02 Ağustos 2017
Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkelerinin Katar’a karşı başlattığı abluka devam ederken Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) 23 Türk askerinin 5 zırhlı araçla Katar’a girdiğini açıklaması, tarihi ve talihli bir adımdı.
Katar’da hâlihazırda 88 Türk askeri bulunmaktaydı. İlk kafilenin gitmesiyle Katar’daki Türk asker sayısı 113’e çıkmıştı. Katar’a gidecek araçların hafif zırhlı ve değişik tip tekerlekli araçlar olacağı, bunlar içinde tank bulunmayacağı daha önce açıklanmıştı. İleri aşamada Katar’a gidecek asker sayısının bini aşacağı konuşulmaktaydı. Aynı şekilde hava unsurlarının da Katar’a konuşlanması planlanmıştı. Türkiye ve Katar silahlı kuvvetlerinin Ramazan Bayramı’ndan sonra ortak tatbikat yapması kararı da anlamlıydı. TSK’dan yapılan açıklamada, “Türkiye ile Katar arasında askeri eğitim, işbirliği ve birlik konuşlandırılması kapsamında yapılan hukuki düzenlemeler çerçevesinde, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Katar’da birlik konuşlandırması sürecinin bir parçası olarak, 22 Haziran 2017 günü saat 08.00’de 5 zırhlı araç ve 23 personelin Doha’ya intikali tamamlanmıştır. Bundan sonra da faaliyetler planlandığı şekilde uygulanmaya devam edilecektir.” bilgileri aktarılmıştı. Bütün bu gelişmeler göğsümüzü kabartmakta, tarihi ve talihli bir süreç yaşanmaktaydı. Çünkü Basra Körfezi’ndeki Katar oldukça stratejik bir konumdaydı ve Türkiye’nin kesinlikle orada bulunması ve söz sahibi olması lazımdı.
Dünya Katar krizini konuşmaktaydı. Özellikle İngiliz basınında Türkiye’nin Katar krizine müdahalesinin işi ciddileştirdiği ve söz konusu müdahalesinin NATO’yu bölgesel bir kavgaya sürükleyebileceği yorumları yapılmaktaydı.
ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson Katar’a gönderilen 13 maddelik listede yer alan bazı maddelerin yerine getirilmesinin çok zor olduğunu açık bir dille anlatmıştı. İngiliz basını iseTürkiye’nin Katar krizine müdahalesinin ‘işi ciddileştirdiğini’ belirtirken, söz konusu müdahalenin NATO’yu bölgesel bir kavgaya sürükleyebileceği vurgulanmıştı. ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, Katar’ın, Bahreyn, Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin taleplerini incelemeye aldığını, ancak “Bazı maddelerin Katar’ın yerine getirmesi için çok zor olacağını” belirterek tarafların çözüm için diyalog içerisinde olması gerektiğini hatırlatmıştı. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ise İran’ın hava, kara ve deniz sahasının dost ve komşu diye tanımladığı Katar’a daima açık olduğunu vurgulamıştı.
İngiliz basını Türkiye’nin rolünü yazarken telaşlıydı!
