26 Ağustos 2017
Sahte şeyh ve sahte Prof. Haydar Baş’ın müritlerinden Yusuf Karaca: “Fatih dinsiz miydi?” diyecek kadar küstahlaşmıştı. Hiç utanmadan, sakınmadan aynen şunları zırvalamıştı:
“İcmal Gençlik Kampı’nda Asude Yılmaz hanımın Fatih konusunda ortaya koyduğu belgeler, dinleyenleri adeta şaşkına çevirmişti. Bundan sonra da konuyla ilgili tarihçi arkadaşlarımızdan duyacaklarımız, herkesi şaşırtmaya devam edecektir… Oysa bir takım uyduruk hadislerle “Fatih’i Peygamber’in övdüğü” yalanlarıyla büyüdük hepimiz. Şarabına zehir konarak oğlu tarafından öldürülen Fatih’in, şarap içtiği kesin iken peygamber şarap içen birini nasıl övmüş olabilir? İslam’ın haram kıldığı öldürmeyi, helal yapan Fatih, oğlu Beyazıt tarafından öldürülmüş. Sen misin taht uğruna evlat öldürmeye “caiz” diyen, al sana!.. Tarih dalında otorite isim Halil İnalcık şöyle der: “Fatih, İstanbul’un fethinden sonra kendisini Doğu Roma İmparatorluğu’nun varisi görmüş, Kayser-i Rum (Roma İmparatoru) unvanını benimsemiş, imparatorluğu eski Bizans sınırlarında kurmak için seferlerini ve davranışlarını buna göre ayarlamıştır”. Fatih, kendini “Roma varisi” görürken, bize “peygamber varisi” diye yutturuldu! Fatih dönemi İslam dışı uygulamalarına iki örnek verelim: İslam hırsızlıkta el kesilmesini emrederken Fatih kanunlarında sığır çalanın eli kesilmiyor, bunun yerine yüz akçe ceza veriliyor. At çalarsa şayet, el kesilir. Zina yapana mesela para cezası veriliyor hâlbuki şeriat yasasına göre fiziki ceza gerektirir. Şarap içene iki sopa yerine, bir akçe alınması öneriliyor… Franz Babinger Osmanlı ve Bizans kaynaklarına göre Fatih’in kişisel ve karakter özelliklerini babası ve dedesinden değil, annesinden aldığını aktarmaktadır. Babinger, Dukas’tan aktardığına göre “2. Mehmet pire gibi adam öldürmekten zevk alırdı” tespitine yer verir. Her çocuk gibi Fatih de annesinden çok etkilenmiştir. Fatih için “temelde dinsel bağları olmayan bir insan” yorumunu yapan kaynaklar, oğlu Bayezit’in babası Fatih için “dinsiz” dediğini belirtirler. Emine Çaykara’nın Halil İnalcık’tan aktardığı “Osmanlı sultanlarının çoğu ayyaştı” tespiti çok önemli.” (14 Ağustos 2017, Yeni Mesaj)
Bu Yusuf Karaca’nın ve diğer sapıtmış ve satılmış Haydar Başcıların, hiç utanmadan böylesine soysuz ve şuursuz bir hırçınlıkla Fatih Sultan Mehmet Han’a yönelik düşmanlıkları, aslında kendisine ve Konstantinin Fethini övüp müjdeleyen Hz. Peygamber Efendimize duydukları gizli düşmanlığın açığa vurulmasıdır. Bunların Fatih Sultan Düşmanlığı, topyekün Osmanlı düşmanlığının bir yansımasıdır ve herhalde İstanbul’un Fethini hâlâ hazmedemeyen Haçlı Batı’ya uşaklık ve yavşaklıktır. Bu Haydar Başcı sapkınların; Haçlı Papalık hizmetçisi Fetullah Gülen’e ve işbirlikçi AKP’ye karşı tavırları ise, sünni İslam ve özellikle Erbakan düşmanlıklarına birer kılıftır. Allah aşkına aklı ve vicdanı olan söylesin, Haçlı Papa’nın huzurunda rüku edip elini öpmekle, Haçlıların Konstantin Kalesini ve Ayasofya Kilisesini ele geçirip bu ülkeyi İslam vatanı yapan Sultan Fatih’e düşmanlık etmenin ne farkı vardır? Haçlı Batılı gavurların bazı yazar ve tarihçi takımının kuyruk acısıyla Osmanlı aleyhine uydurdukları yalan ve iftiraları doğru sayıp, Hz. Peygamber Efendimiz’in müjdesine muhatap Sultan Fatih’i ve diğer padişahları ayyaşlıkla suçlayıp saçmalayan ve içkinin İslam’daki cezasını hatırlatan Yusuf Karaca gibi kiralık ve münafık takımına ve Milli tarih tahribatçılarına sormak lazımdı:
Peki İslam hukukuna göre; müridinin karısını ayartan ve evinde aylarca alıkoyduktan sonra zorla boşatıp haremine alan; dört karılı sahte tarikat şeyhiniz, şimdi sözde parti şefiniz ve yine sahte Prof. etiketli Efendiniz Haydar Baş’a nasıl bir ceza uygulanmalıydı? Bu dört karılı harem hayatı da mı Atatürkçülüğün bir icabıydı?
