4 Aralık 2017
Sn. Erdoğan’ın grup toplantılarında, TV kanallarında ve miting alanlarında Reza Zarrab davası ile ilgili flaş açıklamalarda bulunması; ayrıca “17-25 Aralık’ta ülkemize tarihin en büyük tuzaklarından biri kuruldu; bu tuzak başarısız olunca aynı tezgâhı götürdüler Amerika’da kurdular” buyurması, acaba, sadece milli bir duyarlılık mıydı, yoksa bu telaş daha derin kuşkulardan mı kaynaklanmaktaydı?
ABD’de açılan Reza Zarrab davası ile ilgili olarak Sn. Erdoğan’ın: “17-25 Aralık’ta ülkemize tarihin en büyük tuzaklarından birini kurmuşlar. Bu tuzak başarısız olunca aynı tezgâhı alıp Amerika’ya taşımışlar. Birileri hala FETÖ’nün ağzı ile itham etmeyi sürdürüyorsa sebebi onlara verilen rolü oynamaktır. Aynı çevreler hepimizin gözü önünde yaşanan 15 Temmuz ihanetine hala tiyatro, kontrollü darbe diyebiliyorsa bu sözü onlara kimlerin söylettiğine bakmak lazımdır.” şeklindeki çıkışları nasıl okunmalıydı?
New York Times (NYT) “Aşağı Manhattan’da bir mahkeme salonunda görülecek olan dava Türkiye’de hükümet yetkililerinin, televizyonların, gazetelerin hatta kahve sohbetlerinin konusu olduysa bunun altında ne yatmaktadır?” diye sormaktaydı. Haberde “Amerikalı yetkilileri davadan vazgeçirme kampanyasının başarısız olmasının ardından, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan ‘hasar kontrolünü’ devreye sokarak tüm hukuki süreci karaladığı” yazılmaktaydı. Aynı Gazete (NYT), jüri heyeti seçiminin “Zarrab’ın savcılıkla işbirliğine başlamış olabileceği, yüksek yerlerdeki yolsuzluk ve rüşvete dair zarar verici kanıtlar sunabileceği spekülasyonları arasında yapılacağını” hatırlatmıştı. Jürili yargılama süreci öncesi 16 Kasım’da yapılan son ön duruşmaya Zarrab katılmamış, Amerikan medya kuruluşu NBC, Zarrab’ın New York’ta yargılandığı davada savcılıkla işbirliğine başladığını açıklamıştı. New York Times, Zarrab tanık koruma programına alınsa bile, savcıların Zarrab’la birlikte tutuklu bulunan eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla hakkındaki yasal süreci devam ettirmesinin beklendiğini de vurgulamıştı. NYT, “7 sanık hakkında daha suçlama yapıldığını, ancak bu sanıkların henüz yakalanmadığını” da hatırlatmıştı. Acaba bu yeni sanıklar arasında hangi üst düzey AKP’liler vardı?
Bu davanın Erdoğan için siyasi sonuçlar doğuracağı iddiası!?
