23 Ağustos 2017
15 Temmuz Hıyanet Darbe girişimi gecesi ve öncesiyle ilgili, hem resmi makamların, hem yandaş yazar ve yorumcu takımının; aynı konuda birbirinden çok farklı ve aykırı beyanları, kafalarda bazı haklı kuşkular ve sorular oluşturmaktaydı. Önce, bu darbeyi asıl önleyen halk mıydı, yoksa TSK içindeki diğer subaylar ve komutanlar mıydı? ABD projeli ve CIA destekli bu hıyanet kalkışmasına katılan Hava, Kara, Deniz ve Jandarma birliklerinin oranıyla, katılmayıp karşı çıkan TSK kuvvetlerinin oranı niye açıklanmazdı? Bu darbe girişimi bahanesiyle, neden TSK’nın tamamı her fırsatta töhmet altına alınmaya ve suçlanmaya çalışılırdı? Yoksa 15 Temmuz hıyaneti, TSK’yı karalama ve etkisiz kılma planlarını uygulamaya gerekçe mi yapılmaktaydı?
Daha önce FETÖ’yle işbirliği halinde tezgâhladıkları Ergenekon davalarında, düzmece ithamlarla suçlayıp müebbetle yargılanan ve yıllarca hapiste yatırılan pek çok general ve albayın sonunda görevlerine iade edilmesi ve bugün terfi ettirilmesine benzer durumların, 15 Temmuz’la ilgili davalarda da yaşanmayacağının bir garantisi var mıydı?
E. MKYK üyesi bir AKP’linin: “İstesek de, istemesek de, 15 Temmuz’dan sonra Türkiye’de yeni bir devlet kurulmaktadır; ve bu yeni devletin kurucu lideri ise Sn. Recep Tayyip Erdoğan’dır!” hezeyanları, hatta 15 Temmuz meydan savaşının(!) muzaffer komutanı Sn. Erdoğan’a “Meclis kararıyla Mareşallik ünvanı verilmesi”safsataları, acaba sadece bazı dalkavukların şarlatanlığı mıydı, yoksa zıvanadan çıkmış ve şımarıp haddini aşmış kafaların krallık saplantısı mıydı?
Bütün bu girişimler, artık iyice yıpranan ve yozlaştırılan KEMALİZM’in yerine, şimdi TAYYİBİZM’i yerleştirme hazırlıkları mıydı? Evet Atatürk’ten sonra ve Atatürk’e rağmen uydurulan ve uygulanan Batıcı Kemalizm’i de şimdi İslamcı Tayyibizm’i de aynı odaklar kurgulayıp kullanmaktaydı. Şu farkla ki, Kemalizm’e Batıcılık ve çağdaşlık kılıfı takılmıştı, Tayyibizm’e İslamcılık ve demokratlık jelatini sarılmıştı. Hatta Tayyibizm’in tapıcıları, Kemalizm’in kullarından daha bağnazdı.
Yandaş Nagehan Alçı’ya göre TSK içinde “Erdoğancı” bir ekip bulunmamaktaymış!..
TSK’daki Ülkücüler: Şu sıralar TSK içinde ülkücüler ile ulusalcı-solcu denilen askerler arasında ciddi bir gerilimin olduğu açık. Maalesef iki grup da, ülkemizin düşmanı FETÖ ile mücadeleyi unutup birbirlerine düştüler ama diğer yandan bu gruplar da homojen değil. Mesela ülkücüler şu an ikiye ayrılmış durumda. Bir grup ülkücü subay aynen Devlet Bahçeli tavrında ve ülkenin bekası için Tayyip Erdoğan’ın liderliğinin hayati olduğuna inanıyor. Ama diğer yandan Devlet Bahçeli ile Erdoğan’ın muhalifi ve ultra-seküler ülkücüler de var. Devletin bazı kurumları, TSK içindeki ülkücüleri “Devletistler” ve“Meralistler” olarak ikiye ayırıyor. TSK içindeki ülkücüler arasında Meral Akşener’i destekleyen epey subay olduğu da tespit edilmiş.
