Tarih bir milletin ortak beyni ve birikimi yerindedir. Darwinist kaynaklı bir soysuzluk ve solculuk takıntısıyla kendi geçmişini inkara kalkışan ve tarihiyle bağlarını koparan toplumlar, hafızalarını kaybetmiş insanlar gibidir. Bu kafada olanların artık onurlu ve olumlu bir gelecek kurmaları da mümkün değildir. En önemli, en gerçekçi ve en güvenilir tarih kaynaklarının başında Kur’an’ı Kerim kıssaları gelir. Kur’an’ı Kerim’in KISSA içerikli surelere, yani geçmiş Peygamberlerin ve ümmetlerin ibretli ve hikmetli hayat hikayelerine sıklıkla yer vermesi, İslam tarihçiliğinin temelini teşkil etmiştir. Yüce Kitabımızda “Kıssa” ve türevlerinin 30 kadar ayetle geçmesi tarihi bilgi ve belgelerin önemine işarettir.
Evet milletlerin en önemli kuvvet ve medeniyet kaynaklarından biri de elbette tarihleridir. Tarih, milletin ortak karakter ve kabiliyetini ve yaşam kriterlerini gösterir. Toplumlar, millet olarak varlıklarını devam ettirebilmek için tarihlerine dayanmak mecburiyetindedir. Bir millette kök ve kültür duygusunu ve gelecek tasavvurunu uyandıran tarihtir. Bu duygu, birey veya toplumda bir millete mensubiyet bilincini canlı tutar ve onu derinleştirir.İşte bu müspet Milliyetçiliktir. Tarih bilincine ise tarih bilgisi olmadan ulaşılmak mümkün değildir. Ve tabi kuru tarih bilgisine sahip olmak da tarih bilincine sahip olmak demek değildir. Milletlerin ortak ruhunu, varlık ve bağımsızlık şuurunu meydana getiren, besleyen ve zenginleştiren kuru tarih bilgisi değil, tarihteki hadiselere ve geçmişten kalan her şeye, bugünün ihtiyaçlarına göre getirilmiş doğru ve doyurucu yorumlarla oluşan; hayata ve olaylara milli sorumluluğu ve ruhu ile iştirak etmekten doğan tarih bilincidir. Tarih bilinci geçmişten beslenmekle beraber geleceğe ve ileriye doğru giden düşünce ve projelerle güçlenir ve geleceğe yön vermede belirleyici bir unsur haline gelir.
Tarih bilinci, tarih bilgisi yanında, geçmişle doğrudan temasa geçmeye de ihtiyaç gösterir. Geçmişle teması ise ancak tarihten bugüne kalan eserler sağlayabilir. Bu eserler sadece mekânı fethetmek suretiyle değil, mekânla birlikte zamanı da fethederek devamlılığı sağlayan eserlerdir. Bir milletin tarihini şekillendiren en önemli etkenlerin başında ise DİN gelir. Şanlı Türk Milletini de Hak Din İslam’la şereflendikten sonra, fıtratındaki asalet, hakkaniyet ve cesaret duyguları iman ve irfanla yoğrularak Selçuklu ve Osmanlı gibi örnek cihan medeniyetleri ve yüksek hukuk ve adalet sistemleri kurmaya yöneltmiştir.
Tarihi sadece geçmişteki, olaylar ve olgular yığını olarak gören kimseler tarih bilincinden yoksun demektir. Yani, tarihsel bilgi birikimine sahip olmak, tarih bilincine sahip olmak anlamına gelmemektedir. Tarih bilinci; geçmişimizle ilgili bilgileri bilimsel düşünce düzeyinde irdelemek; yüzyıllar boyunca yaşanan olgular yumağını akılcı bir yorumla çözebilmek demektir. Tarih bilinci, yakıtı tarih olan bir aydınlatma aracı gibidir. Onun ışığıyla günümüzü daha iyi anlayabilir, geleceği daha iyi görebiliriz. Başka bir deyişle ’Tarih bilinci, tarihi aklın yol göstericiliğinde inceleyip irdelemek ve geleceği bu temeller ve genel kaideler üzerine şekillendirmeye girişmektir. Her toplum ancak uzun bir zamanın ürünü olarak meydana gelir. Bu uzun zaman içinde bir içtimai düşünceye ve ortak bilgi ve kültür birikimine ulaşır ki bu kolektif bir bilinçtir. Kolektif bilinç ise, toplumun etrafında birleştiği değerler bütününü ifade etmektedir, bunun en önemli etkeni ise Dindir. Elbette ki toplum dediğimiz şey, bütünüyle bir noktada buluşmayıp, kendi içinde farklılıkları da barındıran sosyal bileşkelerdir. Ancak hiç şüphesiz asgari müştereklerden bahsedilebilir. Nihayette şunu diyebiliriz; toplumsal bilinci şekillendiren en önemli unsur müşterek geçmiştir; onun ruhu ve şuuru ise Dindir. Çünkü DİN, insanların ferdi, ailevi ve içtimai düşünce ve hareketlerini, bütün heves ve hedeflerini dönüştüren ve yönlendiren en önemli etkendir.