New York Times (NYT), “Eğer Zarrab tanıklık eder ve ABD olaya karıştığı belirlenen Türk bankalarına karşı adım atarsa, bunun Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan için siyasi sonuçları olabileceğini” de yazmıştı. Bu Gazete, Zarrab’ın son ön duruşmaya katılmaması üzerine, “Türk hükümet yetkililerinin ABD’den Zarrab’ın nerede olduğu bilgisini istediğini ve Türk bakanların yabancı basın kuruluşlarına konuşarak Zarrab’ın olası tanıklığını önemsiz göstermeye çalıştığını” aktarmıştı. Gazeteye konuşan New York merkezli danışmanlık şirketi GlobalSource Partners’tan Atilla Yeşilada “Türk hükümetinin iddiaları yalanlama boyutunun, Zarrab davası ile ilgili ne kadar endişeli olduklarını gösterdiğini” vurgulamıştı. 19 Mart 2016’dan bu yana hapishanede bulunan Zarrab, ABD’nin İran’a uyguladığı yaptırımları yasa dışı yollarla delmek, ABD kurumlarını aldatmak ve kara para aklamakla suçlanmaktaydı. Wall Street Journal (WSJ) gazetesi ise “Üst düzey Türk yetkilileri de içine alma ihtimali bulunan Reza Zarrab davasının Türkiye ile ABD arasında hâlihazırda artmış olan tansiyonu daha da yükseltebileceğini” yazmıştı. “Türk yetkililer davanın ABD’nin Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ı baltalama planı olduğu iddiasındaydı. Oysa Trans-Atlantik çapraz ateşi, iş dünyasını da alarma geçirmiş durumdaydı. Türk bankaları hakkındaki iddialar ülkenin finans marketlerindeki itibarını zedeleyip yabancı yatırımcıyı kaçıracak ve Ankara’nın borçlanma maliyetini artıracak boyuttaydı!.” yorumları yapılmıştı.
Bu aşırı tepkiler, millilik damarı mıydı, suçluluk telaşı mıydı?
ABD’li Siyonistler, kardeş ve komşu ülkemiz İran’a ambargo koymuşlardı, Türkiye hem kardeşlik hakları hem de kendi çıkarları için bu ambargoyu delince suçlu sayılmıştı… Şimdi Erbakanvari: “Bana ne Amerika’dan, bana ne ambargodan!.” demek zamanıydı. Öyle ya, AKP iktidar kurmaylarının çıkıp: “Türkiye bağımsız bir ülkedir; Amerika’nın eyaleti veya sömürgesi değildir. Bu nedenle İran’la ticari ve siyasi ilişkilerimiz karşılıklı çıkarlarımız gereğidir…” şeklinde haykırmaları lazım gelirken, Cumhurbaşkanından, Başbakanından Bakanlarına kadar, bu şaşkınlık ve hırçınlığın altında ne yatmaktaydı? Bekir Bozdağ’ın: “Reza Zarrab, Türkiye’nin aleyhinde karar çıkarılmak üzere kullanılmaya uygun iftiralarda bulunmaya, yani iftira uydurmaya yarayacak bir iftiracı olmaya zorlanmıştır” sızlanmaları neye dayanmaktaydı ve kahraman iktidarınız bu iftiralar(!) karşısında niye bu denli telaşlıydı? Ancak ne yazıktır ki mesele bundan ibaret sanılmamalıydı. Evet, Reza Zarrab başından beri CIA elemanıydı ve maalesef şahsi çıkar hesapları yüzünden AKP iktidar kurmaylarını ve yakınlarını da suç ortağı yapıp hepsini -Erdoğan’a şantaj olarak kullanmak- üzere belgelemiş olduğu konuşulmaktaydı!? Bu gizli ve kirli “şahsi hesaplar” sadece AKP’nin zaafı da sanılmasındı. Eylül 1946 tarihli Büyük Doğu‘nun 45. sayısının kapak kompozisyonunda: “İsviçre bankalarındaki milyonlarca dolarlık özel mevduat hesapları kimlerin adınaydı ve bunların hesabı ne gün sorulacaktı?” yazılmıştı. Ve tabii hemen ardından 46. sayı daha dizgide iken vazgeçilmiş, anlaşmalı matbaaya yapılan siyasi baskılar sonucu maalesef çıkmamıştı. Şimdi Binali Başbakan; “Rıza Sarraf, Amerika’daki davada sanık iken tanık yapıldı. Bu adaletin tıkanmasıdır, insan haklarının ayak altına alınmasıdır” şeklinde sızlanmıştı. Oysa bizzat kendileri tarafından, Ergenekon davalarında PKK tanık TSK sanık yapılmamış mıydı? FETO ittifakıyla tertiplenen Danıştay davasında, önce müebbete çarptırılan sanıklar gizli tanık kapsamına alınmadı mı? Hrant Dink davasında tetikçi katil Sanık’a sonradan Tanık sıfatı takılmadı mı?