TSK’da CHP’li Kemalistler: Ulusalcı-solcu denilen subaylar da homojen değiller ve ikiye ayrılıyorlar: “Kemalistler” ve “Perinçekistler”. Fakat buradaki “Kemalist” Atatürk’ü değil Kemal Kılıçdaroğlu’nu anlatıyor. Zaten tüm TSK mensupları kendine Atatürkçü diyor. O tanımlayıcı değil. Ulusalcı subayların bir kısmı CHP’yi yani Kılıçdaroğlu’nu desteklemeye devam ediyor ve Erdoğan’a koyu muhalifler. Öte yandan Doğu Perinçek’e ve Vatan Partisi’ne sempati duyan epey sayıda subay da var. Fakat bu “Perinçekist” subayların Aydınlık hareketi mensubu ve Doğu Bey gibi Marksist-Maoist olduğu düşünülmesin. Böyle bir örgütlenme değil bu. TSK içinde Marksist grup yok. Fakat Doğu Perinçek’in son 10 seneki şahsi mücadelesinden etkilenen bir subaylar grubu var. İşte bunlar CHP’den kopupPerinçek’e yaklaşanlar… Komutanlarının çoğu bu süreçte süklüm püklüm olurkenPerinçek’in tavizsiz duruşu bu subayları etkilemiş.
TSK’daki Perinçekciler: Doğu Perinçek’in neredeyse hiçbir fikrine katılmam ama sistematik bir stratejiyle bu kadar çok sayıda emekli ve muvazzaf subayı kendi liderliğine bağlaması hakikaten büyük bir siyasal başarı. Düşünsenize, anti-komünist olmakla övünen TSK’nın içinde komünist bir lider bu kadar büyük nüfuz sağlıyor. Bence bu başarıdaPerinçek’in 17-25 Aralık sürecinde de diğer muhaliflerden farklı olarak Gülenistlere karşı mücadelesini aynı tutarlılık ve sertlikte sürdürmesinin payı çok. Maalesef geri kalan muhalefet 17-25 Aralık sürecinde Erdoğan’ın devrilmesi için Gülenist darbecilerin tarafını tutmuştu.
Olmayan Tek Grup: AKP’liler!?
Sonuç olarak tüm bu hengâme içinde bir de hâlâ alt kademelerde çok olan Gülenistler var. Bunların bir kısmı O.K. gibi bu örgütten ayrıldığını söylüyor. Devlete bilgi veriyorlar vs. Diğer yandan “Kemalist görünümlü Gülenist” tabir edilen de çok subay var. Fakat bu kadar farklı grup içinde AKP ve Erdoğan’ın sempatizanı olarak tanımlanabilecek tek bir grup olmaması çok ilginç değil mi? Ve buna rağmen “Erdoğan kendi ordusunu kuruyor” gibi laflardan geçilmiyor…[1]
Bu asılsız iddialar niye ortaya atılırdı? 15 yıldır tek başına iktidar olan Erdoğan, defalarca komuta kademesini değiştirdiği; 15 Temmuz 2016 sonrası Yüksek Askeri Şura’da Bütün FETÖ’cüleri tasfiye ettiği, Askeri Liseleri ve Harp Akademilerini kapatıp istedikleri talebeleri yerleştirdikleri bilinip dururken, hâlâ “TSK içinde, Ülkücüler var, CHP’li Kemalistler var, Doğu Perinçekçiler var, hatta Fetullahçılar vardır; ama asla AKP’li gruplar ve Erdoğancılar oluşmamıştır!..” iddiaları, acaba: “Madem içinde AKP’li yandaşlar ve Erdoğan’a bağlılar bulunmuyor, öyle ise bu ordunun dağıtılması ve tamamen değiştirilip hizaya sokulması lazımdır!” kanaatini pompalamak ve halkı TSK’ya karşı kin ve nefretle doldurmak amaçlı mıydı? Veya, “her an yeni bir darbe olabilir!” kuşkusunu gündeme taşıyıp, TSK’ya yönelik tahribatlara kılıf hazırlama kasıtlı mıydı?
Elbette yeni görevlerine atanan komutanlarımız da diğer TSK mensupları gibi, bu makam ve sorumluluklara ehil ve layık insanlardı. Ancak yeni atananlarla, emekliye ayrılanlar arasında bu ayırımcı-kayırımcı yaklaşımlar açıkça bir fesatlık ve kışkırtıcılık anlamı da taşımaz mıydı?
Bu yandaşlara göre: Sıranın bozulması nasıl okunmalıymış?