Bizim bu uyarılarımıza ve düşük ayarlarını ortaya koymamıza yanıt veremeyen bu zavallı zırvacılar: “Bu Ahmet Akgül ve Milli Çözüm yazarları bu cesareti nereden almaktadır?” diye sormaktaydı. Öyle ise yanıtlayalım:
“De ki, (ey inkarcılar ve münafıklar) “Siz (ancak) bizim başımıza (dünyada zafer ve saadet, ahirette ise cennet gibi) iki güzellikten birinin gelmesini gözleyebilirsiniz. Biz ise, Allah’ın kendi katından ve bizim ellerimizle size bir azap indirmesini gözleyip beklemekteyiz. Öyle ise bekleyin bakalım, çünkü biz de sizinle beraber gözetleyip duruyoruz.” (Tevbe: 52) inancına sahip bir Müslüman elbette cesaret ve metanet sahibi olacaktır.
“(Rabbinin seçtiği ve rehber tayin ettiği kutlu insanlar) Ki onlar; Allah’ın risaletini (mesaj ve müjdesini öğrenip öğreten ve) tebliğ edenlerdir; O’ndan içleri titreyerek-korkanlar ve Allah’ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır. (Zaten) Hesap görücü olarak Allah kâfidir.” (Ahzap: 39) Evet, mü’minlerin cesaret kaynağı imanları ve sadece Allahtan korkmalarıdır.
“Her kim “Bizim Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra istikamet sahibi olarak (dürüst ve) dosdoğru yaşarsa, Onlar için (ne dünyada ne de ahirette) asla korku (ve keder) yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.” (Ahkaf: 13) Övgüsüne mazhar Müslüman’ı hiçbir güç ve hiçbir tehditle korkutamayacaktır.
“İnkâr edenler, Resullerine dediler ki: “Muhakkak (ya) sizi kendi toprağımızdan süreceğiz, veya dinimize (ve batıl düzenimize ve dejenere edilmiş değerlerimize) geri döneceksiniz.” Böylelikle Rableri kendilerine (Nebilerine) vahyetti ki: “(Sabredin) Şüphesiz Biz, zulmedenleri helak edeceğiz!” “Ve onlardan sonra sizi o arza mutlaka yerleştireceğiz (size imkân ve iktidar vereceğiz). İşte bu, makamıma saygı duyana ve tehdidimden korkana ait (bir ayrıcalık ve müjdedir).” (İbrahim: 13-14) Müjdesine muhatap bir mü’mini hiçbir korku davasından caydıramayacaktır.
“Onlar sizi (uzaktan) gözetleyip-duruyorlar. Size Allah’tan bir fetih (zafer ve ganimet) gelirse: “Sizinle birlikte değil miydik?” diye (yılışıyorlar). Ama kâfirlere (başarıdan) bir nasip düşecek olursa (zalimler galip gelirse onlara yanaşıp): “Sizi üstün gelmeniz için desteklemedik mi, mü’minlerden size (gelecek tehlikeleri) önlemedik mi?” diye (münafıklık ediyorlar). Allah, kıyamet günü aranızda hükmedecektir. Allah, kâfirlere mü’minlerin aleyhinde kesinlikle yol vermeyecek (sonunda mü’min mücahitleri zafere ulaştıracaktır).” (Nisa: 141) Garantisini alan bir mü’min elbette tek başına bile tüm şeytani güçlere ve inkârcı zalimlere cesaretle meydan okuyacaktır.