İnsan için genel bir tanım yaparsak; “tarih bilincine sahip varlık” demek yerindedir. Geçmişini bilen, merak eden, yanlış da olsa tarihini bilme gayreti gösteren, gelecek endişesi güden, geleceğe dönük bazı tahminler yürüten, tek varlık insan neslidir. Bu bakımdan insanı tarih bilgisinden ve tarih bilincinden soyutlamak mümkün değildir. Toplumun oluşumunda tarih bilinci çok önemlidir. Çünkü bir toplumu, bir etnik grubu ve bir ulusu oluşturan unsurların başında dil, din ve toprak parçası gelir. Bu üç unsurun zaman içinde iç içe geçmesi, ortak menfaatler, ortak hizmetler ve ortak hedefler etrafında toplumun kenetlenmesi ise tarihin ta kendisidir.
Geçmişi yorumlamak da geleceği kurgulamak da, ancak tarih bilinciyle mümkün ve münasiptir. Tarih bilinci, insanın hem geçmişi yorumlamasında hem de geleceği kurmasında, ona yön verecek, yol gösterecektir. Tarihi, kendi değerleri, hedefleri ve eylemleriyle kurduğunun bilincine varan insan, geleceği de kendi idealleri ve beklentileri yönünde aynı bilinçle belirlemek isteyecek ve yeni medeniyetler ancak böyle şekillenecektir. Tarih bilinci, insanın tarihsel sürece kendi şahsi bilinci ve birikimiyle katılma imkânı anlamına gelir. Ama elbette bireyin, tek bir kişinin tarihe istediği yönü tümüyle vermesi mümkün değildir. Ama çok büyük medeniyet devrimlerine bazen seçkin bir şahsiyetin önderlik ettiği de tarihi bir gerçektir.
Tarih insanların yaptıklarıyla oluşmuş olsa da, bu oluşan şeyde bireylerin niyetleri, gayretleri, hedefleri ve özlemleriyle uygun düşmeyen ve örtüşmeyen gelişmeler de görülmektedir. Çünkü insanların, kendi düşünce ve değerleriyle meydana getirdiği ve ardından tekil insandan bağımsızlaşıp nesnelleşen simgesel yapılar olarak, devlet yapıları, sanat anlayışları, bilim paradigmaları ahlaki ve felsefi yaklaşımları içerisinde, kendisinin de katkı sunduğu bir “tarih ve kültür dünyası” içinde yaşadığı bir gerçektir.
İşte Osmanlı her yönüyle bizim geçmişimizdir, Cumhuriyet ise o temeller ve değerler üzerine kurulan bugünümüz ve geleceğimizdir!
40 Ciltlik “İstanbul Kadı Sicilleri”nin yayımlanması tarihi ve talihli bir aşamadır.
Prof. Dr. M. Akif Aydın’ın proje yönetmenliğinde ve çok seçkin bir ilim heyetinin katkı ve gayretleriyle, Latin harfleriyle hazırlanan ve böylece meraklı okurların ve özellikle araştırmacıların dikkatine sunulan 40 ciltlik “İstanbul Kadı Sicilleri”, miladi 1500 ile 1750 arası yaklaşık 250 yıllık dönemi kapsayan resmi mahkeme kayıtlarıdır. Osmanlının yükseliş, duraklama ve gerileme dönemlerine rastlayan; hem tarihi, hem hukuki, hem de sosyal ve siyasi prensip ve psikolojisini, belgelerle yansıtan bilimsel bir yapıttır. Önemli ciltlerini hemen temin ve tetkik imkânı bulduğumuz bu çok değerli ve ilmi çalışmalarından dolayı Sn. M. Akif Aydın Hoca’ya ve İslam Araştırmaları Merkezindeki diğer ilim ve fikir erbabına tebrik ve teşekkürlerimizi sunmak bir vefa ve vicdan borcu sayılmıştır.