İsmail Küçükkaya yaptığı televizyon programında Kemal Kılıçdaroğlu ve Erdoğan arasında yaşanan belge tartışmasını hatırlatıp “Kılıçdaroğlu’nun iddiasını kanıtlaması, aksi halde istifa etmesi gerektiğini” vurgulamıştı. Küçükkaya’nın; Kemal Kılıçdaroğlu’nun kamuoyunu ikna edememesi durumunda istifa etmesi gerektiğini belirtmesi haklıydı. Evet, elinde yolsuzluk ve vurgunluk belgeleri varsa kamuoyu ile paylaşmalıydı. Aksi halde Erdoğan’ı aklamak ve haklı çıkarmak için danışıklı dövüş yaptığı anlaşılacaktı. Çünkü Sn. Erdoğan; “Kılıçdaroğlu belgeleri kanıtlasın istifa ederim” buyurmuşlardı. Küçükkaya’nın Kılıçdaroğlu’na “Erdoğan’ın istifasını bekliyoruz” çağrısı anlamlıydı!
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Erdoğan belgeleriyle ilgili bir açıklama yapmış, grup toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın akrabaları ile ilgili olan belgeleri bir bürokrattan aldığını vurgulamıştı.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Partisi’nin grup toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın akrabalarıyla ilgili belgeleri FETÖ’den değil, bir bürokrattan aldığını açıklamıştı. Bu arada CHP’nin, TBMM Başkanlığına verdiği Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yakınlarının yurt dışına para gönderdiği iddialarıyla ilgili Meclis’te komisyon kurulmasına yönelik önergesinin, AKP’lilerce reddedilmesi de kafaları karıştırmıştı. Oysa, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yakınlarının yurt dışına para gönderdiği iddialarının araştırılmasına en çok AKP’lilerin sahip çıkması lazımdı. Yoksa derin bir kuşkuları mı vardı?
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Bülent Tezcan, bu konuyla ilgili yaptığı basın toplantısında Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı belgeleri toplantı sonrası basına dağıtmıştı. Tezcan, belgelerin orijinallerinin savcılığa da verileceğini hatırlatmıştı. Tezcan’ın açıklamalarındaki satırlar şunlardı:
“20 gün içerisinde bunlar arasında, 15 milyon dolarlık bir para trafiği var. Şirketi kuruyorsun, 2.5 ay sonra devrediyorsun, 1 ay sonra bir para trafiği başlıyor, 15 milyon dolar para trafiği 20 gün içerisinde ödeniyor. Bize dediler ki, ‘Bu belgeler sahte’. Bunların tamamı orijinal belgeler. Bu orijinal belgelerin tamamını size dağıtacağım. Kamuoyu ile de paylaşacağız. Herkese yetecek zamanımız var. Herkese verecek zamanımız var. Para gidiyor yurt dışına, sonra tekrar geliyor. Off shore adalarında iş tutmayı becerenler sahte işlerin nasıl yapılacağını çok iyi biliyorlar. Vereceğiz savcılığa orijinallerini onlar da baksınlar. Şimdi birinci soru: Dediler ki (bu paralar) şirket satışı için (aktarıldı). Bu nasıl bir şirket satışı? Hangi şirketi sattınız? İkinci soru: Bu şirketin ortakları kimler olmaktaydı? Bunları çıkarın ortaya, kamuoyunun bilme hakkı vardır. Üçüncüsü, sermayesi ne kadar bu şirketin? Bu şirketin bilançosu ne? Varlıkları ne? 15 milyon edecek hangi varlığı var bu şirketin? Bunlar kamuoyuna mutlaka açıklanmalıdır. Devir senetleri nerede? Ortaya çıkarın ki, devir senetleri üzerinden konuşalım.”