Adnan Özbal’ın önündeki 4 isme rağmen Deniz Kuvvetleri Komutanlığına getirilmesi,TSK içindeki terfi mekanizmasında yeni bir sayfa açılması anlamını taşırdı. Artık aşağı yukarı kimin ne zaman nereye geleceğinin belli olduğu dönem kapanmıştı. Bu belli kriterlere göre her türlü sürprizin yaşanabileceğinin işareti sayılmalıydı. TSK’da, artık kararı sivillerin aldığının, Cumhurbaşkanı’nın ve hükümetin ordu üzerindeki denetim ve kontrolünün arttığının bir göstergesi olarak okunmalıydı. Geçmişte bütün darbeler ve askeri müdahaleler siyasi iktidara bağlı olmayan, kendilerini siyasetçinin üzerinde sanan kafalar tarafından yapılmıştı. Siviller bu kafalarla çalışmaya mecbur bırakılmış, yani bir anlamda “celladını göz göre göre kabul etmek zorunda kalmıştı”. Artık bu düzen değişmiş durumdaydı. Tabi ki terfi mekanizmasında temel kriterler, sivil iradeye bağlılık ve performans olmalıymış… Araya siyasi tercihler ya da bağlantılar asla sokulmamalıymış. Ordu içinden bazı kaynaklar, alt rütbelerde böyle bir tehlike doğabileceğine dikkat çekseler de “Güçlü ve işini yapan bir ordu siyasi iktidarın da gücüdür” şiarıyla mekanizmanın doğru yürüyeceği kanaatini taşımaktaymış…”[2]
Bütün bu iddiaları; “AKP iktidarı eliyle, TSK’yı ABD ve İsrail’in dolaylı güdümüne sokma çabaları” olarak yorumlamak çok mu haksız ve yanlış bir yaklaşımdı?
Nagehan Alçı’yla aynı mutfaktan beslenen Hürriyet yazarı Verda Özer de:“AKP’nin TSK’da taban ve taraftar bulamadığı” safsatasını haftalar önce köşesine taşımıştı.
AKP’nin neredeyse 15 yıldır iktidarda olmasına rağmen TSK içindeki taraftarı çok azınlıktaymış. Halkın neredeyse yüzde 50’sinin oyunu alan bir partiyle askerin arasında, hâlâ ciddi bir uçurum varmış… 15 Temmuz, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki FETÖ yapılanmasını gözümüzün önüne çıkarmıştı. Kalkışmanın yıldönümü yaklaşırken, basında orduyla ilgili hararetli bir tartışma başlatılmıştı. Bugün TSK içinde hâlâ büyük bir FETÖ’cü kitle var mıydı? İddia edildiği gibi darbe peşinde koşanlar çoğunlukta mıydı? Ve yazılıp çizildiği gibi ordu içinde AKP destekçileri sadece yüzde 1 kadar mıydı?
Ordunun Yüzde 85’i Ultra-Laikmiş!
Artık “milli güvenlik uzmanımız” haline gelen Metin Gürcan’la konuşuyorum. Gürcaneski bir asker ve Sabancı Üniversitesi’ne bağlı İstanbul Politikalar Merkezi’nde (IPC) araştırmacı. Doktorasını da “TSK’nın kurumsal dönüşümü” üzerine yapmış. Gürcan, doktora tezi sırasında ordu içinde geniş çaplı bir anket yapmış. Öncelikle şöyle genel bir eğilim olduğunu söylüyor: Atatürkçülük, subayların yüzde 85’inin temel değeri, yaşam felsefesi. Ancak alt rütbeler (yani yüzbaşı ve altı) daha kariyerist, yani kendi kariyerlerine dönükler. Rütbe yükseldikçe (binbaşı ve üstü) askerlerin siyasi görüşü ve değerleri daha öne çıkıyor. Dolayısıyla üst rütbelerde laiklik hassasiyeti çok daha yüksek.