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Suudi Arabistan öncülüğündeki dört Arap ülkesinin Katar’la ilişkileri normalleştirmek için öne sürdüğü 13 şarttan birinin Türk askerinin Katar’dan çekilmesi olmasına verdiği tepki Guardian ve Times’ta yorumlanmıştı. “Erdoğan Suudiler’in Türk birliklerinin Katar’dan çekilmesi çağrısına gücendi” başlığını atan The Guardian Erdoğan’ın “Türkiye’nin asker çekmesini talep etmek, bir defa Türkiye’ye karşı da maalesef saygısızlıktır. Biz herhangi bir ülkeyle savunma işbirliği anlaşmasını yaparken birilerinden izin mi alacağız?” dediğini aktarmıştı. Guardian; Katar’ın talepleri reddettiğini söylediğini, Erdoğan’ın bu pozisyonu desteklemesinin de “Doha’nın tutumunu sağlamlaştırdığını” vurgulamıştı. Gazetenin açıklamalarına yer verdiği Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Enver Gargash ise “Bölgede büyük çıkarları ve Türkiye’nin önceliğinin ideoloji değil çıkarları olacağını umuyoruz. Ancak bin ila iki bin Türk askerinin varlığı Katar hükümetinin istikrarına güvensizliğini gösteriyor. İstikrar bölgeyle entegrasyondan gelecektir” diye sızlanmaktaydı. Times da “Körfez Krizi büyürken, Türkiye aceleyle asker yolluyor” başlıklı haberde takviye asker yollanmasının gerilimi arttıracağını yazmıştı. Suudi Arabistan ve Katar arasındaki krizde Türkiye’nin tutumunu başyazılarından birinde de ele alan Times ise“Türkiye’nin Katar’a desteği NATO’yu bir bölgesel kavganın içine sürükleyebilir”küstahlığında bulunmuşlardı. Times Erdoğan’ın Katar konusundaki tutumuyla Batı için bir ikilem yarattığını hatırlatıp ve “Erdoğan yanlış nedenlerle doğru bir iş yapıp, bir ülkenin zorbalara karşı kendi egemenliğini savunmasına yardım ediyor” yorumunu yapmıştı. Oysa bu ciddi ve cesaretli tavır Milli Türkiye’nin kararlılığıydı.
Katar hamlesi tarihi bir aşamaydı!
Yaşanan Körfez krizinde Türkiye’nin, tarafını Katar’dan yana seçmesi çok önemli bir adımdı. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) öncülüğünde, Katar’a uygulanan abluka krizinin başından beri Türkiye zaten tarafını ortaya koymuşlardı. Katar’a yönelik uygulanan bu politikaların bölgedeki istikrara hizmet etmediği ve haksız olduğu yönünde diplomatik mesajlar veren Türkiye bununla kalmayarak, Katar’la önceden yapmış olduğu askerî anlaşmaya bağlı davranacağını da açığa vurmuşlardı. Suudi-BAE koalisyonunun Katar’a 10 gün süre tanıması ve 13 maddelik bir talep listesi sunması Katar’ı geri adım atmaya zorlama amaçlıydı.
Katar’dan istenilen taleplerden biri de Türkiye’nin geçtiğimiz yıllarda imza attığı askerî iş birliği anlaşmaları gereği Doha’da kurduğu askerî üssün kapatılması ve Türkiye’nin sağladığı askerî ve güvenlik desteğini reddetmesi yolundaydı. Bu konuda Milli Türkiye’nin tavrını gösteren ilk açıklamayı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yapmıştı. “Bir defa konuyla ilgili şu anda Katar’ın 13 maddeye yönelik reddetme tavrını, Türkiye olarak biz hem takdir ediyoruz hem benimsiyoruz. Takdir ediyoruz, bir defa bu 13 maddeyle ilgili yaklaşımı biz uluslararası hukuka aykırı buluyoruz. Zira devletlerarası hukukta ülkelerin egemenlik haklarına bu denli bir saldırı olamaz. Burada âdeta bir devletin egemenlik haklarına saldırı söz konusu ve bir devletin kendi tasarruf alanına girecek kadar bir ileri gidiş söz konusu. Böyle bir şeye kalkıp da onların diliyle bakmak, yaklaşmak bana göre çok çok yanlış. Hele hele Türkiye’nin 2014 itibarıyla savunma iş birliği yapmış olduğu Katar’la attığı bu adıma müdahil olmak çok çok çirkin bir yaklaşım” diyen Cumhurbaşkanı artık bu konunun Katar’ı aşan ve Türkiye’yi hedef alan bir hâle geldiğini şu sözlerle açıklamıştı: “Türkiye’nin asker çekmesini talep etmek, bir defa Türkiye’ye karşı da maalesef saygısızlıktır. Biz herhangi bir ülkeyle savunma iş birliği anlaşmasını yaparken birilerinden izin mi alacağız?”