Rothschildlerin Man Adası
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu “Man” adası iddiası ile büyük bir tartışmanın da fitilini yakmıştı. Peki, neresidir bu Man adası ve ne işe yaramaktaydı?
• Man adası İngiltere ile İrlanda arasında 572 km2‘lik küçücük bir ada devleti oluyordu.
• Vatandaşları aynı zamanda Birleşik Krallık vatandaşı olarak kabul ediliyordu.
• 84 bin nüfuslu, zengin bir ada sayılıyordu. Man adasında yaşayan 84.000 kişinin yarısından azı bu adada doğmuştu.
• Tam bağımsız bir devlet değil; dışişleri ve savunma alanında İngiltere’nin himayesinde bulunuyordu.
• Adayı koruma ve ada adına diplomatik ilişkiler kurma yükümlülüğünden İngiliz devleti sorumluydu.
• Çok düşük vergileri nedeniyle “vergi cenneti” olarak tanınıyordu.
• Kötü namını silebilmek için Türkiye dahil onlarca ülke ile “Vergi Bilgisi Değişim Anlaşması” imzalıyordu.
• Man adasıyla yaptığımız anlaşma, Türkiye’de 5 yıl sonra 8 Mart 2017’de yürürlüğe konulmuştu. Bu nedenle, o tarihten önceki işlemlerin soruşturma konusu yapılması mümkün görülmüyordu.
• Kişi başı gayrisafi yurtiçi hâsılası (GSYH) 50 bin doları aştığı biliniyordu.
• Adadaki diğer önemli sektörler ise ışıkçılık sektörü ve turizm oluyordu.
• Adada para birimi olarak İngiliz Sterlini’nin yanı sıra Man Poundu da kullanılıyordu.
• Adanın başkenti Douglas kenti oluyordu.
• Adanın bugün kullanılan bayrağında üçlü sarmal şeklinde bacaklar bulunuyor. Bu bacaklar hem zırhın içinde hem de altın mahmuzları var. Bayrak, eski çağlarda kullanılan gamalı haçların bir devamı niteliğinde. Bayrak 1929’da resmen ülke bayrağı olarak kabul ediliyordu.
• Adada bir zamanlar Manskça denen yerel bir dil konuşuluyordu.
Özetle, “Man” adası Siyonist Yahudi Rothschildlerin özel mülkiyeti ve kara para aklama merkezi olarak faaliyet yapıyordu.
“SWIFT” hilekârlığı
Kılıçdaroğlu, “Man Adası’na giden paralar” olduğunu iddia ediyordu. Erdoğan ise, “hayır gelen paralar var” diyordu! Burada “sihirli” sözcük, “SWIFT” oluyordu. Bunun, tüm dünyadaki bankalar arasında elektronik fon transferini sağlayan bir kod sistemi olduğu biliniyordu. Basitçe: Türkiye’de bir bankadan diğerine döviz cinsi para gönderdiğinizde, bu para önce yurtdışındaki muhabir bankanın hesabına gidiyor. Bu banka ise parayı bekletmeden Türkiye’deki diğer bankaya aktarıyordu… Yani… Man Adası’ndaki Bellway Limited, Halkbank hesabından, Erdoğan’ın yakınlarının Albaraka Türk’teki hesaplarına 20 gün içinde 15 milyon dolar gönderiyordu. Para döviz cinsi olduğu için işlemler Halkbank ve Albaraka Türk üzerinden yapılsa da, döviz (swift sebebiyle) BNY Mellon Bank üzerinden gidip geliyordu.
