KIBRIS AKDENİZ’DEKİ, ADALAR İSE EGE’DEKİ SON SAVUNMA HATTIMIZDIR!

961
Paylaş:

“Türkiye El Bab’da kesin bir zafer kazanmıştı. Terörle mücadele tarihine güçlü bir imza atmıştı. DEAŞ’la mücadeleyi küresel ölçekte güvenlik planı olarak pazarlayanların, işin içine Türkiye girince, desteklerini bir anda çekmiş olmalarına, ülkemizi yalnız bırakmalarına, tüm ihanetlerine ve sabotajlarına rağmen, bugüne kadar DEAŞ’a en ağır darbeyi Kahraman ordumuz vurmuş durumdaydı. ABD ile Irak yönetimi ve PKK’nın ortaklaşa yürüttüğü Musul şovu alay konusu olurken, koalisyon güçleri ya da yerel güçler hiçbir zaman DEAŞ’a karşı bir arpa boyu yol alamazken, Fırat Kalkanı’nın 177. gününde ilçe geri alınmış, örgüt ilk kez en önemli mevzilerinden birini elden kaçırmış, savunması kırılmıştı. Peki, sizce dünya medyası neden sessiz kalmıştı? Dikkat ediyor musunuz; neredeyse hiç kimse Türkiye’nin bu zaferini gündeme taşımamıştı. İçeride sessizlik, dışarıda sessizlik, Türk medyasında eksiklik, dünya medyasında suskunluk vardı! Bizim medyada derinlikli analizler göremiyoruz. Bunun ne anlama geldiğine, bundan sonra ne olabileceğine, Fırat Kalkanı ve El Bab başarısının değerine ilişkin güçlü yazılar, yorumlar yapılmamıştı. Sanki kimse bu sonuçtan memnun olmamış gibi davranmıştı. Sanki birileri bu zaferi gizlemeye çalışıyorlardı. Zafer Türkiye’nin olunca, başarıyı Türk Silahlı Kuvvetleri kazanınca; bir kıskançlık, bir umursamazlık öne çıkmaktaydı!” diyen yandaş Yeni Şafak yazarı Sn. İbrahim Karagül haklıydı. İyi de bu değerli kardeşimize sormak lazımdı: Kıbrıs’ın adım adım elimizden alınmaya çalışılmasını ve iktidarın bu hain girişimlere çanak tutmasını, Yunanlıların Ege Adalarımızı işgal edip Karakollar kurmasını, gerekli ve önemli bir adım olarak El-Bab’ı temizlemenin ardından Türkiye’nin bu sefer Rakka batağına çekilme çabalarının yanlışlığını ve haksızlığını yazıp yetkilileri uyarmamanın da aynı suça ortaklık olduğunu hatırlatmamıza niye bu denli gocunurlardı?

“ABD’nin Adana Konsolosluğu tercümanı da PKK’lı çıkmamış mıydı? Adana ABD Konsolosu Linda Stuart Specht göreve başlar başlamaz bölgedeki HDP’li belediyeleri ziyarete başlamamış mıydı? Konsolos hanımın MHP’li ve CHP’li belediyeleri değil de HDP’li belediyeleri ziyaret etmesi nasıl amaç taşımaktaydı? Güneydoğudaki o meşhur ve melun hendeklerin bu ziyaretler sonrası ortaya çıkması nasıl yorumlanacaktı? Konsolos Specht, PYD ile çalıştıklarını Türkiye’nin de Suriye’den derhal çıkmasını söyleyecek kadar küstahlaşmıştı. ABD Adana Konsolosu yanındaki tercüman aracılığıyla hem FETÖ hem de PKK ile irtibat sağlamaktaydı ve işte o tercüman sonunda gözaltına alınmıştı.” Tamam iyi de be yandaş kardaş, Sn. Erdoğan da bu konsolosu atayan ABD’nin (ve Yahudi Lobilerinin) hazırladığı Türkiye dahil 26 İslam Ülkesini parçalayıp Büyük İsrail İmparatorluğunu kurmayı amaçlayan BOP’un eş başkanlığını yapmamış mıydı? PKK ile uzlaşıp sözde Çözüm Sürecine karşı çıkanları vatan hainliği ile suçlamamış mıydı?