Milli Türkiye’nin, bu krizde aldığı tavır sadece ekonomik nedenlerden kaynaklanıyor olamazdı. Katar’ın Türkiye’de ciddi bir ekonomik yatırımı olduğu muhakkaktı, ama Suudi Arabistan’ın da Türkiye’de hatırı sayılır bir yatırımı vardı. Türkiye’nin Katar politikası ekonomik nedenlerden ziyade, bir müttefiklik hukukundan kaynaklandığı ve Milli Türkiye’nin bölgede fiilen inisiyatif aldığı şeklinde okunmalıydı.
“Türkiye ve Katar bir şekilde, Orta Doğu’da ortak bir kader arkadaşlığını paylaşmışlardı. İki ülke de 2000’lerden itibaren daha önce izledikleri dış politikayı değiştiren bir yola kaymıştı. Türkiye, hem Batı ile hem de bölge ile olan ilişkilerini yeniden kurarken, Katar da daha aktif bir dış politika izlemeye başlamıştı. İki ülkenin dış politikasında izlediği paradigma değişiminin ortak noktaları vardı. Daha bağımsız, pragmatik ve aktif bir politika izlemeye başlayan Türkiye ve Katar, belli konularda Batı blokundan ve Körfez’deki statükodan farklı davranmaya mecburlardı.” yorumları haklıydı. Yani bu caydırıcı ve umutlandırıcı tavır, hükümetin değil devletin kararıydı. Bu arada, Sn. Erdoğan’ın Batı hesabına, Katar’ın İHVAN ve HAMAS gibi İsrail’in baş ağrısı örgüt Liderlerini sınır dışı etmesini ve bunlardan her türlü desteği kesmesini sağlayacak, kahramanlık kılıflı arabuluculuk hesapları varsa, bu da sonuçsuz bırakılacak ve işe yaramayacaktı.
Hamas krize dahil edilemez uyarısı!
Hamas Siyasi Büro Başkan Yardımcısı Halil el-Hayye, Gazze kentinde düzenlediği basın toplantısında, Körfez bölgesinde yaşanan krize işaret ederek, “Hamas, hiçbir Arap devleti için sorun teşkil etmiyor. Hamas’ın Körfez krizine dahil edilmesi bizi üzüyor.” açıklamasını yapmıştı. Körfez krizindeki tarafların ivedilikle çözüm yollarını görüşmesi gerektiğini belirten Hayye, bu anlaşmazlıktan İsrail dışında faydalanacak kimsenin olmadığını vurgulamıştı. Hayye, herkesle dengeli ilişkiler tesis etmeye çalıştıklarını kaydederek, “Gerçekten bu krizin bir parçası değiliz, ancak biz krizin içine çekildik. Katar’la ilişkilerimiz hala güçlü. Katar’da ikamet eden ve harekete mensup liderler ülkeden ayrılmadı.” diye konuşmuşlardı.
Milli Devlet, oynanan oyunun farkındaydı. Katar’a abluka kararının alınması üzerine Sn. Erdoğan eliyle iki önemli hamle yapmıştı:
1- Böylece Katar Emiri El Sani’nin, Körfez destekli darbeyle devrilmesi önlenmiş olmaktaydı. Bu tehlike tam olarak atlatılmış sayılmasa da, ilk adımı boşa çıkarılmıştı.
2- Siyonist ve emperyalist odakların planladığı bu ablukanın Katar’dan sonraki uzantısının Türkiye olduğunun farkına varılmıştı. Artık Katar’daki Türk üssünü sembolik olmaktan çıkarıp, muharip birliklerle takviye etmesi lazımdı. Çünkü sadece Körfez’de değil, bölgemizde, ülkemizde ve yeryüzünde Yeni Bir Düzen kurmadan, ayakta kalma şansımız azalmıştı.
Türkiye’nin Suriye operasyonu kapsamında El Bab’ta bulunan Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı Paşanın, bayram namazını bölgede görev yapan askerlerle birlikte kılması ve minbere çıkıp kahraman askerlerimizle konuşması aslında çok şey anlatmaktaydı.