Gürcan, ordunun yüzde 85’inin “ultra-laik” olduğunu söylüyor. Bu tanımı dolduran ise“dindarlık” anlayışı. Bunu da anketinde 4 kriter üzerinden sorgulamış: Oruç tutma, ahiret inancı, faiz algısı ve din-bilim ilişkisi. Bu yüzde 85’lik kesim, dinin kamuda görünür olmasına özellikle karşı. Alt rütbelere indikçe laiklik hassasiyeti zayıflıyor. Gürcan’a göre Kemalist, NATO’cu, Avrasyacı, ülkücü gibi tüm kategoriler bu yüzde 85’in içinde. Yani hepsi Atatürkçü ve ultra-laik; sadece kimi merkez sağa, kimi ise merkez sola daha yakın.
TSK’nın ‘Hâlâ Yüzde 15’i FETÖ imiş!..
Bununla birlikte Gürcan, ordunun genelinde siyaseten sağa doğru bir kayış olduğunu gözlemliyor. Anlaşılan hem Irak ve Suriye’deki gelişmeler, hem de 15 Temmuz sonrası süreç milliyetçi damarı güçlendirmiş. Bu anlamda terörle mücadelede başı çektiği için Kara Kuvvetleri’nin “en merkez sağda” olduğunu söylüyor. Deniz Kuvvetleri de -daha çok sahil bölgelerinden asker aldığı için- laiklik hassasiyeti en yüksek kuvvet. Hava Kuvvetleri ise “ortada”.
Gelelim yüzde 85’ten geriye kalan yüzde 15’e. Gürcan bu kesimi “radikal” diye niteliyordu. FETÖ’cü askerleri de bu gruba dahil ediyordu. Ancak: FETÖ bağlantılı askerlerin üst rütbelerde başarıyla temizlendiğini özellikle vurguluyordu. Binbaşı ve altındaki rütbelerde ise “hâlâ büyük oranda FETÖ bağlantısı var” diyordu. Dolayısıyla ordu genelinde hala aşağı yukarı yüzde 15’lik bir FETÖ’cü gruptan bahsediyordu. Bu oranlara baktığımızda ise AKP’yi destekleyen kesimin hakikaten yüzde 1 civarında olduğu ortaya çıkıyordu. Dolayısıyla bu rakamlar, TSK’nın toplumun ciddi bir bölümünün eğilimini yansıtmadığını gösteriyordu.
Mesele AKP Değil, Erdoğan’mış!
Metin Gürcan, TSK içinde AKP desteğinin düşüklüğünü şöyle açıklıyordu: “Orduda iki temel yarılma olageldi: Laiklik ve üniter devlet yapısı. Son zamanlarda ise bir 3.sü ortaya çıktı: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı destekleyenler ve desteklemeyenler.” Bunu da 2 sebebe bağlıyordu. 1.si; AKP’nin ordu içinde kurumsal parti kişiliğinin zayıflaması ve Erdoğan’ın şahsi karizmasının güç kazanmasıymış… 2.si ise; 15 Temmuz kalkışmasının bir beka sorunu yarattığı, sonrasında 2. Kurtuluş Savaşı’nı verdiğimiz ve Erdoğan olmadan bu mücadelenin başarılı olamayacağı inancıymış… Ona göre Erdoğan’ın 15 Temmuz sonrası orduya yönelik izlediği politikayı destekleyenler, alt rütbelerde yüzde 50 civarındaymış… Desteklemeyenler de yüzde 50 sınırındaymış… Üst rütbelerde ise desteklemeyenler yüzde 70’lere çıkmaktaymış…Gürcan buna referans olarak, en çok subay ve astsubay lojmanının bulunduğu Ankara Oran’daki askeri yerleşkeyi gösteriyor; 16 Nisan referandumunda buradaki sandıklardan çıkan “hayırcılar”yüzde 70 civarındaymış… Erdoğan’a yüzde 30’luk desteğin ise tamamen konjonktürel, yani geçici ve içselleştirilmemiş olduğu açıkmış… “İçselleştirilmiş reisçilik” diye tanımladığı Erdoğandesteğini ise, “çok çok çok düşük” diye tanımlamış…
Ezcümle ortaya şu çıkıyormuş: TSK, toplumun ciddi bir bölümünün siyasi görüş ve değerlerini yansıtmıyormuş. Ancak ordumuzun toplumu yansıtmayan başka yönleri de bulunuyormuş. Özellikle farklı etnisite ve dinlerden askerlerin ve kadınların oranı konusunda da… (kuşku duyuluyormuş!)