ABD başkanı Trump, Sn. Erdoğan’ı telefonla aramışlardı… ABD genelkurmay başkanı gelip, Sn. Akar’la buluşmuşlardı… ABD savunma bakanı teşrif edip, bizim savunma bakanıyla konuşmuşlardı… CIA başkanı koşup, MİT müsteşarıyla anlaşmışlardı… ABD başkan yardımcısı, Binali Beye telefon açmışlardı… .Çünkü; Rakka batağına çekilecek kahraman, daha doğrusu ucuz kurban lazımdı… Oysa Sn. Cumhurbaşkanı: “El-Bab’da duracağız, daha derinlere dalmayacağız, sınır bölgemizde güvenli bir koridor oluşturacağız!” buyurmuşlardı. Kore savaşı sırasında ABD dışişleri bakanı Yahudi John Dulles utanmadan sıkılmadan açıklamıştı: “En ucuz askeri Türkiye’den temin ediyoruz, Türk askerinin maliyeti 23 cent’e denk geliyor” diyecek kadar küstahlaşmıştı. Ama en acı tarafı, doğruları konuşmaktaydı. John Dulles’in kardeşi de CIA başkanıydı. Dünyadaki bütün “insan pazarları”na bakmışlar ve en ucuza bizi bulmuşlardı. Yıllarca bize: “Amerikaa Amerikaa, Türkler dünya durdukça… Beraberdir seninle, hürriyet savaşındaa” diye şarkılar çağırtmışlardı. Daha sonra; renkli devrimlerin sponsoru, liboşların gurusu George Soros, 2002 senesinde Sabancı Üniversitesi’ndeki konferansında:“Türkiye’nin en iyi ihracat ürünü ordusudur” deyip çıkmıştı. Peki bunlar yalan mıydı? Hayır… Öyleyse bu gerçekleri hatırlatanlara niye bu denli öfkelenip kızılırdı? Rahmetli Erbakan Hoca: “Siyonistler adam kullanmakta öylesine ustalaşmışlardır ki, sana İslamcı marşlar söylete söylete, İsrail ordusunda askerlik yaptırırlar da haberin bile olmaz!” derken kitabın tam ortasından konuşmaktaydı.

“Siyonistler Yolsuzluklarını Örtmek İçin Gazze’ye Savaş Açmışlardı”

AKP iktidarı ise bunlarla “Normalleşme anlaşması” imzalamıştı! İsrail’de iç karışıklık ve yolsuzluklarla çalkalanan Siyonist otorite için flaş gelişme ortaya atılmıştı. İsrailli Yeş Atid Partisi üyesi Milletvekili Haim Yellin, “Netanyahu Gazze’ye savaş açacak ve böylece yolsuzluklarını unutturup kapatacak” açıklamasını yapmıştı. Haim Yellin, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun hakkında açılan yolsuzluk davalarında dikkatleri başka yöne çekmek için Gazze’ye savaş açacağını vurgulamıştı. İsrail’in Kanal 2 Televizyonu’nun haberinde, merkez sağ partisi Yeş Atid üyesi Milletvekili Yellin’in “Netanyahu, hakkında açılan yolsuzluk davaları nedeniyle kendisine yönelen dikkatleri yönlendirmek için, güneye (Gazze) yeni bir operasyon başlatarak, ülkeyi savaşa sokacaktır.” ifadeleri yer almıştı. Peki böyle bir hıyanet ve cinayet şebekesiyle normalleşme anlaşması imzalayıp, İsrail’in işgal ve zulümlerine meşruiyet kazandıran AKP iktidarına nasıl bel bağlanır ve referanduma EVET oyu atılırdı? Sorumlu bir devlet adamı olarak tanınan Antalya Milletvekili Deniz Baykal, Afyonkarahisar’ın Dinar ilçesinde partililerle konuşurken: “Aşağıdan yukarıya doğru yükselen bir dalga var, milletin bağrından yükselen bir ‘Hayır’ dalgası var. İnşallah 16 Nisan’da çıkacak ‘Hayır’ kararı sonrası Türkiye’de çok köklü, çok büyük bir değişim yaşanacak. Aksi halde geleceğimiz ve güvenliğimiz tehlikeye atılacak” uyarılarını laf olsun diye mi yapmıştı?