15 Temmuz darbe girişiminin önlenmesinde büyük görevler üstlenen Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı Paşanın, Ramazan Bayramı’nı El Bab’ta geçirmesi anlamlıydı. Aksakallı Paşa bayram namazında, camideki kürsüye çıkmış, askerlerin bayramını kutlamıştı. Sosyal medyada paylaşılan bir kare binlerce beğeni kazanmış, Operasyonların aralıksız sürdüğü El Bab’ta, Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı Paşa askerlerini yalnız bırakmadığı gibi, halkımız da kendisine sahip çıkmıştı.
Katar’a yönelik ambargonun ardından Türkiye’nin dünyanın en büyük hava taşıma operasyonunu iki haftada gerçekleştirmesi dış güçleri ve iş birlikçileri şaşkınlığa uğratmıştı!
Ekonomi Bakanı Katar’a bugüne kadar 121 kargo uçağıyla gıda malzemesi taşındığını açıklamıştı. Dünyanın bugüne kadar en büyük hava taşıma operasyonunun iki haftada gerçekleştirilmesi, dostlarda hayranlığa, düşmanlarda şaşkınlığa yol açmıştı. Katar’a yapılan bu sevkiyatın sürdüğü ve ülkenin normalleşmeye başladığı anlaşılmıştı. Arabiya TV, Mekke’ye düzenlenecek bir terör saldırısının Suudi polislerce engellendiğini açıklamıştı. İçişleri Bakanlığı Sözcüsü Mansur El Turki, güvenlik güçlerinin düzenlediği operasyonlarla etkisiz hale getirildiğini vurgulamıştı. Bu girişimin provokasyon amacı taşıdığı ve suçun Katar’a yüklenmeye çalışılacağı sırıtmaktaydı. Reuters haber ajansı, son dakika olarak duyurduğu haberde Mekke’deki Mescid-i Haram’da düzenlenecek bir terörist saldırısının engellendiğini duyurmuşlardı. Arabiya TV’ye dayandırılan haberde Suudi güvenlik güçlerinin Mekke’deki saldırıyı önceden haber alıp engellediği vurgulanmıştı.
Suudiler İsrail ile dirsek temasındaydı!
Katar’a abluka başlatan Suudi Arabistan ile Siyonist İsrail’in ikili ilişkileri kurmak ve özellikle ekonomik alanda işbirliği yapmak için görüştüğü anlaşılmıştı. Katar krizine sevinen Siyonist yönetim, bunu fırsata çevirebileceklerini duyurmuşlardı, ama Türkiye’yi hesaba katmamış ve aldanmışlardı. Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin yeniden başlayacağı ortaya çıkmıştı. İki ülkenin ilk olarak ekonomik bağların kurulmasını müzakere ettiği ve küçük adımlarla ilişkileri geliştireceği anlaşılmıştı. Bölgede İran’dan tehdit algılayan iki ülke son dönemde ikili ilişki kurma yönünde görüşmeler yapmaktaydı. Buna göre Suudi Arabistan, İsrail’e ait işletmelerin Körfez’de çalışmasına ve İsrail havayolu şirketlerinin Suudi Arabistan hava sahasını kullanmasına imkân sağlayacaktı. Daha önce de ABD Başkanı Donald Trump’ın ziyaretinde İsrail-Filistin arasındaki görüşmelerin ele alındığı kulislere yansımıştı. Trump, S. Arabistan’dan Tel Aviv’e doğrudan uçan ilk Başkan olmuşlardı. Katar krizinin ardından İsrail, “Katar krizi bizim için bir fırsat olabilir” açıklamasını yapmıştı.
Katar’ın “suçu” bile henüz saptanmamıştı.