Sn. Erdoğan 7.11.2017 tarihli AKP Grup Toplantısı’ndaki konuşmasında bir fıkra aktarmıştı:
“Hani meşhur bir hikâyedir. Yeni göreve başlayan bir sadrazam masasının üzerinde bir not ve altında da üç zarf görür. Notta “Başın sıkıştığında mektupları sırasıyla aç” diye yazmaktadır. Bir süre sonra halkın homurdanmaya başlamasıyla sıkıntıya düşen sadrazamın aklına bu mektuplar gelir ve ilkini açar. Mektubun içinde ‘yapamayacak olsan bile sürekli vaatte bulun’ diye yazmaktadır. Sadrazam vaatleri peşi peşine sıralamaya başlar ve biraz rahatlar. Ancak bir müddet sonra homurtular yeniden yükselince bu defa ikinci zarfı açar. Onun içinde de ‘geçmiş yönetimleri suçla’ diye yazmaktadır. Bir müddet de bu şekilde devam eden sadrazam, tekrar sıkıştığında sonuncu zarfa müracaat eder. Bu zarfta ‘kendinden sonra gelecek kişi için üç mektup da sen hazırla’ diye yazmaktadır. Ana muhalefet partisinin başındaki zatın elinde sadece sonuncu zarfın kaldığı anlaşılıyor. Çünkü önce ‘başbakan olacağım’ diye vaatte bulundu. Olamadı. Sonra değişim diyerek suçu eskiye yüklemeye çalıştı o da olmadı. Şimdi sıra kendisinden sonra partisinin başına gelecek kişiye bırakacağı zarfları hazırlamaya geldi. ‘Bal, bal diyerek ağız tatlanmaz’ der atalar. Bunu öğren. Aynı şeyleri yaparak her defasında farklı sonuçları elde etmeye çalışmak akıl sağlığıyla ilgili bir soruna işaret eder. Bunun için önce zihniyetinizi, sonra yöntemlerinizi değiştirmeniz lazım. Ana muhalefet partisinde ne zihniyete ne de yöntemlere dair bir değişiklik işareti gözükmüyor.”[2]
Sn. AKP Genel Başkanı’nın, CHP Genel Başkanı’na uyarladığı bu fıkra, acaba kendi siyasetine ve akıbetine daha uygun düşmüyor muydu?
AKP Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı’nın; Habertürk’te katıldığı canlı yayın programında uzun zamandır Türkiye’nin gündemini meşgul eden Reza Zarrab davasıyla ilgili açıklamaları da kafa karıştırıcıydı. Reza Zarrab davasının bir proje olduğunu söyleyen Yazıcı’nın: “Diyelim ki bugün Zarrab çıkıp saçmalarsa, ne yani kıyamet mi kopacak? Bir baskı altında olduğu kesin. Bunun hiçbir hukuki bağlayıcılığı yok.” sözlerini nasıl okumalıydı? Reza Zarrab’ın yapacağı açıklamalara peşinen “saçmalık” demek hangi kuşkuları yansıtmaktaydı? “Zarrab’ın bir baskı altında olduğu kesin. Konuşacaklarının hiçbir hukuki bağlayıcılığı yok. Bunların arkasında kim var ona bakmak lazım. Bir komedi oynanmaktadır.” çıkışları neyin tedirginlik ve telaşıydı?
Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın oğlu Ahmet Burak Erdoğan’ın İtalya’da gözaltına alındığına ilişkin iddialara yönelik avukatı Ahmet Özel’in ani yalanlaması yerine kamuoyunu rahatlandıracak açıklamalar yapması lazımdı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oğlu Ahmet Burak Erdoğan’ın İtalya’da gözaltına alındığına ilişkin iddialara Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mustafa Varank’tan ve Erdoğan’ın avukatından hemen yalanlama gelmesi vicdanları rahatlatmamıştı. Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mustafa Varank, Twitter hesabından Avukat Ahmet Özel’in açıklamasını paylaşmıştı. Özel açıklamasında “Bu yalan ve yanlış bilgilerin, hangi kirli ellerin ürünü olduğu aşikârdır” ifadesini kullanmıştı. Oysa böylesi hamasi demeçler yerine Ahmet Burak Erdoğan’ın İtalya’da hangi icraat ve irtibatları nedeniyle böyle bir ithama maruz kaldığı, belgeleriyle ve ikna edici şekilde aydınlatılmalıydı. Sahi bu iddialar da Reza Zarrab davasının (dayatmasının) bir parçası olmasındı!?