AKP, umursamazlığıyla vatan topraklarını da sahipsiz bırakmıştı. Yunanistan işgal ettiği Ege’deki adalarımıza karakollar kurmaktaydı!

Yunan Kara Kuvvetleri Komutanı, muzaffer bir komutan edasıyla tek kurşun atmadan işgal ettiği adalarımızdaki askerlerini teftişe çıkmıştı. Bunun fotoğraflarını da resmi internet sitesinde yayımlamıştı. Ül­ke­mi­zin Gü­ney­do­ğu’sun­da dev­le­tin var­lı­ğı yani ağırlığı ve saygınlığı, maalesef gide­rek aza­lır­ken, Ege De­ni­zi’n­de ise Ka­nu­ni Sul­tan Sü­ley­man ve 4. Mehmet dö­ne­min­de fet­he­di­len, tüm baskılara rağmen Lo­za­n’­da verilmeyen 16 ada ve bir ka­ya­lı­ğı Yu­nan as­ker­le­ri tek kur­şun at­ma­dan, kolayca iş­gal edip sahip çıkmıştı. Di­di­m’­deki Bu­la­maç ve Eşek ada­la­rı­nın iş­ga­liy­le baş­la­yan ge­liş­me­le­ri, ada­la­rı­mız­la il­gi­li ça­lış­ma­la­rıy­la bi­li­nen Milli Sa­vun­ma Ba­kan­lı­ğı es­ki Ge­nel Sek­re­te­ri Al­bay Ümit Ya­lım şöy­le anlat­mıştı:

“Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti, Tay­yip Er­do­ğa­n’­ın Baş­ba­kan­lık gö­re­vi sı­ra­sın­da Ba­tı’­dan bö­lü­ne­rek ta­ri­hi­nin ilk ve en bü­yük top­rak kay­bı­nı ya­şa­dı. 2004 yı­lı­nda Yu­nan Si­lah­lı Kuv­vet­le­ri Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti’ne ait top­lam 16 ada ve 1 ka­ya­lı­ğı teker teker iş­gale kalkıştı. Er­do­ğan, TSK’ya iş­ga­lin ön­len­me­si için di­rek­ti­f ver­me­di­ği gi­bi, Yu­na­nis­ta­n’­a da ada­la­rın bo­şal­tıl­ma­sı için bir tek no­ta bi­le ve­ril­diğine şahit olunmadı. İş­ga­le ses­siz ka­lan Er­do­ğan ve AKP Hü­kü­me­ti, 17 Ara­lık 2004’te Av­ru­pa Bir­li­ği’n­den mü­za­ke­re ta­ri­hi al­dı. Anlaşılıyor ki mü­za­ke­re ta­ri­hi, 16 Türk ada­sı ve 1 ka­ya­lı­ğın kar­şı­lı­ğın­da alın­mıştı. Yu­na­nis­ta­n’­a ale­nen ve­ri­len ada­lar ve ka­ya­lık­lar, 1936 yı­lın­da dö­ne­min İçiş­le­ri Ba­ka­nı Şük­rü Ka­ya ta­ra­fın­dan Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti Dev­le­ti’nin en­van­te­ri­ne kay­ıt yaptırılmıştı. İz­mir, Ay­dın ve Muğ­la il sı­nır­la­rı içe­ri­sin­de bu­lu­nan bu ada­lar­da Yu­nan Bay­ra­ğı dal­ga­la­nmakta ve Yu­nan as­ker­le­ri do­la­şmaktaydı. İş­gal al­tın­da­ki ada­la­rı­mı­za pa­sa­port ile gi­ri­yo­ruz. Ada­la­rı­mı­zın çev­re­sin­de­ki ka­ra­su­la­rı­mız Yu­nan Sa­hil Gü­ven­lik Bot­la­rı ta­ra­fın­dan her­ gün ih­lal edi­li­yor.”