Musibetleri ve imtihan sürecini “gelecekten seyretmek” şuuru ve rahatlığı!
Milli Çözüm Ekibinin, diğer bütün şuurlu mü’minler gibi; Başımıza gelen musibetleri ve imtihan süreçlerini, “kader penceresinden ve gelecekten izleme” sırrına vakıf olmaları, cesaret ve metanetimizin en önemli dayanaklarındandır. Olayların seyrini ve neticelerini bildiği tarihi kahramanlık filmini seyreden bir kişi; aktörlerin tutuklanmaları, zindana atılmaları, işkencelere tabi tutulmaları ve çeşitli iftiralara uğratılmaları durumunda, paniğe ve endişeye kapılmayıp, onların kurtulacaklarını ve kutlu başarılara ulaşacaklarını bilmenin peşin huzurunu yaşayacaktır. İşte her mü’min Allah’ın va’dine ve kudretine güvenip, uğradığı sıkıntı ve sarsıntılardan kurtulacağı ümidiyle, kavuşacağı mutlulukların peşin sevincini tadacak, zorluklara sabır ve cesaretle dayanacaktır. Kur’an’da anlatılan Hz. Yusuf (a.s) da, kaderini, gelecekten izleme, şuuru ve huzuru ile rahatlatılmıştır.
“Nitekim (hain ve zalim kardeşleri) Onu götürdükleri ve kuyunun derinliklerine atmaya topluca karar verdikleri zaman, Biz ona (Hz Yusuf’a şöyle) vahyetmiştik: “Andolsun sen onlara, kendileri (şuursuz vaziyette bu gelişmelerin) farkında değilken, bu yaptıklarını (tek tek) haber verecek (ve mahcup edecek)sin…” (Yusuf Suresi: 15. ayet) bu cesaret ve metanet kaynağını vurgulamaktadır. Yani Cenabı Hak, Hz. Yusuf’a: Bu hıyanet ve hakaretler sonunda Mısır’da çok etkili ve yetkili bir konuma ulaşacağını, kötü niyetli kardeşlerinin de farkında olmadan onun izzet ve devlete kavuşmasının yolunu açtıklarını, kaderini gelecekten izletmek suretiyle, onu ruhen rahatlatıp imtihanını kolaylaştırmıştır.
Halk arasında cesaret; yiğitlik tavrı, ataklık, gözü karalılık ve dayanıklılık özelliklerini de içeren; ürkülecek şeyleri, endişe ve panikleri, risk ve tehditleri, dirayet ve sükunetle karşılayıp aşma, korku ve kuşku uyandırıcı durumlarla başa çıkma hassasıdır. Ancak cahili cesaret; sadece kuru kahramanlık damarıyla, tehlikelerin üzerine atlama anlamına kullanıldığı halde, İslami cesaret; imandan, Allah’ın va’dine ve kudretine itimattan doğan bir kararlılıktır. İşte Milli Çözüm Ekibinin cesareti de, basit bir gözü karalılık değil, imani bir kararlılık tavrıdır. Çünkü onurlu ve cesur bir mü’min bilir ki; Allah’ın dilemesi ve takdir etmesi dışında hiçbir şey ve hiç kimse kendisine ve yakın çevresine ne zarar ne yarar sağlayamayacaktır. Bu nedenle cesaret; doğruluk ve ihlas gibi olgun ve onurlu sıfatların da madeni konumundadır. Çünkü yalancılık, riyakârlık, yağcılık ve sahtekârlık, korkaklığın sonuçlarıdır.
Cesaret ve metanet, her başarının anahtarıdır. Risk almaktan ve sıkıntıya uğramaktan korkan kimseler büyük hayırlara ve yararlara yol açacak cesaretli adımlar atamayacaktır. Cesaret; mertlik ve yiğitlik aşısıdır. İmani bir özgüven ve insani bir özgürlükle Hak davaya ve mazlum halklara adanmışlıktır. Cesur Müslüman, Allah’a sığınarak, hayırlı ve uzun aşamalı başarılara odaklanmıştır. Korkaklık ise, esaret ve bağımlılıktır. Nefsi vehimlerinin ve endişelerinin zincirleriyle kendilerini bağlamış olan korkaklar, büyük değişim ve devrimlere öncülük yapamayacaklardır. Cesaret ümitvarlığın, korkaklık ise kötümserliğin ve karamsarlığın sonuçlarıdır. Ve tabi şunu da hatırlatalım ki, gereksiz ve değersiz şeyler için cesaret ve fedakârlık, kahramanlık değil israfçılıktır ve kendini boşa harcamaktır.