“ABD içinde iç içe geçen ve kendi içinde çatışan gruplar vardır. Son günlerde öne çıkan isimleri alt alta koyun! Mike Flynn, Reza Zarrab, FBI eski Başkanı Robert Mueller, Hâkim Richard Berman, Avukat Rudolph Giuliani, Savcı Bharara ve Kim, bilirkişi olmak için sıraya giren 53 Türk, oluşturulacak jüri, hedefteki Türk bankaları… Ve dahası vardır. Oradaki denklemi çözemediğimiz zaman burada ne olacağını anlamak hiç kolay olmayacaktır. Oraları iyi okuyamazsak bölgede ne olacağını kestirmek de çok güç bir hal alır!… Trump, göreve geldikten sonra “Ortadoğu’ya 6 trilyon harcadık. Bunun sonucunda biz batıyoruz, Ortadoğu hala karmaşık. O bölgedeki petrolleri eğer güvenliğimiz içine almayı başarsaydık, bugün bölge daha sessiz olurdu. En hızlı bir şekilde bölgenin petrolleri güvenli hale getirilmeli” buyurmuşlardı. ARAMCO merkezli başlayan operasyonların temelinde bu konuşma yatmaktadır; ABD 6 trilyon doları hiçbir zaman çöpe atamaz çünkü…
Belki şu an için erken ama ortada görülmesi gereken bir fotoğraf daha vardır!… Trump ile Putin gizli gizli ittifak içindedir; ARAMCO’ya Ruslar ortak olursa bu kare iyice netleşecektir! İki liderin Kürt Kartı konusunda da farklı bakış açısı yok gibidir. İki dev İngiltere‘yi dışarıda tutmak niyetindedir…. Trump, Türkiye ile dost olmaya kalktığı an o koltukta oturamaz, indirirler! Bu gücü çok kişi bilmiyor! Trump görevini yapmak için getirildi. Ve getiren güç yakında o koltuktan kendisini atacak gibi… Bütün işaretler bu yöndedir. Açalım biraz isterseniz… Reza Zarrab davasına gidelim. Ne olduğu, ne olacağı yönünde bir şeyler yazılıp çiziliyor! Ama davanın arkasında hangi o-lu-şum var bilinmiyor. Durum böyle olunca gerçeklerle yüzleşilemiyor.” diyen yandaş yazarların bu palavraları o derin kaygılarını bastıracak mıydı?
Beyaz Saray Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump arasında yapılan ve bütün yandaşları heyecanlandıran telefon görüşmesi hakkında bir açıklama daha yapmıştı. Beyaz Saray, ABD Başkanı Donald Trump’ın, “ABD ile Türkiye arasındaki ortaklığı bir kez daha teyit ettiğini” açıklamıştı.
Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump arasındaki telefon görüşmesinde DAEŞ, PKK, FETÖ ve benzeri örgütler dahil, tüm terör örgütlerine karşı birlikte mücadele etme konusunda mutabık kalındığı aktarılmıştı. Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada, iki ülkenin stratejik partner olduğu vurgulanmış ve YPG’ye silah yardımının yeniden gözden geçirileceği hatırlatılmıştı. Beyaz Saray’dan bir açıklama daha gelmiş; ABD Başkanı Donald Trump’ın, “ABD ile Türkiye arasındaki ortaklığı bir kez daha teyit ettiği” açıklanmıştı. Trump’ın “Artık YPG’ye silah vermeyeceğiz” sözlerine bayram eden alıklara ve balıklara sormak lazımdı: İyi de, ya daha önce PKK-PYD’ye gönderilen ve bir orduyu donatmaya yeten 4000 (dört bin) tır silah ne olacaktı?