Erdoğan, önce 16 ada ve adacığın AKP döneminde niye Yunanistan’a bırakıldığını yanıtlamalıdır!

Lozan’da 12 Ada’nın geri alınması için ısrarlı davranılmamıştı. Bu adalarda Rumların çoğunlukta olması bahanesine sığınılmıştı. Türkiye sadece adaların silahsızlanmasınışart koşmuş ve bunu resmen belgelere yazdırmıştı. Erdoğan’ın Lozan’ı bir övüp bir yermesi “okuduğu demeçleri yazan danışmanlar arasındaki” derin görüş ayrılıkları mıydı, yoksa toplumu avutma ve oyalama palavraları mıydı?

Türk Hava Sahasını 6 Mil İhlal Eden Yunan Helikopterine Önleme Bile Yapılmamıştı!

Türk hava sahasını 6 mil ihlal eden Yunan helikopteri, 11 Şubat 2016 günü Muğla’nın Ardıççık Adası’na düşmüştü. Helikopterde bulunan subaylar hayatını kaybetmişti. İhlal skandalı, Yunanistan’ın Arama/Kurtarma NOTAM’ına karşılık olarak İstanbul’dan yayımlanan NOTAM (havacılara duyuru) ile ortaya çıkmıştı. NOTAM’da söz konusu bölgenin Türk Bölgesi olduğu ve arama/kurtarma çalışmalarının Türk yetkilileri ile koordine edilerek yapılması gerektiği açıklanmıştı. Düşen helikopterde hayatını kaybeden Yunan subaylar için 9 Mart 2016 günü Ardıççık Adası’nda anma töreni yapılmıştı. Anma töreninde çekilen fotoğraflar Yunan Savunma Bakanlığı’nın resmi internet sitesinde yayımlandı. Bakan Panos Kammenos, Genelkurmay Başkanı Oramiral Vaggelis Apostolakis ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Koramiral Giakoumakis ile birlikte askeri helikopterle Muğla’nın Ardıççık Adası’na iniş yapmışlardı. Türk Hava sahasını 6 mil ihlal eden Yunan helikopterine hiçbir önleme yapılmamıştı. Yunanistan Başbakanı Çipras, İzmir ziyaretinde, Yunan hava sahasının ihlal edildiği iddiasını ortaya atmıştı. Çipras’ın asılsız iddiasından bir gün sonra, Yunan bakan ile askeri yetkilileri taşıyan helikopter, Türk hava sahasını 6 mil ihlal etti ve Türk toprağına iniş yaptı. Muğla’nın Ardıççık Adası’ndaki törende, Savunma Bakanı Kammenos, hayatını kaybeden subayların ailelerine başsağlığı diledi, plaket dağıttı. Adaya getirilen bir papaz da törene katılmıştı.

Muğla sınırları içinde bulunan Ardıççık Adası, 12 Ada bölgesinin batısında yer alan ve halihazırda Yunan işgali altında olan Koçbaba Adası’na 5 mil uzaklıktaki Türk Adasıydı. Ardıççık Adası, İstanbul’daki Büyükada’dan daha büyük bir adaydı. 1943 Tarihli İngiliz haritasında, anma töreninin yapıldığı Ardıççık (Kinaros) Adası’nın, 12 Ada deniz sınırının dışında ve Türkiye’ye ait olduğu açık bir şekilde yer almaktaydı. Milli Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri emekli Albay Ümit Yalım’ın, “Dışişleri Bakanlığı’nın internet sitesinde, hava sahası ihlalinin yayımlanmaması birçok soruyu da beraberinde getiriyor. Başbakan Davutoğlu, Ege Denizi bölgesinde, hava sahası ihlallerinin önlemesi için TSK’ya neden direktif vermiyor? Yunan helikopterlerine angajman kuralları neden uygulanmıyor? 16 Ada ve 1 kayalığı Yunanistan’a alenen veren AKP hükümeti, şimdi de Ardıççık Adasını mı veriyor?” soruları hâlâ yanıtsızdı. Emekli Albay Ümit Yalım, Kardak krizi sırasında, kayalıklara Yunan papazın gelmesinin büyük olay olduğunu hatırlatıp şunları vurgulamıştı:“Şimdi, Muğla’nın Ardıççık Adası’na Yunan papazı geliyor, Yunan helikopteri iniyor, Yunan Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı ve Deniz Kuvvetleri Komutanı geliyor, kimsenin sesi çıkmıyor. AKP hükümeti ise tam bir sessizlik ve aymazlık içinde bulunuyor. 11 Şubat 2016’da, İstanbul’dan NOTAM yayımlayan devlet memuru Ardıççık Adası’na ve egemenlik haklarımıza sahip çıkıyor ama maalesef Başbakan, Dışişleri Bakanı ve Milli Savunma Bakanı egemenlik haklarımıza sahip çıkmıyor.”