Katar Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed Abdurrahman Al Sani, Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn ile Katar arasındaki anlaşmazlığın, asılsız haberler üzerine kurulu olduğunu ve bu ülkelerin iletecekleri talepleri olmadığını açıklamıştı. Al Sani, özellikle Kuveyt Emiri Şeyh Sabah el-Ahmed el-Cabir es-Sabah’ın, Katar’a karşı haksız tedbirler alan söz konusu ülkelerin taleplerinin ne olduğuyla ilgili yoğun bir mesai harcadığını belirtti. Al Sani, “Şu ana kadar Kuveyt’e ne talep ne de suçlama listesi ulaştırılmıştır. Bu ülkelerin yetkililerinin yaptığı açıklamalar doğrusu bizi şaşırtmıştır. Al Sani, “Bu tedbirler, iddia ettikleri gibi, Katar’ın yanlış bir şeye yönelik politikasını değiştirmek ya da onu vesayet altına almak için alındıysa bunu kabul etmeyeceğimizi defalarca söyledik” diye çıkışmıştı.
AKP’nin kahramanlık kılıflı tavırlarından kuşkulanmakta haklıydık; İsrail ile geçen yıl yapılan anlaşmanın yıldönümünde bu sefer de ikinci bir anlaşmanın alt yapı hazırlıklarının yapıldığı ortaya çıkmıştı!
Türkiye’nin ulusal çıkarlarına aykırı olarak İsrail ile varılan normalleşme anlaşmasının üzerinden bir yıl bile geçmeden bu sefer yeni bir anlaşmanın (protokol) alt yapı hazırlıklarının yapıldığı ortaya çıkmıştı. Eğitim, Kültür ve Spor alanında bir protokol hazırlığının alt yapısının her iki ülkede sürdürüldüğü anlaşılmıştı. Mavi Marmara saldırısı sonucu 10 vatandaşımızı katleden Siyonist İsrail’le varılan anlaşmanın üzerinden henüz bir yıl geçmişken ikinci bir anlaşmanın ön çalışmaları başlatılmıştı. Varılan ikili anlaşmadan sonra iki ülke ilişkilerinin normalleşme seyri çok hızlı ilerlerken, yeni bir anlaşma kafaları karıştırmıştı. Eğitim, Kültür ve Spor alanında olduğu öğrenilen yeni anlaşmaya ilişkin her iki devletin ilgili bakanlıklarında yoğun bir mesai harcandığı ortaya çıkmıştı.
Neden gizli tutulmaktaydı?
İsrail ile yürütülen yeni işbirliği protokolünden kimsenin haberi dahi olmamıştı. Dış İşleri Bakanlığı yetkilileri ile söz konusu protokolü içeren alanları ilgilendiren bakanlıkların bazı birimlerinin söz konusu protokol alt yapı çalışmasından haberi olduğu saptanmıştı. Ankara’da bu işbirliği için harıl harıl diplomatik çalışmaların yapıldığı, çalışmanın ise derinden derine yürütüldüğü anlaşılmıştı. Geçen yıl imza altına alınan anlaşmadan sonra hızlı başlayan ilişki seyri sırasında Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, Şubat ayında Tel-Aviv’i ziyaret etmiş, ilişkilerin gelişmesi noktasında beyanatlarda bulunmuşlardı. Bakanın ziyaretinin üzerinden çok geçmeden yeni bir işbirliğine zemin hazırlanması, söz konusu ziyaretin meyvesi olarak yorumlanmıştı. Adı: Eğitim, Bilim, Kültür, Gençlik ve Spor İşbirliğiolacaktı. Geçen yıl büyük tepkilere rağmen varılan anlaşmanın üzerinden bir yıl geçmeden böyle bir işbirliğine zemin hazırlanması toplumdan saklanmıştı. Türkiye ile İsrail arasında sürdürülen yeni işbirliği metninin adının ‘2017–2019 Yılları İçin Eğitim, Bilim, Kültür, Gençlik ve Spor İşbirliği Protokolü’ olduğu ortaya çıkmıştı.
Katar, Türkiye’ye ders olmalıydı!
… Devamını okumak için tıklayınız.
[1] ishakbeyazay@milligazete.com.tr