Kendi izzeti nefsimizi, hürriyet ve haysiyetimizi korumak, temel insan haklarımıza sahip çıkıp savunmak üzere bize sunulan ve fıtri (doğuştan) olan cesaret duygusu; iman disipliniyle ve İslami eğitim süreciyle daha da gelişip olgunlaşır ve vicdanın kontrolüne alınır. Çünkü cesaret; dengeli biçimde, gerekli ve yeterli ölçüde kullanılmazsa, saldırganlığa ve zulümkârlığa yol açacaktır. Evet cesaret, çok zahmetli ve tehlikeli bir işe girişirken insanın kendinde bulduğu özgüven hassasıdır. Bu doğru ve olumlu cesaret,korkusuzluktan ziyade, bir başka olgunun ve sorumluluğun bu korkulardan daha önemli ve gerekli olduğu bilinciyle davranmaktır. Kahramanlık ve fedakârlık isteyen her riskli işin başlangıcında, cesur insanla korkak arasında pek fark bulunmamaktadır. Aradaki tek fark; korkak kendi kuşkularını öne çıkarıp geri adım atarken, cesurun bu korkularını bir kenara atıp, milli ve manevi sorumluluklarını kuşanmasıdır.
Korkularımızı yenmek ve cesaret duygumuzu geliştirmek için şu tavsiyeler yararlıdır:
a) Gereksiz ve temelsiz korkularımızı aşmak ve cesaret kazanmak için, cesaret ve metanetine güvendiğimiz insanlar örnek alınmalıdır. Onların cesaret kaynağı olan Kur’ani gerçekler ve Nebevi öğütler üzerinde yoğunlaşmalıdır.
b) Çevremizdeki kaypak ve korkak insanların moral bozucu yaklaşımlarından, bize kof kuşku ve kuruntu aşılayanlardan uzak durmalıdır. Çünkü korkaklar asla zorlu ve onurlu işlere başlayamayacak ve tabi başlamadan da kutlu başarıya ulaşamayacaktır.
c) Etkili ve yetkili kişiler ve hıyanet ehli tiplerce size kin tutuluyor, kötülük yapılıyor, İslami ve insani tavrınız engellenmeye çalışılıyorsa, bu hem sizin haklı ve doğru yolda olduğunuzun, hem de sizden korkulduğunun bir ispatıdır. Öyle ise ağırlığınız ve saygınlığınız ancak cesaret ve metanetinizle korunacaktır. Çünkü direnç ve dirayet gösterilmezse, önceleri cesur insanlar bile zamanla korkaklığa, nemelazımcılığa ve zulüm düzeniyle uzlaşmaya kaymaktadır. Hak davasından taviz vermeye, gafil çevresinin ve hain işbirlikçilerin baskılarına boyun eğmeye başlayanların, giderek özünü yitirip koflaştığına ve korkaklaştığına hep şahit olunmaktadır.
d) Oysa hakta ve hayırda sabit ve istikametli, sıkıntı ve zorluklara karşı metanet ve cesaretli insanlara saldırmaktan genellikle çekinildiği saptanmıştır. Evet insanlar, zamanla ve bazı dayatmalarla korkaklığa da korkusuzluğa da alıştırılacak bir yapıdadır. Ancak cesur insanlar hem onurlu yaşayacak, saygı duyulacak, hem de sevap ve şeref kazanacaktır.
e) Erbakan’a göre: “Hayat; iman ve cihattır!” Ama 40 yıllık tavırlarından çıkardığımız, Erdoğan’a göre ise: “Hayat; imkân ve fırsattır.” Yani, kötü niyetine ve mahiyetine bakmadan, hangi merkezler daha cazip makam ve çıkar sağlıyorsa, onların hizmetine koşulmak; caiz ve vicdani olmasa da her fırsatı, şahsi ve siyasi hesapları uğrunda ve rakipleri aleyhinde kullanmak bu tiplere göre akıllılık, yandaşlarına göre ise kahramanlıktır. Biri cesaret ve izzetin, diğeri güç odaklarına esaret ve zilletin mayasıdır. İşte bu nedenle, hayat, iman istikameti ve vicdan cesareti ile yaşanırsa, insana onur ve huzur kazandıracaktır. Nefsi korkularını ve dünyevi kuşkularını yenebilenler, ölümü de öldürebilen, yani ölümü sonsuzluğa doğuş gören bir kutlu kahramanlığa ulaşacaktır.