Oysa bu oranların kesinlikle gerçekleri çarpıttığı ve sadece hazırlayanların kendi hayal ve arzularını yansıttığı açıktır. Biz samimiyetle iddia ediyoruz ki, kahraman ordumuzun büyük çoğunluğu: Gerçek Atatürkçülüğe, örnek laikliğe, yüksek demokrasiye, müspet milliyetçiliğe bağlı olarak; bizi millet yapan mayamız ve kimyamız sayılan İslami değerlere sahip ve saygılı, yeniden büyük Türkiye ve Adil bir Dünya düzenine sevdalı, inançlı, vakarlı ve kararlı milli şuurlu insanlardır. Zaten böyle olması normaldir, doğaldır, bunun aksi iddiaları saptırmadır, safsatadır.
TSK personel kanunundaki değişiklik darbeye hazırlık mıydı?
Dikkat buyurun: 15 Temmuz darbe girişiminden tam bir gün önce; 14 Temmuz 2016 da, Resmi Gazete’de yeni “TSK Personel Kanunu” yayımlanarak yasalaşmıştı. Hayret uyandırıcıydı, çünkü bu, yasa değişikliğinin 12. maddesi terör eylemlerine karşı askere sokağa çıkma imkânı sağlamaktaydı.
5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11’inci maddesine yapılan ekleme şöyle başlamaktaydı:“Genel kolluk kuvvetlerinin imkân ve kabiliyetlerini aşan durumlarda terörle mücadele için gerekli olması veya terör eylemlerinin kamu düzenini ciddi şekilde bozması hâlinde, İçişleri Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararıyla Türk Silahlı Kuvvetleri görevlendirilebilir.”
Hatırlayacaksınız FETÖ darbe davalarında sanık olan askerlerin yaptığı en yaygın savunma: “Bize ‘terör saldırısı olacak’ denildi…” iddiasıydı öyle ki, 15 Temmuz akşamı bir grup asker köprüye çıktığında ilk yayılan dedikoduya göre; “terör saldırısı” yapılmıştı. Oysa “terör ihtimali varsa polis önlem alırdı, asker neden köprüye çıksındı?” Çünkü 15 Temmuz’dan bir gün önce, TSK Personel Kanunundaki bir değişiklikle “Terör eylemlerine karşı hükümet kararıyla askerlere sokağa çıkma yetkisi tanınmıştı.
Kanunun önceki halinde askeri birliklerden yardım istenmesi il valilerine tanınan bir yetkiyken, bu sefer, kapsamı genişletilerek Bakanlar Kurulu’na yani Hükümet’e deverilmiş olmaktaydı. Böylece ülke genelinde, Hükümet’in oluruyla, askere teröre karşı sokağa çıkma izni çıkarılmıştı. Henüz 15 Temmuz olmamış vaziyette ve ortada OHAL yok iken tutup, ancak Anayasa’nın 119 ve devamı maddelerinde düzenlenen OHAL usulüne başvurulmasına gerek kalmadan benzer uygulamaların yasalaşması, sadece bir tesadüf mü sayılmalıydı?
Bu yasa değişikliğine göre; polis bile askerin emrine sokulmaktaydı:“Askeri birliklerin belirli görevleri genel kolluk kuvvetleriyle birlikte yapması hâlinde komuta, sevk ve idare askeri birliklerin en kıdemli komutanı tarafından üstlenilir” ifadeleri açıktı. Askere verilen yetki çerçevesinde mahkeme kararı olmadan evlere girme izni dahi komutanın kararına bırakılmıştı: “Konuta, işyerine veya kamuya açık olmayan kapalı alanlar ile bunların eklentilerine can veya mal güvenliğinin sağlanması ya da kişinin yakalanması amacına münhasır olmak üzere, yetkili birlik komutanının yazılı emriyle girilebilir. Birlik komutanının kararı yirmi dört saat içinde hâkim onayına sunulur” ifadeleri yer almaktaydı.
Dahası; bu süreçte suç işleyen askere de geniş bir yasal koruma zırhı sağlanmıştı. İşlenen suçlar, “askeri suç” sınıfına sokulurken … Devamını okumak için tıklayınız.
[1] (Bak: 02 Ağustos 2017)
[2] (Nagehan Alçı – Değişimin Şifreleri / 04 Ağustos 2017 – Habertürk)
[3] (03 08 2017 / Takvim – Kritik yıl)