Kendilerine ait özel ve özgür statülü yargılama ve Hak arama kurumlarına başvurma imkanları resmen sağlandığı halde, Yahudi ve Hristiyanların farklı mezheplerine bağlı zimmi (ehli kitap) vatandaşlarımızın, nasıl kendi istekleriyle ve tam bir güvenle İSLAM ŞERİATI’na dayalı Osmanlı mahkemelerine başvurduklarına ve gönül huzuruyla verilen kadı kararlarına razı olduklarına açıkça ve defalarca şahit olunacaktır.
Umarız ve arzularız ki bu “İstanbul Kadı Sicilleri” yayınları, daha yararlı olsun ve daha kolay okunsun diye, şu teklif ve tavsiyelerimiz de dikkate alınır:
1- Fetvaların, konularına göre sınıflandırılması büyük kolaylık sağlayacaktır.
2- Fetva sonlarına; uygun, kısa ve anlaşılır izahlar-yorumlar yapılmalıdır.
3- Osmanlının hangi dönemlerinde, hangi tür suçların ve başvuruların arttığı araştırılıp ortaya konulmalıdır.
4- Toplumun ekonomik, ahlaki ve içtimai seviye ve statülerinin, hangi suçlara, sorunlara ve sonuçlara yol açtığı okurların dikkatlerine sunulmalıdır.
5- Tarihte hiçbir devletin böyle bir hukuk siciline sahip bulunmadığına, İslami kurallara dayalı Osmanlı sisteminin ne denli şeffaf ve insancıl olduğuna belgeleriyle vurgu yapılmalı, bizim medeniyetimizde ve tarihimizde asla ayrımcılığa ve hele soykırıma rastlanmadığı gerçeği üzerinde durulmalıdır.
6- Bu ciltler, edebiyat ve İlahiyat fakülteleri son sınıf öğrencilerine ve doktora talebelerine dağıtılıp, bölüm hocaları gözetiminde günümüz Türkçesine uygun sadeleştirilmeleri, zaruri bir önem taşımaktadır.
Bu kayıtlar, Osmanlı tarihini doğru yazmak ve yorumlamak isteyen araştırmacılar için de, gerçekçi, gerekli ve resmi belgeli kaynaklardır!
a) Sade ve sıradan bir köylü kadının, kocasından kalan mirasını hile ile zapt etmeye çalışan Subaşı’na (Belediye Zabıta Amirine) dava açıp kazanması (Bak: İstanbul Kadı Sicilleri. Üsküdar Mahkemesi. C.1 Sh.411).
b) Meyhaneci Nikola ile meyhaneci Yorgi’nin Şeriat mahkemesine müracaat edip yargılanmaları (C.1 Sh. 252) ve daha sonra Nikola ile Yorgi’nin ortaklıklarının ayrılması (C. 40 Sh. 326) ve zimmilerin perdeli olmak şartıyla meyhanelerine karışılmaması.
c) Sahipsiz deve ve eşek gibi hayvanlara nafaka takdir olunması (C.1 Sh. 294).
d) Müracaat üzerine soy ve nesep tespiti yapılması (C.1 Sh. 312).
e) Haksız ve alakasız biçimde birisine zina isnadında bulunup ispat edemeyenin cezalandırılması. (C. 20 Sh.440).
f) Eğin zimmilerinden fazla cizye alınmaması. (C.20 sh.437).
g) İcazetsiz sahte şeyhlik iddiasındaki kişinin araştırılması ve yasaklanması. (C. 31 sh.28).
h) Vapur iskelesindeki hamallara (taşıyıcılara) Kethüda (sendikacı) tayin olunup haklarının korunması. (C. 31 Sh. 28).
i) Babaları kayıp çocuklara ve kocaları kayıp hanımlara devletçe nafaka bağlanması (C.31 Sh. 54 ve 57).
j) Ağır vergi cezasına uğrayan köylülerin haklarına sahip çıkılması (C. 31 Sh. 56).
k) Akil baliğ olmayan kız çocuğunun evlenme aktinin bozulması ve ilgililerin uyarılması (C.40 Sh. 69).
Gibi çarpıcı ve ufuk açıcı örnekler, Osmanlıda ne derece saygın, yaygın, tarafsız ve bağımsız bir Adil Yargı sisteminin varlığının ve bu adalet ve hakkaniyetin İslam’dan kaynaklandığının kayıtlı ispatıdır.