Cesaret Kavramı ve Kaynağı
Gerçek cesaret, Kur’an’da bildirildiği ve Efendimizce öğretildiği üzere, Allah’ın sınırlarını bütünüyle ve samimiyetle koruma konusunda; Allah’tan başka hiç kimseden korkmadan ve çekinmeden kararlılık göstermek, hiçbir ortamda ve hiçbir şart altında, Hak davasından ve İslam ahlakından taviz vermemektir. Cesaret, sadece ve yalnızca Allah’tan korkan, O’na derinden bağlı olan insanların, imanlarından kaynaklanan onurlu ve şuurlu bir karakterdir. Samimiyetle inananlar; Allah’a olan imanları, Allah korkuları ve ahiret arzuları nedeniyle doğal ve doğru bir cesaret sergilemektedir. Her davranışları son derece samimi ve cesaretlidir. Allah rızası için, Kur’an ahkamını savunmak ve Allah’ın emrettiği ahlakı yaşamak ve diğer insanların da bu huzura ulaşmalarını sağlamak için çaba gösterir, etraflarında işleyen kötülüklere karşı sessiz ve tepkisiz kalmak yerine, Kur’an’a uygun tavır gösterirler. Küfür ve kötülüklere karşı fikri olarak mücadele etmeyi, doğruyu, güzeli, iyiyi yerleştirmeyi görev edinirler.
Müminlerin cesaretinin kökeninde; tamamen Allah sevgisi, Allah korkusu ve Allah’ın rızasını kazanmaya yönelik samimi gayretleri görülecektir. Bu yüzden Kur’an’ın adalet nizamını kurma ve İslam’ın ahlakını yaşama konusundaki cesaretleri belirli şartlara bağlı değildir. Her ortamda ve her durumda mümin Allah’a güvenmenin getirdiği cesareti sergileyecektir. İnkârcıların ve münafıkların sergiledikleri cesaret örneklerinde ise maneviyatın yerini yalnızca çıkarlar ve dünyevi hırslar almaktadır. Bu yüzden Milli şuurdan ve manevi sorumluluktan uzak insanlar cesaret kavramını yanlış alanlarda uygulamaya kaymaktadır. Asıl cesaret göstermeleri gereken konularda ise hep geri durulmaktadır. Bu nedenle bu kişilerin gösterdikleri cesaret; genellikle gereksiz, anlamsız ve ahiretleri açısından da yararsız bir cesaret olmaktadır. Allah korkusu taşıyan insanlar vicdanen cesaret göstermeleri gereken bir olayda, o olayı görmezlikten gelerek kaçmayı vicdanlarına sığdıramazlar. Örneğin, bir kişi suçsuz olduğu halde suçlanıyorsa ve bir mü’min de onun suçsuzluğuna şahitse, kendi çıkarlarına ters de düşse, kendini riske de atsa bu kişinin hakkını Allah’ın rızası için savunacaktır. Bu gerçekten güzel bir cesaret örneğidir. Mü’minin gösterdiği bu cesaretin kaynağı, Allah korkusudur. Çünkü Allah Kur’an’da şöyle emretmiştir:
“…Şahidliği (asla) gizlemeyin (ve değiştirmeyin). Kim onu gizlerse…Devamını okumak için tıklayınız…
[1] Bakara Suresi, 283
[2] Maide Suresi, 54
[3] Enfal Suresi, 36-37
[4] Ahzap Suresi, 39
[5] Şuara Suresi, 221-223
[6] Meryem Suresi, 88-89
[7] A’raf Suresi, 12-17
[8] Nur Suresi, 21
[9] Bakara Suresi, 49
[10] Bakara Suresi, 155-157
[11] İsra Suresi, 76-77
[12] Bakara Suresi, 214