Zaten ABD’li General: “PKK’ya hemen her şeyi verdik” açıklamasını yapmıştı!
Amerika ile PKK arasındaki ilişki ve yakınlık her geçen gün biraz daha ifşa olunmaktaydı. Daha doğrusu ABD, bu çirkin ilişkiyi artık fazla saklama gereği bile duymamaktaydı. Suriye’deki ABD Özel Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Raymond Thomas, Alman ARD kanalına verdiği röportajda açık açık PKK ile müttefik olduklarını vurgulamıştı. Gazetecinin: “PKK, Marksist bir örgüt değil mi?” sorusunu, ABD’li General: “Ben onlara Marksist değil, demokrat diyorum!” şeklinde yanıtlamıştı. Amerikan ordu sözcüsü Ryan Dillon ise: “PKK’ya (örgüte hangi silahları verdiniz sorusu üzerine) hemen her şeyi verdik!” itirafında bulunmuşlardı. Amerika’nın, PKK/PYD’ye gönderdiği silah-mühimmat-araç-gereç dolu TIR’ların sayısı 4 bini aşmıştı. Üstelik ABD ve Almanya, Yunanistan’ı da katarak Ege’de askeri bir tatbikat yapmıştı. Tatbikatın amacı ise “Potansiyel rakipleri caydırmak” ve “Tartışmalı bölgelerde savaşmaya hazır olmak!” şeklinde açıklanmıştı. Doğudan hangi tehdidi algıladıkları ise gizli tutulmaktaydı. Persler’in yeni bir saldırı dalgası söz konusu olmadığına göre “doğuda”ki ülke Türkiye olmaktaydı!
Yandaş yazarların Zarrab kuşkuları!
Sahi bu davada Erdoğan mı yoksa Reza Zarrab mı yargılanmaktaydı? Abdulkadir Selvi’ye göre, her ikisi de değildi. Reza Zarrab’ın, “kamu tanığı” olduğu konuşulmaktaydı. Zarrab’ın kendi dosyasında pazarlık yapıp, anlaşmaya vardıktan sonra başka bir dosyada kamu tanığı olduğu ortaya çıkmıştı. Zarrab’ın itirafları doğrultusunda hazırlanacağı söylenen ek iddianamede ne olduğu yakında anlaşılacaktı.
“Türkiye’nin yargılanması ise söz konusu değilmiş… Türkiye, BM’nin yaptırım kararlarına uyma sözü veren ancak ABD yaptırımları söz konusu olunca şerh koyan ülke statüsündeymiş… ABD, daha önce İran, Sudan ve Kuzey Kore’ye yaptırımları deldikleri gerekçesiyle BNP Paribas’a, HSBC’ye, Credit Agricole’e, Royal Bank of Scotland’a ceza kesmişmiş… Bunlar uzlaşmaya vararak ceza miktarlarında indirime gidip, yaptırımlardan kurtuluvermişmiş… Bize karşı farklı bir sistemin uygulandığı gerçek ama Türkiye’nin büyük bir ekonomik felaketle karşılaşacağı yönündeki beklentiler gerçekçi değilmiş…”
İran’a yaptırımlar kapsamında Reza Zarrab dosyasında federal savcılığın 3 milyon işlemi incelemeye aldığı yazılmıştı. Bunların ne kadarı Türkiye ile ilgili yargılama sürecinde ortaya çıkacaktı? Her işlem için mi ceza kesilecek yoksa… Devamını okumak için tıklayınız.
[1] http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/soner-yalcin/hedef-kim-2-2112851/
[2] Ntv.com.tr, Anadolu Ajansı – 7 Kasım 2017
[3] http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/can-atakli/abdullah-gule-hazir-ol-mesaji-2108311/
[4] http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/murat-yetkin/zarrab-konustukca-turkiye-utaniyor-