Cevdet Paşa’ya göre tarihin önemi ve anlamı:
Meşhur MECELLE’yi hazırlayan yüksek ilim heyetinin başkanı ve dahi hukuk adamı Cevdet Paşa, Osmanlı kurum ve kuruluşlarına yeniden şekil verilmesi konusundaki farklı fikirlerin hız kazandığı bir dönemde, gelenekçi Türk-İslâm Doğu Kültürü ile yenilikçi Batı arasında senteze varmaya çalışmış bir ilim adamıdır. Osmanlı müesseselerinin İslâmî esaslara dayandığını dikkate alarak Batı devletleriyle Osmanlı Devleti’nin farklı din ve medeniyetlerden doğduğunu, bu sebeple de her yönden Batılılaşmanın hem yanlış hem de imkânsız olduğunu düşünmüş; sonuç olarak Batı taklitçiliğine ve maddeci felsefeye şiddetle karşı çıkmıştır. Ancak bütün icraatında Osmanlıyı ve İslâmî savunmakla birlikte metotta yenilikçilik tarafı ağır basmış, Batı’nın pozitif bilimler, teknik ve yönetim alanlarındaki gelişmelerini örnek alarak bu alanlarla ilgili Osmanlı müesseselerinin Batı tarzında ıslahını savunmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu Tarihi önsözünde belirtildiği gibi; Avrupa kanunlarının ve kurumlarının olduğu gibi alınmasına karşı çıkan Cevdet Paşa, İslâmî temel kuralların korunması gerektiğini söylemiş ve bir kısım devlet ileri gelenlerinin Fransız kanunlarının tercüme edilip alınması yönündeki görüşlerine karşı çıkarak Mecelle‘nin hazırlanmasında en önemli rolü oynamıştır. Cevdet Paşa, devletin ve hükümetin ancak İslâmî esaslara uymakla fitne, fesat ve zulmü önleyebileceğini savunanlardandır. Aynı sebeple gayri Müslimlere de “şer’-i şerife uygun” adaletle muamele edilmesini savunmuşlardır. İslam’daki bu eşitlik adalet uyumundan dolayı Avrupa’daki sınıf çatışmalarına feodalist barbarlığa sömürü ve zulüm çarkına Osmanlı toplumunda rastlanmamıştır.
Cevdet Paşa’nın millet anlayışı ise İslami gereklere uygun olarak Müslüman milletlerin siyasî birlik ve bütünlüğünü temsil eden Osmanlılık temeline dayanmaktadır. “Milliyet” karşılığı olarak “kavmiyet”i kullanır ve bunun Fransız İhtilali’nden sonra bulaşıcı bir hastalık gibi Avrupa’da yayıldığını hatırlatır. Ona göre Osmanlı’nın asıl gücü ve büyüklüğü hilafet ve saltanatın birleştirilmesinden sonradır. Devleti devlet yapan esas unsur İslami esaslar ve amaçlardır. Cevdet Paşa Batı yanlısı ve batıl maksatlı meşrutiyet idaresine de karşı çıkmıştır. Nitekim I. Meşrutiyet’in ilanı ve Meclis-i Mebusan’ın kapatılması sırasında Sultan Abdülhamid’in siyasetine sahip çıkmış ve Adliye nâzırı sıfatıyla Midhat Paşa’nın Yıldız Mahkemesi’ndeki yargılanmasında önemli rol oynamıştır. Cevdet Paşa, İktisadî hayatta faizsiz ve sömürüsüz bir serbest piyasa ekonomisini benimsemekle birlikte, devletin kalkınması için kapitülasyonların kaldırılması gerektiğini vurgulamış, iş hayatında Müslümanların da anonim şirketler kurması gerektiğini hatırlatmıştır. Cevdet Paşa, pek çok vasfı yanında özellikle tarihe dair eserleriyle klasik Osmanlı tarihçiliğine yeni bir bakış açısı kazandırmış, tarihçilik, tarih felsefesi ve metodolojisi bakımından da eski vak’anüvis tarihlerinden farklı yeni bir anlayışın yolunu açmıştır.
Nitekim İbn Haldun’un asabiyet prensibini Osmanlı Devleti’ne uygulayarak bu devleti‘‘Türklüğe mahsus olan sıfât-ı sâbite-i memdûha ile şecaat ve diyanet-i Arabiyeyi cem etmiş bir cem’iyet-i cemile’’ şeklinde tanımlamıştır. Osmanlı Devleti’nin gerilemesinin bir sebebini de yükseliş döneminde sınırların fazla genişlemiş olmasına bağlamış, tıpkı Naîmâ gibi, uzağı gören devlet adamları sayesinde devletin ömrünün uzatılabileceği, hatta yeniden canlandırılabileceği fikri üzerinde durmuşlardır.
Cevdet Paşa’nın önemli vasıflarından birinin de…Devamını okumak için tıklayınız.