Kıbrıs, için için kanamaktadır!

Kıbrıs sorununun, Yeniden Büyük Türkiye olma sorunu olduğu unutulmamalıdır! Önce bizim Kıbrıs diye bir sorunumuz bulunmamaktadır, Rahmetli Erbakan’ın dirayet ve cesaretiyle başlatılan ve başarılan 1974 şanlı Kıbrıs harekâtıyla bu sorun sonlandırılmıştır. İşbirlikçi iktidarların gevşekliği ile tekrar başımıza sarılan Kıbrıs sorununun çözümünün ancak Türkiye’nin belirleyeceği milli politikalar sonucu çözüleceği açıktır. Çözüm temelde Türkiye’nin Yeniden Büyük Türkiye planları mı yoksa bu şekilde günübirlik politikalarla mı devam edecek sorusunda saklıdır. Türkiye’nin Osmanlı Devleti’nin mirasçısı bir dünya gücü olarak hareket etmesi kaçınılmazdır. AB’nin kapısında bekleyerek bu sorunların çözülmesi imkânsızdır. 1974 yılında Adadaki kaos ortamına son vermek üzere Türkiye müdahale kararı almış ve tarihi görevini yapmıştır. Ancak, Batı bunu kendine yapılan bir harekât olarak algılamıştır. Çünkü Kahraman ordumuz Viyana Kuşatmasından bu yana ilk defa toprak kazanımı şeklinde değerlendirilebilecek bir başarı kazanmışlardır.

Kıbrıs konusunda en sinsi gelişme, 2002’de başlanan Annan Planıdır. Annan Planı ile sanki AB herkese para verecek gibi düşündürülüp Kıbrıs halkı aldatılmaya çalışılmıştır. Referandumda evet oylarının çoğunluk çıkmasının arkasındaki neden Türkiye’de AKP’li Başbakanın 2003’te iktidara gelince Kıbrıs konusundaki milli politikadan caymasıdır. En az dört kere değiştirilmiş Annan Planı masaya taşınmış, Türkiye tarafı evet, Rum tarafı yüzde 74 oranında hayır çıkmıştır. Rumlar bilmeyerek hayır oyu vererek, oyunu bozmuşlardır. AB bu duruma çok kızmıştır.

Kıbrıs Elimizden Kaymakta, Türkiye Kuşatılmaktadır!

Hz. Osman’ın Halifeliği döneminde miladi 649 yılında fethedilen Kıbrıs, Larnaka’da şehid olarak medfun bulunan Hala Sultan, Larnaka’da hem bir Peygamber müjdesi hem de Resuluzişan hatırasıdır.

