilmiş. Peki, görevi neymiş ki o gün görevde değilmiş? Soruları halâ yanıtsızdı. Nedense İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da bu konuda hiç soru almamıştı. İlk açıklamasını artık Rusya, ABD filan açıklamalarını yaptıktan sonra, olayın üzerinden üç saate yakın zaman geçtikten, kendisi olay yerine geldikten iki saat kırk dakika sonra yapmış, ama soru almamıştı. Bir süre sonra, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin hemen hemen aynı anda kameralar karşısına geçip açıklamalarda bulunmuşlardı. Putin de Erdoğan gibi “bu cinayetin gelişmekte olan Türk-Rus ilişkilerine yönelik bir kışkırtma olduğunu hatırlatmış, iki ülkenin bundan etkilenmeyeceğini” vurgulamıştı.

Ama Putin bir konuya daha parmak basmıştı:

“Katillerin arkasında kim vardı? Bunu Öğrenmemiz lazımdı!” Bu sorunun cevabını “Zaten FETÖ’cüymüş, açığa alınacakmış” türü sözlerle açıklamak hiç kimseyi yatıştıramazdı. Zaten Putin soruşturmanın Rus güvenlik birimleriyle birlikte yürütülmesini istemiş, Erdoğan da bunu kabul etmiş durumdaydı. Yani eğer katil canlı yakalansaydı sorgulanacak bu gizemli konular aydınlanacaktı. Çünkü; “Çatışmada etkisiz hale getirmek” yerine yaralı yakalanabilseydi katilin arkasında kimin olduğu daha kolay anlaşılacaktı. “Eğer katil intihar etmediyse, eğer sağlam, ya da yaralı olarak yakalanabileceği, sorgulanabileceği halde çatışarak öldürüldüyse, bu da sabotaj sayılırdı ve perde arkasında gizlenen sırlar vardı” Tıpkı suikast soruşturması gibi –zaten Soylu artık istifa duvarını çoktan aştı ama- bu da soruşturulmalıydı. “Ha bir de üzerine hiç vazife olmadığı halde Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek’in fotoğrafa kafa uzatıp “Bu tip suikastlar devam edecek açıklaması” vardı… Ve Türkiye bu kafalarla nereye savrulmaktaydı?[1]

İran, Rusya ve Türkiye Dışişleri Bakanları Moskova’da toplanmıştı. Oysa İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Suriyeli mevkidaşı Beşar Esad’ı ‘Halep zaferi’ dolayısıyla kutlamıştı. Ruhani’nin, binlerce insanın katledildiği Halep’i bir zafer olarak nitelendirmesi sadece, Müslümanları değil, vicdan ehli Batılıları bile şaşırtmıştı.

İran Cumhurbaşkanlığı sitesinde yer alan açıklamaya göre, ikili arasında yapılan telefon görüşmesinde Ruhani, “Bu zafer, Suriye’ye kutlu olsun. Suriye’nin en büyük ikinci şehri Halep’in, halkın bağrına yeniden geri dönmesi, Suriye halkının teröristler ve onları destekleyenlere karşı büyük başarısıdır. Umarım Halep zaferi, nihai zaferin başlangıcı olacaktır” ifadelerini kullanmıştı. İran olarak Suriye’yi desteklemeyi bir “görev” olarak gördüklerini ifade eden Ruhani, “İran, teröristlerin Suriye’den çıkarılıncaya kadar Suriye devleti ve halkının yanında olacak” diyerek, İran’ın Halep’e insani yardım göndermeye hazır olduğunu belirtmiş, diğer ülkeleri de yardıma çağırmıştı. Peki acaba Türkiye de bu teröristler(!) arasında sayılmakta mıydı, öyle ise Moskova’da aynı masaya oturup ne konuşacaklardı? Eğer bu teröristlerin hamisi ABD ve AB ise, 100’er adet Boing ve Airbus yolcu uçakları alımı için yaklaşık 20 milyar Dolar ayıran İran kimin safındaydı?

Evet 15 Temmuz’dan sonra ABD ve AB gibi sözde müttefiklerimiz halimizi hiç umursamamıştı, ama Putin samimi olarak yanınızdayız mesajı ulaştırmıştı. Çünkü Putin Siyonist Yahudi Huntington’ın altını çizdiği İslam ile Slavları savaştırıp ikisinden de kurtulma planlarını boşa çıkarmıştı. İslam’ın bayrağını taşıyan en güçlü ülke olarak Türkiye aramıza gelirse önümüzde kimse duramaz yaklaşımı haklıydı. FETÖ’nün CIA aleti olduğunu ilk Putin haykırmıştı. Görünüşte Müslüman geçinen, ancak NATO ve CIA örgütü gibi hareket eden FETÖ’yü hizaya sokma girişimleri başarılı bulunmakta ve destek çıkılmaktaydı. Çünkü Irak ve Suriye’den sonra İran, Türkiye ve Rusya parçalanacaktı… Bu Siyonist-emperyalist plana karşı ortak tavır almak lazımdı ve yararlıydı. Ama Rusya’nın Halep ve diğer Suriye şehirlerinde masum ve sivil halka yönelik acımasız katliamlarına hiçbir mazeret uydurulamazdı.

Yani Putin Rusya’sı Siyonizm’e ve emperyalizme karşı bize dost kalır mıydı? “Putin’in Rusya’sını, AB’den ve ABD’den daha güvenilir saymak ne kadar akıllıcaydı? Halep’te yapacağını yaptıktan, korkunç tahribat ve katliamlardan sonra tahliye koridorunu açmaya yanaşmıştı. Daha önce ateş çemberinde aç biilaç sıkışmış yüzbinlerce sivil, haftalarca bombardıman altında imdat çığlıkları atarken hiç oralı olmamıştı. Ve Halep yıkıldıktan sonra yol verdiği o ateşkesi dahi yeterince çalıştırtmamıştı. Türkiye’nin çabalarıyla sağlanan ateşkes açıklandığı sırada Rusya’nın BM Daimi Temsilcisi: “Halep’te savaş bitmiştir…” açıklamasını yapmıştı. Yani Moskova, Tahran ve Şam iş birliğiyle katledilen katledilmiş, kurşuna dizilen kurşuna dizilmiş, bombalanan bombalanmış, yakılan yakılmış, yıkılan yıkılmış ve halâ ayakta kalan sağların tahliyesine ancak ondan sonra izin çıkmıştı… Sözün özü; İslam Birliğini kurmadan ve Erbakan’ın beş adımlı tarihi projelerini geçerli kılmadan, onurlu ve huzurlu bir dünya kurmamız imkansızdı. Amerika ve Avrupa’ya şantaj yapıp Rusya ve Çin’e sığınmak, kısa vadeli taktik başarılar ve yararlar sağlasa da, stratejik ve uzun vadeli gerçek barışa ulaştıramazdı!

Sonunda asıl kârlı çıkan; Suriye’deki hedeflerini ve tezlerini Türkiye üzerinden geçerli kılan … Devamını okumak için tıklayınız.

[1] 19 12 2016 / Hürriyet / Murat Yetkin

    Güncel makalelerimizden istifade etmek istiyorsanız lütfen aşağıdaki kutuya e-mail adresinizi yazarak bize gönderiniz.