Kıbrıs 964 yılında yine Bizans’ın işgaline uğradı. Jeolojik devirlerde Anadolu’dan ayrılan bir parça olduğu söylenen Kıbrıs, Mısır ve Hititler arasında sürekli mücadele konusu yapılmıştı. Sonra sırasıyla Fenikeliler, Asurlular, Mısırlılar, Persler, Makedonlar, Mısırlılar ve M.Ö. 58’de Romalılar sahip olmuşlardı. M.S. 394 yılında Doğu Roma’ya kaldı. İslâm Orduları 632’den 964 yılına kadar Kıbrıs’a 24 kuşatmaya katılmışlardı. Üçüncü Halife Hazreti Osman Dönemi’nde 649’da Kıbrıs fethedilip, 694’te yine Bizans’ın eline geçen Kıbrıs III. Haçlı seferinde İngiltere Kralı I. Richard (Arslan Yürekli Richard) tarafından 1191’de Şovalyelere, sonra Kudüs Kralı’na satıldı. Latin Krallığı’ndan İtalyan şehir devleti Cenevizlilere, oradan 1425 yılından itibaren Memlük Sultanı Baybars’ın müdahalesiyle bir yıllığına Memlüklerin eline geçen Kıbrıs 1425’te İtalyan şehir devleti Venediklilere bırakıldı. Osmanlılar 1489’da Karpaz bölgesine çıkartma yapmıştı. Yavuz Sultan Selim’in 1517’de Mısır’ı fethetmesiyle artık Kıbrıs, Osmanlı’nın bir adasıydı. Osmanlı 1521’de Rodos’u fethettiğinde Venedikliler telaşlandı. Kıbrıs, Hicaz Yolu’nun güvenliğini sabote etmekle kalmamakta, Osmanlı’nın Akdeniz’e iniş yoluna da engel çıkarmaktaydı. Hac ve tüccar gemilerine saldıran Venediklilere, 11 Şubat 1570’te Osmanlı adayı terk etmeleri için bir nota yolladı. Osmanlı 360 gemiden oluşan donanmayla Kıbrıs’a doğru yola çıktı, 2 Temmuz 1570’te adaya ilk çıkarma yapıldı, 4 Ağustos 1571’de Lala Mustafa Paşa tarafından ada tamamen fethedilip teslim alındı. Meis Adası’na kadar 206 gemiyle gelen Müttefik Haçlı donanması Lefkoşe’nin düştüğünü haber alınca geri dönmek zorunda kaldı. (Eylül 1570).

Ada artık Osmanlı yönetimi altındaydı, Akdeniz’de güvenlik sağlanmıştı, Hac yolu emniyete alınmıştı.

Osmanlı Devleti’nin gerileme dönemi; 1853-1856 tarihleri arasında üç yıl süren Kırım Savaşı’nda, İngiltere, Fransa ve İtalya’nın işbirliği ile Rusya’ya karşı başarı kazanıldı, ama Osmanlı çok yıpranmıştı. 1856 yılında Paris Anlaşması yapıldı. Rusya Boğazları alıp İskenderun’a ve Basra Körfezi’ne inmek arzusundaydı. 1875’te Hersek isyanı başladı, Osmanlı isyanı bastırdı, Rusya 31 Ekim 1876’da verdiği ültimatomla mütareke imzalattı. 31 Mart 1876’da aktedilen Londra Protokolünü Osmanlı reddedince Avrupa devletleri Osmanlı’yı yalnız bıraktı. Bunun üzerine Rusya tekrar bize savaş açtı, 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında Osmanlı Devleti büyük topraklar kaybederek 31 Mart 1878’de Ayastefanos (Yeşilköy) Anlaşmasını imzalamak zorunda kaldı. Rusya’nın elde ettiği güç İngiltere’nin Ortadoğu çıkarlarına aykırıydı. İngiltere, Ayestefanos’un şartlarını hafifletmek, Rusya’yı geriletmek ve Osmanlı’dan yeni imkânlar koparabilmek için uzun bir diplomasi atağına başladı. Ve İngiltere geliri Osmanlı Hazinesine verilmek şartıyla geçici bir süre için Kıbrıs’ı Osmanlı’dan 12 Temmuz 1878’de kiraladı. Sultan Abdülhamit Han, zaten fiilen işgal edilen ada’yı, ilk fırsatta geri almaya açık kapı bırakmak için, İngilizler tarafından kuşatıldığını değil, kiralandığını resmiyete sokacaktı. Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’na Almanya’nın yanında katılmasıyla İngiltere 5 Kasım 1914’te tek taraflı olarak Kıbrıs’ı ilhak ettiğini açıkladı. 23 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Anlaşması’yla Türkiye Cumhuriyeti Kıbrıs’ın İngiliz mülkü olduğunu kabule mecbur kaldı. Kıbrıslı Türkler adadan göç etmeye başlarken, Rumlar 1959 yılına kadar adayı Yunanistan’a ilhak (Enosis) için uğraştı. Kıbrıs Türk Halkı adanın ilhakına karşı 1 Ağustos 1956’da Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı’nı (TMT), başka cemiyetler ve birlikler kurarak direniş başlatıldı. 11 Şubat 1959’da Türkiye-Yunanistan arasında imzalanan Zürih Anlaşmasıyla, 15-16 Ağustos 1959’da Kıbrıs Cumhuriyeti kurulup resmiyet kazandı, üç yıl bu işlev devam ettikten sonra Enosisçilik baskın çıktı ve Türklere karşı zulümler katliamlar başlatıldı. Türkiye 1963’ten sonra katliamlara müdahale etmek için hamlelere kalkıştı ama netice alamadı.[1]

15 Temmuz 1974’te EOKA’cı Samson Kıbrıs’ta darbe yaptı, katliamlara başladı ve adayı Yunanistan’a bağlama kararı aldı, bütün dünya ise EOKACI çeteye sadece seyirci kaldı. Filistin’deki, Çeçenistan’daki soykırım ve katliamı seyrettikleri gibi davranmışlardı. Garantör devlet olarak Türkiye diğer garantör ülke ile görüşmek üzere Erbakan Hoca, yanına Oğuzhan Asiltürk’ü de katıp Türkiye’den uzaklaştırarak Ecevit’le birlikte İngiltere’ye uğurladı. Artık bir saniye bile vakit kaybına tahammül kalmamıştı. Başbakan’a vekaleten Erbakan, Genelkurmay Başkanı ile görüşüp, durumun çok nazik olduğunu hatırlattı. Çünkü EOKA’cı çete gemi azıya almış durumdaydı, her an yeni bir katliamın başlama ve Kıbrıs’ın Yunanistan’a her an ilhakı ihtimali vardı. Erbakan, GKB. Semih Sancar’a, emir verilirse Kıbrıs’a ne kadar zamanda intikal edilebileceğini sorduğunda “üç günde”, cevabını alınca, hemen harekete geçilmesini, Mersin’e intikal edilmesini ve Ecevit’e ise İngiltere’den döndüğünde haber verileceğini belirtip harekâta gizlice başlanması talimatını vermiş bulunmaktaydı. 20 Temmuz 1974’te Türk Silahlı Kuvvetleri Kıbrıs Barış Harekâtı’nı fiilen başlatmıştı. Böylece EOKA’cı ve ENOSİS’çilerin karanlık emelleri boşa çıkarılmış ve Kıbrıs’taki Türk halkı özgürlüğüne kavuşmuş olmaktaydı. MSP-CHP koalisyonunda, Erbakan ve arkadaşlarının aktif davranması sonucudur ki Kıbrıs, Girit olmaktan kurtarılmıştı. Kıbrıs Barış Harekâtı’nda Koalisyon Hükümeti MSP ve Erbakan tarihi bir görevi başarıyla tamamlamıştı. Ama maalesef, Erbakan’ın koyduğu ileri hedeflere koalisyon ortakları yanaşmadığı, gelen hükümetler de bu persperktifi kavrayamadığı için Kıbrıs olayı tekrar sorun olmaya başlamıştı.

20 Temmuz 1974’te 1. Barış Harekâtı… Devamını okumak için tıklayınız.


[1] Bak: (Osmanlı İdaresinde Kıbrıs-Nüfusu, Arazi Dağılımı ve Türk Vakıfları-, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayını, Yayın Nu: 43, Ankara 2000.)

    Güncel makalelerimizden istifade etmek istiyorsanız lütfen aşağıdaki kutuya e-mail adresinizi yazarak bize gönderiniz.